Modern batı düşüncesinde özgürlük krizi ve otorite problemi
Özgür-Der Muş temsilciliğinde “Modern Batı Düşüncesinde Özgürlük Krizi Ve Otorite Problemi” konulu seminer yapıldı.
Semineri Muş Alparslan Üniversitesi öğretim üyesi Mahsum Aytepe sundu seminerde modernleşmenin kriz alanları tartışıldı.
Mahsum Aytepe’nin sunumundan notlar:
“Modern Batı düşüncesinin aşmaya çalıştığı en önemli problemlerden birisi, insanın özgürlüğünü pratikte teminat altına alacak bir teorik çerçeve yakalamaktır. Bunun için gösterilen çabalar şimdilik sadra şifa veren bir çözüm üretmemiştir. Modern Batı düşüncesinin özgürlük bağlamında gösterdiği çabanın bugün itibariyle geldiği noktayı anlamak için Batı düşünce tarihini kısaca hatırlamak gerekir. Bu çerçevede Hıristiyanlık ve Modern dönemi mukayese etmek gerekir.
Hıristiyanlık bir din olarak insanları özgürleştirme iddiasıyla gelmişti. İnsanların manevi kurtuluşunu sağlamak ve dünya ile ilişkilerini ruhsal özgürlüğü esas alarak düzenlemek temel hedefti. Ancak tarihsel tecrübe bunun ötesinde gelişti. Rönesans ve Reformla başlayan ve Aydınlanma ile zirveye çıkan modern dönem, Kilisenin özgürlük yerine dini kullanarak insanları köleleştirmesine bir tepki olarak ortaya çıktı. Merkezde insan olmalı, hümanizm insanın en üstün değeri olmalıydı. Batılı modernleşme, insanı aşan bütün dini ve metafizik değerleri reddetmedikçe özgürleşmenin sağlanamayacağını iddia etti. Ancak pratik bunun aksini gösterdi. Materyalist ve pozitivst akımlar, otokratik ve baskıcı yönetimler üretti. Baskı, otorite, işkence, kitlesel zulümler, tehcir kampları vb. olaylar, insanların için özgürlüğün bir hayal olduğunu ortaya koydu.
Özürlük, otorite gerçeğiyle birlikte anlaşılmalıdır. Zira özgürlüğün olduğu her yerde bir otorite vardır. Olumsuz bir intiba uyandırsa da aslında otorite de hayatın bir gerçeğidir. Bireysel zafiyetler, toplumsal düzen ve istikrarın sağlanması, bir otoriteye duyulan ihtiyacın temel gerekçeleri olarak görülebilir. Kilise kurumu, insanların ihtiyaç duyduğu otorite ihtiyacına karşılık olarak tarih sahnesindeki yerini almıştır. Hıristiyan düşüncesinde Kilise otoritesi yanılmazdır, çünkü bu otorite, Tanrı’nın krallığının görünümüdür. Bu otoriteyi pekiştirmek üzere her türlü savaş ve suç meşru görülmüştür.
Buna karşın Aydınlanma Kilise otoritesi yerine aklın otoritesini önermiştir. Ancak aklın otoritesi de yeni bir krize yol açmıştır. Aydınlanmacı aklın otoritesi, otoriteryanizme dayanak olmuş, totaliter ve diktatöryel eğilimlere meşruiyet oluşturmuştur. Aydınlanmanın eşitlik, özgürlük, insan zekâsına inanç ve evrensel akıl öğretilerinin oluşturduğu iyimserlik, 20. yüzyıldaki toplu katliamlar, iki dünya savaşı ve nükleer teşebbüslerle ortadan kalkmıştır.
Aklın otoritesinin oluşturduğu büyük yıkım, modernizm eleştirilerine hız vermiş ve post moderlik öne çıkmıştır. Post modernist akımlar, gerçek bir özgürlük için akıl dahil olmak üzere hiçbir otorite kabul etmemenin yegane çare olabileceğini öne sürdüler. Onlar anti-otoriteryanizmi savundular. Nitekim Postmodernistler her türlü kesinlik, mutlaklık ve kalıcılığa karşı çıktılar. Sabit bir öze, normatif bir ilkeye, evrensel bir hakikat telakkisine meydan okudular. Ancak bu da bulanıklık, melezlik ve sınırların kaybolduğu kaotik bir durum ortaya çıkardı. Bunun doğurduğu yalnızlık, belirsizlik, korku ve kaygı ortamının birey üzerindeki etkisini dikkate alan birçok batılı düşünür, otorite kaybının bireye ve topluma maliyetini hesaplamaya başladı. Günümüzde insan, hiçbir otorite tanımamanın acısını yaşamaktadır.
Bu bir kriz halidir. Özgürlük krize dönüşmüş, otorite problemli hale gelmiştir. Bu krizi aşmak üzere Batıda pek çok düşünürün taraf olduğu derinlikli tartışmalar yaşanmıştır. Stirner, Foucault, Deleuze ve Guattari üzerinden okumaya çalıştığımız bu tartışmada düşünürler, hiçbir otorite tarafından yok edilemeyecek bir özgürlüğün teorik düzeyde nasıl oluşturulabileceğini ele almaktadırlar. Ancak özcülüğe karşı çıktıkları halde özcü düşünmüş, metafiziği reddettikleri halde bir metafizik tasavvur etmek zorunda kalmış, kısacası kendileriyle çelişmeden makul bir açıklama getirememişlerdir. Batılı düşünürlerin teorik düzeyde bile kurgusunu oluşturmada başarısız oldukları otoritesiz özgürlük düşüncesi, pratikte zaten yok olup gitmiştir.
İki gerçek karşımızda halen bütün çıplaklığıyla duruyor: İnsanın özgürlük ihtiyacı ve otorite gerçeği. Bana göre bizi problemin yanıtıyla buluşturacak doğru soru şudur: Varlığı, özgürlüğüm için problem oluşturmayan, dahası varlığını özgürlüğüm için bir gerekçe olarak görebileceğim bir otorite var mıdır?
Bu sorunun bana göre tek cevabı Kur’an’da tanıtılan Allah’tır. Kur’an, Allah’ın sıfat ve fiillerini etraflı bir şekilde işleyerek hem ilahi otoriteyi hem de bu otoritenin insanın özgürlüğü için nasıl bir epistemolojik, ahlaki ve metafizik çerçeve öngördüğünü insanlık tarihinden sunduğu örneklerle izah eder. Özgürlük Otorite Tevhid kitabı, özgürlük ile otorite arasındaki gerilimli ilişkiyi Batı düşüncesi ile mukayese ederek işlemekte ve Tevhidin nasıl bir özgürlük tasavvuru önerdiğini analiz etmektedir.”
Soru cevap faslıyla beraber seminer sona erdi.