Muş Özgür-Der’de “iman” kavramı konuşuldu
Özgür-Der Muş temsilciliğinde aylık olarak işlenen kavram derslerinden ikincisi Abbas ATAMAN tarafından yapıldı. Ataman sunusunda aşağıdaki konulara değindi.
Abbas Ataman tarafından yapılan sunumun özeti:
Sözlükte “güven içinde bulunmak, korkusuz olmak” anlamındaki emn (emân) kökünden türeyen îmân “güven duygusu içinde tasdik etmek, inanmak” demektir. “Sağlamlaştırmak, kesin karar vermek, tasdik etmek” mânasındaki akd kökünden türeyen i‘tikād da “iman” karşılığında kullanılır. Terim olarak iman genellikle “Allah’tan alıp din adına tebliğ ettiği kesinlik kazanan hususlarda peygamberleri tasdik etmek ve onlara inanmak” diye tanımlanır.
“Birçok meselede olduğu gibi iman meselesinde de İslam âlimlerinin, kelamcıların ve mezheplerin farklı görüşleri bulunmaktadır. Bu görüşleri “kalbin tasdiki”, “kalbin marifeti”, “dilin ikrarı”, “kalp ile tasdik, dil ile ikrar” ve “kalbin tasdiki, dilin ikrarı ile amelden ibaret” şeklinde sıralamak mümkündür. İbnTeymiyye, mümin olabilmek için tasdikin yanında Allah ve Resulullah sevgisinin de var olması gerektiğine şu ayeti delil de getirmiştir; “Onlardan birçoğunun kâfirleri veli/dost edindiklerini görürsün. Nefislerin kendileri için hazırladığı bu davranış ne kadar kötüdür ki bu yüzden Allah’ın gazabına uğramışlar ve ebedî azaba çarpılacaklar. Eğer onlar Allah’a ve Peygamber’e ve ona indirilen gerçeklere inansalardı, kâfirleri veli/dost edinmezlerdi.” (Maide, 80-81)
"Kalp ile tasdik" şeklindeki iman tanımlaması, imanın bireyin öznel kabul ve onayı anlamını taşımaktadır. "İkrar" ise, tasdik edileni dil ile ifade etmektir. Ancak tasdik, hiçbir zaman ve hiçbir şeklide ortadan kaldırılmayan bir unsur iken, ikrar'ın baskı ve zorlama ile ortadan kalkma ihtimali vardır.
“İman, yüksek düzeyde farkındalık gerektiren bir biliş durumudur. İman eden için kesin bilgi hükmünde olan bilgiler, bireyde yerleşip bütünleşen, kendi aralarında mantık bağlarıyla örülü bir fikirler ve entelektüel eğilimler bütünü olan zihni yapıya etkide bulunarak buraya yerleşir.”
KURAN VE HADİSLERDE İMAN
Kur’an’a göre iman, insanın tüm varlığını çok yakından ilgilendiren ve onun varoluşunu belirleyecek olan asli bir hadisedir. İman, her şeyden önce bireye bir ‘bakış açısı’/‘perspektif’ kazandırmaktadır. İmanla bir “görme biçimi” kazanan Müslüman birey, bir “hakikati” tasdik ile sorumluluk yüklenmiş olmaktadır. Hz. Aişe’nin Hz. Peygamber’in ahlakının Kur’an olduğuna dair meşhur sözü, (Müslim, “Müsafirîn”, 139.) imanın perspektifinden hareketle bireyin tutum ve davranışlarının, bu arada ahlakının şekillenebildiğini açıkça göstermektedir. Kur’an’ın genelde imanla salih ameli bir arada zikretmesi de, bunlar arasındaki sıkı ilişkiye; ilke olarak birincisi bulununca diğerinin de bulunacağına işaret etmektedir. İslam, imana “anlamadan gerçekleşen bir kör kabulleniş” olarak yaklaşmamaktadır. Taklidî iman zarureten caiz görülmekle birlikte İslam, nakli ve akli delillerle temellendirilerek iyice içselleştirilmiş tahkiki imanı ön görmektedir. İslam’a göre aslolan, her zaman imanın bilgiyle, “anlama” yeteneği ve faaliyetiyle gerçekleşmesini sağlamaktır.
“Onlar ki görmediklerine inanırlar ifadesinde görünmeyene inanmak; insanın, sadece duyu organlarının algılama kapasitesi ile yetinen hayvanlık düzeyini aşarak insanlık mertebesine yükselmesini sağlayan ilk eşiktir. “
- "İman yetmiş küsur bölümdür; en üstte 'Allah'tan başka ilâh yoktur' sözünü kabul etmek ve en altta insanlara sıkıntı veren bir nesneyi yoldan çekmek/kaldırmak bulunmaktadır. Haya da imanın bir parçasıdır." Buhari-İman Hadis No:8
“Arapçada “yetmiş ifadesi çokluk ifade etmektedir. Burada sadece fiziki anlamda yollarda insanlara eziyet veren bir taşı yahut dikeni kaldırıp atmak değil, mecazi anlamda hakka hakikate doğru giden yoldaki engelleri kaldırmak kasdedilmiştir.
Pek çok İslam alimi şunu ifade etmiştir. İman sosyal boyutunu kaybetmeye başladığı zaman Müslümanlar toplumsal dinamiklerini kaybetmeye dolayısıyla da çökmeye başlarlar.
“Haya imandan bir şubedir” haya basit bir utanma duygusunun ötesinde insandan çekinme toplumdan kaçmakta değildir. Haya iyi işleri yapmaktan kaçmamak, kötü işleri yapmaktan çekinmektir..Hz. peygamber hayayı bir insanın hayatta oluşunun göstergesi olarak vasıflandırmıştır. Eğer bir insan çok pervasız, tamamen gayri ahlaki bir yaşantı içine girmişse o hayatını kaybetmiştir. Böylece hayasını kaybeden hayatını diri, yaşayan bir insan olma özelliğini kaybetmiştir. Dolayısıyla haya hayattır. “Haya etmedikten sonra dilediğini yap” Hadis.Tebarani Mücemül evsat hadis no 5005
Hz. Peygambere iman nedir ya Resulallah? diye sorarlar. O da “seni dünyada mesut kılacak bir ahlak, Allah’ın haram kıldıklarından vazgeçirecek bir takva ve cahillerin cehaletinden uzak tutacak bir Hilm ‘dir “buyurur. Hz. Peygambere “İslam ve iman nedir? Diye sorulduğunda o, bu tip sorulara hiçbir zaman tek bir cevap vermemiştir.
Hadis kitaplarında karşımıza imanla ilgili yüzlerce hadis çıkar Bütün bu hadislerden hareketle, hz. Peygamberin dünyasında imanın, teorik olmaktan çok, teorik imana bağlı bir pratik iman olduğu ve sosyal hayatta kendisini göstermesi gerektiği anlatılmaktadır.
İbn Ömer şöyle söylemiştir: "Ben uzun bir ömür sürdüm. Bizler Kur'an'ı öğrenmeden önce iman sahibi oluyorduk. Sonra Hz. Peygamber'e bir sure iner, biz de aynen sizler gibi bunlardaki helal ve haramlarla öğrenilmesi gereken emir ve yasaklarını öğrenirdik.
Daha sonra öyle kimseler gördüm ki henüz tam olarak iman etmeden önce Kur'an-ı Kerim'i başından (Fatiha'dan) sonuna kadar okumasına rağmen ondaki emir ve nehiyleri bilmez, çürük hurmaları saçtığı gibi saçar gider." [Taberani]..”
“İmansız hiçbir insan yoktur; Her insanın inançları vardır. İnanç olmadan, imkân olmaz; bedel olmadan hiçbir imkân, mümkün olamaz. İman imkân verir, bedel mümkün kılar. Eğer bedel ödememişsek, o imkânı mümküne dönüştüremeyiz; hiçbir şey gerçekleştiremeyiz. Onun için bu dünya –biraz önce dedim- Âmentulerinin bedellerini ödeyenlerindir.”
Temel sorunlarımızdan bir tanesi de olması gereken İman ahlakına sahip olmayışımızdır. Hayat sonuç odaklı bakmak, Sonuçlara ulaşmak için meşruiyetlerden sorumluluklardan, gerekliliklerden ödün vermek, zafere ulaşma adına hırsa kapılmak temel sorunlarımızdandır. Bu konuda Hz. Ali için anlatılır. Bir kaleyi kuşatmışlar, düştü düşecek; ama akşam namazı vakti girmiş. Hz. Ali demiş ki:
- “Yarınız saldırmaya devam etsin, yarınız da namazını kılsın; vakti kaçırmayın.”
Komutan mukâbele etmiş:
- “Efendim! Düştü düşecek... Bekleyelim biraz daha; ondan sonra kılarız.” Hz Ali'nin verdiği cevap çok ilginçtir:
- “Uğruna savaştığımız değerleri ihmal ederek zafer kazanmanın hiçbir anlamı yoktur.”
Bosna Savaşı sırasında Aliya’nın Bir Korgenerali, Hıristiyan bir albaya hakaret ediyor; dinî terminoloji kullanarak... Albay şikâyette bulunuyor. Şikâyet üzerine Aliya mahkeme kurulmasını istiyor. Diyorlar ki,
- “Henüz savaş halindeyiz. Korgeneral bu... Askerler arasında sıkıntı çıkabilir.”
Aliya;
- “Eğer adaletten vazgeçeceksek, savaşı kaybedelim; biz ne uğurda, ne için savaşıyoruz...”