Bir Kemalat Yolcuğu Olarak İlim
Özgür-Der Muş Şubesinin düzenlediği etkinlikte Hamza Türkmen, “Bir Kemalat Yolcuğu Olarak İlim” başlıklı bir sunum yaptı.
Hamza Türkmen'in sunumun özeti:
"Doğru bilgi ve ahlak yolculuğunda, kemalat kavramıyla ilim yolculuğunu cem etmeliyiz. İlim kavramı sözlükte bilmek anlamında kullanılıyor; yani bir nesneyi olduğu gibi kavramak anlamında... Ama bu kavrayış veya yansımayı kavrama yeteneği maymunlar, köpekler gibi birçok hayvanda da görülüyor ve tehdit anında tepki de veriyorlar. Belki insanın beşer olduğu dönemlerde de yansıma ile nesneleri bilmek mümkün oluyordu ama kavradığımız nesneler arasında bağ kurma yeteneği yoktu.
Niçin?
İklim farklılıkları insanın fizyolojisinde ve psikolojisinde etkili midir? Sorakin'in deyişiyle bu konuda henüz belirgin deliller yok. Ama Ali Şeriati'nin aktarımıyla 19. Yüzyılda Avrupa'daki ırk merkezli düşünce tarzında beyaz insanın beyin kıvrımlarının fazla olması onu üstün kılmaktaydı. Bu Avrupa'dan bize yansıyan onları üstün görmek için kompleks yaratan bir düşünceydi.. Osmanlı sonrası Anadolu'da, Türkiye'de batılıların ve içimizdeki batıcıların ulus üretme çabaları var. Farklı varyantlarda Türkçülük türleri oluşturuluyor. M. Kemal'in çabalarıyla beyaz ırka dayalı bir türklük algısı organize ediliyor. Ancak bugün gen mühendisliğine göre artık insanlar ırkla izah edilmiyor, ortak müşterekler var, dünyada bir gen haritası var ama saf gen diye bir şey yok.
Malik bin Nebi, Toprak insanın seviyesinin ölçüsüdür der, yani insan imar ederek çölü gerileterek medeniyeti ilerletebilir.
Peki insan nasıl bilmeye başladı.
Bu konuda 19. Yüzyıldan bu yana dört ana eğilim var. Birincisi materyalistlerin, ikincisi idealistlerin, üçüncüsü agnostiklerin, dördüncüsü ise yaratılış inancı veya ilmiyle alakalı yaklaşım. Materyalistler de Engels'in ilkin beyin hücrelerinde diyalektik bir sıçrayışla insanın aklını kullanmada hayvansı düzeyi aşmıştır. Daha sonra bu konulara diyalektik düzeyde Politzer'in "Tarihi Materyalizme Giriş" kitabında değinilmiştir. Engels insan beynindeki atomlarda kendiliğinden bir üst sıçama olduğu, beyin atomların terkibi daha gelişmiş hale geldiği için insan konuşmaya başladı diyor. Pozitif ilimde de tesadüfe yok ama böyle düşündüler bakışlarının özünde tesadüf var.
İdealizme göre ise büyük ruh denilen bir ide var ve taşmak istiyor sudur felsefesi işte böyle Eflatun'dan gelen Helen felsefesidir. Taşan ide ile yeni ruhlar var oluyor. Sonra vücutlarımız yaratılıyor, ruhlar gelerek bu vücutlara yerleşiyor. Ruhlar konuşma kapasitesiyle geliyor İdenin bir uzantısı, parçası oluyoruz. Oysa Allah her şeyi yoktan etti ve yaratılanlardan hiçbiri de Allah'a benzemez.
Bilinmezcilik ise temelde pragmatizim denen boş vermişliği öngörüyor.
Yaratılış bakış açısına göre ise İbrahim (a.s)' in risalet gelmeden önceki arayışı dikkate alınarak Hay Bin Yakzan'ın romanından mülhem Yaratıcı İlah'ı bulma serüveni var. Allah yarattı ve bizi başıboş mu bıraktı, insanın fıtratına konulan formlar var. İnsan var ama henüz beşer konumunda bakıyor ve algılıyor, ama ilmin yani düşüncenin olması için vakıa, beş duyu ve kalp/akletme gücü kadar öncüllerin olması gerekiyor, anlaşma dili olması lazım. Bakara Süresi 31. Ayette "Adem'e isimleri öğrettik" deniyor beşer soyundan çıkarılmış kişi olan Adem'e, dirayet tefsircilerine göre soyut-somut tüm eşyalara ad verme özelliğini kazandırılıyor. 6 ayet sonra ona "kelimeleri öğrettik" deniliyor, "yaratıldık başıboş mu bırakıldık" sorusunun cevabı "bu kelimeler" ve fıtratla geliyor.
Farklılaşan yaratılış teorileri var; ama korunmuş olan vahiyle temas hali söz konusu olduğunda yani ilmi taşıyanlara ontolojik olarak baktığımızda Allah bizi yarattı, konuşmayı öğretti, başıboş bırakmadı, vahy(kelimeleri) verdi, kelimeleri ve Kur'an bağlamında korunmuş olan vahyi verdi. Allah "Biz sana öğreteceğiz ve sen unutmayacaksın" diyor. "Zannın haktan hiçbir şey ifade etmediği"ni söyleyerek insanın vakıası olmayan bilgiden uzaklaşması gerektiğine işaret ediliyor.
Kur'an-ı Kerim'de "hak" nedir? Hak, gerçek, sabit doğru demektir. Kur'an-ı Kerim'de bunlar haktır dediğimizde: 1. Allah haktır gerçek mutlak doğru, 2. Allah'ın bildirdiği/vahiyle gelen kur'an haktır, 3. Cebrail haktır, 4. Resuller haktır, 5. Evren haktır, 6. Allah'tan gelen ve korunmuş olan Kur'an'da bildirilen gayb haberleri haktır. Ayrıca Kur'an'da 247 defa kullanılan hak kavramının hukuk olarak Allah'ın hakkı ve insanların hakkı çerçevesinde kullanımları vardır.
Hak/gerçek/vakıa kavramı, Kur'an'da öncül bilgi idrak organlarıyla beraber bize tefekkür, tedebbür, tefekküh boyutlarıyla düşünmenin/akletmenin 4 temel unsurunu gösterir. Bir şeyin düşünce olması için dört unsur olmalıdır.
1. Vakıa.
Vakıa da tüm alemin yaratıcısı ve mutlak alim olan Allah'tan geldiği için mutlak ilmi ifade eden Kur'an'a gösterdiği bilgiye göre 3 kısımda ele alınmalıdır:
Vakıanın zatı, b. Vakıanın eseri, c. Vakıanın mutlak bilgisi.
Gayb bilgisi korunmuş olan Kitab/vahiy ile bildirilmiştir ki ilimde burada başlıyor. Resulullah (s)'in uygulamalı mütevatir Sünnet'i veya farklı vakıa/olay-olgu bilgileriyle irtibatlı farklı kişilerin o olay-olgu ile ilgili aynı şeyleri aktarması gibi.
Nisa Sûresi 82. Ayet "Tahkik et ve öyle iman et" diyor. Vahyin bir kısmının lafzi kapalıdır veya muteşabihdir. O konuların anlaşılmasında uzmanlaşma ve istişareyle açılım getirilebilir onun dışında Kur'an tümüyle düşünmemize açık muhkem bir kitaptır, iman ettiğimiz şeyi düşünerek elde edebileceğimiz bir kitaptır.
Antropoloji ilerlemeci tarih anlayışıyla fetiş nesnelere tapıcılık, çok tanrıcılık, tek tanrıcılık ve oradan da insanlık dini denen hümanizme yürünüyor. Adem, eşi ve insanlaştırdıkları diğer beşerler tek Allah'a inanıyorlardı ve vahye inanıyorlardı. Sonra da insanlar bozulup çok tanrıcılığa oradan da fetiş duruma düştüler. Mevlana Ebu'l Kelam Azad'ın Buda'yı İsa (a.s.)'ın tanrılaştırılmasıyla bu konuda mukayesesi vardır. Vahy inzal olduktan sonra rabbimiz hak (vakıa) üzerinde düşünmemizi sürekli öneriyor. Vakıa'ya dayanmayan bir görüşe "zan", "şek ve şüphe" veya "reyb" diyor ve "Zannın haktan hiç bir şey ifade etmeyeceğini" söylüyor. Dolayısıyla bir şeyi düşünebilmek için birincisi 3 boyuttan birine dayanan vakıa/hak olması gerekir. İkincisi vakıayı algılayacak beş duyu; üçüncüsü algılanan şeyi değerlendirecek öncül bilginin olması gerekiyor. Tertil fıkhı gibi, vakıa ile öncül bilgiler arasında bağ kurarak akledebilmek için akletme organı olarak da "emanet" anlamında kalp-fuad ya da beyin olması gerekiyor.
İlim kavramı ile aynı kökten alim kavramı gelir. Burada alim kimdir, "her bilenden daha üstün bir bilen vardır" ve"Alim, Allah'tan haşyetle veya sevgiyle korkan kişidir." Dolayısıyla da vakıaya dayanmadan düşünce olmayacağı gibi alim de olunmaz. Bu Kur'an'a göre müminler temelde alimdir. Çünkü Allah'tan gereği gibi korkanlar onlardır. Sonradan her ilim ve ekolün bir alim şekli çıktı, bunlar ihtisas alanlarıdır, bu konularda tabii ki daha da derinleşilmelidir. Ama biz bunları aşarak, herbirimiz düşünerek, istişare ederek tahkiki imana ermeliyiz.
Aslında bildiğini amelleştiren bildiğini tanıklaştıran bir şehit kişidir alim. Bu hedefe yürümemiz gerekiyor. Dirayet ekolü Resul ve ashabının da düşünme tarzı gibi, vakıaya dayalı bir düşünme tarzı/ilim peşinde olmalıdırlar. Arapça bilmenin ötesinde indirilen ayetlerin anlam ve amacını bilmek gerekir. Bizim için ilim, amelle beraber olandır, bu hayatı daha iyi yaşamak ve dareyni kazanmak içindir, dağılmış ümmeti toparlamak ve ıslah etmek içindir. İlim ve ilim keyfiyeti ise, yaşadığımız sorunla-vakıa ile kesin sabitelerimizle-vahiy ile bağ kurup çözüm üretebilmektir."