Ümraniye’de “Muhafazakarlık ve Gelenek” Tartışıldı
Özgür-Der Ümraniye şubesinin haftalık alternatif eğitim seminerleri devam ediyor. Seminerlerin Küresel Sistemin Kavramları ayağında bu hafta “muhafazakarlık” ve gelenek “kavramları” işlendi.
17 Mayıs Pazartesi akşamı dernek binasında gerçekleştirilen seminere Osman Şahin başkanlık yaparken Yahya Yolcu ve Hamza Türkmen de konuşmacı olarak katıldılar.
Muhafazakarlık:
Konuşmasına muhafazakarlık kavramının lügavi ve ıstılahi anlamlarına yönelik bilgi aktarımlarında bulunarak başlayan Yahya Yolcu, müteakiben Batı'nın oluşum ve gelişim sürecinde muhafazakar tepki ve ideolojinin öne çıkmasına yol açan sebeplere değindi. Bu bağlamda Aydınlanma düşüncesinin merkezindeki kurucu rasyonalist düşünce biçimi, Fransız Devrimi'nde somutlaşan devrimci siyasetin pratiği, devrimci ütopik sosyalist ve liberal hareketlere ve Sanayi Devrimi sonrasında şekillenen yeni toplumsal yapıya duyulan tepkileri muhafazakarlığa yol açan temel etmenler olarak belirleyen Yolcu "Muhafazakarlık için bu anlamda bir olumsuzlama felsefesi denilebilir." dedi.
Muhafazakarlığın tarihi ve tanımlarına yönelik yaklaşımlarda çeşitlilik bulunduğunu belirten Yolcu, aydınlanmaya karşı olmaktan ziyade içinden türediği yaklaşımının yanı sıra 14.yy. Orta çağında şehirleri koruyan "muhafızlara" (İngiliz sulh yargıçları/barış bekçileri ) kadar götüren eğilimlerin de bulunduğunu kaydederek siyasi veya kültürel anlamlarda kullanılması ve literatüre girmesinin ise 19. yüzyılın başlarında mümkün olduğunu söyledi. Kelimenin kök anlamıyla "conserve"den türediğini ve bunun ise bir şeyi bozulmadan korumak anlamını ihtiva ettiğini kaydeden Yolcu, "Özellikle siyasi içeriği söz konusu olduğunda bu, var olan siyasî rejimin, ekonomik ve sosyal sistemin korunması ve mevcut sistem adına teklif edilen her değişikliğe karşı çıkılması olayını ifade etmektedir." dedi. Yolcu konuşmasını şu şekilde sürdürdü:
"Muhafazakâr, böylelikle statükodan yana olduğu veya olmak zorunda olduğu için aynı zamanda statükocudur da. Hatta değişime karşı olunurken, yalnızca yeni ve sonradan ortaya çıkan şeylere, değerlere, dolayısıyla devrimci girişimlere karşı çıkmak ve onlara tepkide bulunmak yetmez, aynı zamanda ta en eski zamanların temsil eden değerlere de karşı çıkmayı getirir. Çünkü bu en eski zamanların değerleri de bugünün, mevcut olanın dışında ve bazan tam karşısında değerler olabilir. Muhafazakâr son tahlilde değişiminden yana değildir, yeni gelişmelerden hoşlanmaz ve değişim düşüncesi ister ileriden, ister geriden gelsin buna karşı koyar, tepki gösterir." Buradan hareketle muhafazakarlığın Türkiye versiyonu üzerinde duran Yolcu, Türkiye muhafazakarlığının büyük oranda Batı menşeli muhafazakarlık eğilimlerinden etkilendiğini, katı statükocu bir karakter arzettiğini ve Kemalizme yönelik eleştirisinin altında da İslami değerlerin değil tersine Osmanlı'dan devralınan mirastan kopuşun yattığını söyledi. Yolcu, Türkiye muhafazakarlığının da tüm muhafazakarlıklar gibi dine vurguda bulunduğunu ancak din anlayışının sahihlikten ve bütünsellikten uzak olduğunu ifade etti. Ayrıca muhafazakarlığın sadece rasyonalistik kulvarda gelişen hızlı değişim politikalarına değil aynı zamanda dini temelde yeniden inşa edilmesine de karşı olduğunu belirten Yolcu, Türkiye muhafazakarlığının bu anlamda tipik bir örnek olduğunu ve İslam'a duyarlılık bazında da olsa aidiyet gösteren toplumu sahih naslar temelinde ıslah etmeyi ve toplumu yeniden inşa etmeyi amaçlayan İslami tecdit çabalarına da şiddetle karşı çıktığını kaydetti.
Son olarak başta Tanıl Bora ve Ali Bulaç olmak üzere muhafazakarlıkla ilgili Türkiye'de oluşan literatürden örnek pasajlar aktaran Yolcu, MÜSİAD-TÜSİAD'ın izdivacında da görüldüğü gibi muhafazakarlığın kolaylıkla eklemlenebildiğini ve oldukça pragmatik bir yapıya sahip olduğunu söyledi. Muhafazakarlığın sistem, değişim, aile, birey, toplum vb. olgulara yaklaşımlarını irdeleyerek nihai kertede muhafazakâr siyaset felsefesinin ideolojik keskinliği reddeden pragmatik bir yaklaşım olduğunu, kendisini her şarta uyarlayan-yeniden üreten bir karaktere sahip olduğunu ve oportünist yapısı dolayısıyla diğer bazı ideolojilerle kolayca sentezlenebildiğini belirten Yolcu, konuşmasını "En kısa ve öz tanımıyla muhafazakarlık var olana, egemenlere yumuşak tarzda ayak uydurmanın ideolojisidir." vurgusuyla tamamladı.
Gelenek:
Oturumda gelenek konusunu işleyen Hamza Türkmen ise, bu kavramın Batı'nın oluşumu içinde "tradition" olarak kurulduğunu, böyle bir kavramsal karşılığın Kur'an'da bulunmadığını belirtti.
Geleneğin Batı'da vahyi bilgiler dahil ne olursa olsun yaşanmış ve tecrübe edilmiş bilgi ve mirasın adı olarak kullanıldığını belirten Türkmen, Batı bu birikime önce folklorik, daha sonra sosyolojik ve felsefik tanımlar getirdiğini söyledi. Batı için bu sosyal olgunun süreç içinde ilke-değer haline geldiğini ve Fransız Bossuet'in de ilk defa geleneği büyük harfle yazdığını belirtti.
Kur'an'da bu tanımla örf, sünnet ve atalar dini terkiplerinin irtibatlandırıldığını hatırlatan konuşmacı, bu bağlamda İslam'da geleneği nötr olarak ele alıp, vahye göre konumuna göre olumlu ve olumsuz değerlendirmeye tabi tutmak gerektiğini söyledi. Buna göre Kur'an bütünlüğünde bu kavramı Rasullerin sünneti ve atalar dini olarak ayrıştırabileceğimizi belirtti. Müslümanlar için İslam yanında İslam kültürü, vahiy yanında vahyin yorumu söz kosuydu. İslam kültürü ve vahyin yorumu genel tanım olarak nötr bir durumdu. Rasulullah'ın sünnetini de içinde barındıran İslami gelenek, mezheb gibi bir durumu ifade ediyordu. Bu boyutuyla geleneğe olumlu veya olumsuz diyemezdik. İslami kültür veya vahyin yorumu ile irtibatlandırılan gelenek; gelenekçilik yapmadığı veya insani yorumunu mutlaklaştırmadığı müddetçe içerdiği yorum ve kültürü Kur'an'ın muhkem ayetleriyle çelişmediği sürece maslahata uygun ve kimliğimizi zenginleştirici bir unsurdur. Ama kültür ve yorumda vahyi ölçülerle çelişen ve çatışan unsurlar barındırdığında olumsuzluk içerir. Bu açıdan İbrahimi gelenek gibi bir sahih gelenekten bahsedebiliriz, bir de atalarla övünen taklitçiler gibi muharref gelenekten bahsedebiliriz. Bizim gelenek konusunda karşı olduğumuz ve olmamız gereken muharref gelenek, yorum ve kültürünü mutlaklaştıran mezhepçilik, veya vahyi bildirimin sınırlarını aşıp gabya taş atan batini yaklaşımlardır.
Son dönemlerde ABD'de kısmen de Türkiye'de dindarlaşmadan bahsediliyor. Bu fıtri arayış ve Allah'ın bildirimlerine yöneliş açısından önemli bir eğilimdir. Ancak bu yönelim batini telakkilerin, tarikat ve felsefik tasavvufun sınırları içinde kalması istenmekte, vahyin dünya görüşü olarak da algılanan bütünlüğüne ulaşması istenmemektedir.
Bize dinlerin birliğinden bahseden batini telakkileri gelenek diye, dine yönelenlerin önüne süren Batılı paradigmanın tesirindeki Seyyid Hüseyin Nasr, Guenon, Corbin, Schuon gibi neo gelenekçi tipler, öze dönme, itikada ve amelde vahiyle arınma ve ıslah çabası içinde olan tevhidi çabaları idelojikleşmek, siyasallaşmak veya şekilcilik olarak itham edip, insanları gabya taş atan keşif ve keramet tecrübelerinin takipçileri olmaya davet etmektedirler. Bu söyleminde arkasında ABD ve UNESKD vardır. Onlar Mevlana yılları Hallac-ı Mansur ve Muhidin Arabi sempozyumlarıyla bu muharref din anlayışını yaygınlaştırmaya çalışmaktadırlar. Müşrikler de çocuklarına Abbdullan adı veriyordu ama Allah'a şirk koşarak inanıyordu. İşte tevhid, dilini Kur'ani kelemelerle döndüren, kelimeleri yerlerinden değiştiren ve insanları Allah ile aldatmaya kalkışan insanlardan uzaklaşıp Rabbliği sadece sadece Allah'a has kılmanın eylemidir.
Hamza Türkmen, Eski Greeklerde Pramatues'ün bilgiyi tanrılar katından çalıp yere indirmesi gibi, pantaist veya enel hakçı mutasavvıflarda, vahyin gaybi ölçülerini aşıp Allah'la buluşmak ve gaybin bilgisini yere indirmek iddiasında olduklarını ve bu muharref geleneğin de İslam diyerek İslam'a ilgi duyanlara servis edildiğini söyledi. Türkmen, mezhepçi ve gelenekçi kişi ve çevrelerle, güzel ve kazanıcı bir üslupla diyalog kurmamız gerektiğini, tüm yanlışlıklarına rağmen dine ve fıtrata yönelen ilgileri dolayısıyla bu insanları dışlamamız, güzelce uyarıp ıslah etmeye çalışmamız gerekliliğine dikkat çekti.