Ümraniye’de Kur’anî Eğitim ve Tebliğ Paneli
Özgür-Der Ümraniye Şubesi’nin 2008-2009 yılı boyunca gerçekleştirmeye dönük “Öncü Kur’an Neslinin İnşası -Mekke Dönemi-“ ana başlığıyla düzenlediği aylık panellerinin üçüncüsü 20 Aralık, Cumartesi akşamı yapıldı. Faruk Kurt yönetimindeki panelde Rıdvan Ka
Yine Üsküdar Belediyesi Sabahattin Zaim Kültür ve Eğitim Merkezi'nde gerçekleştirilen ve "Kur'an Eğitimi ve Tebliğde Üslup" başlığını taşıyan bu ay ki panele Faruk Kurt yöneticilik yaparken, Kenan Levent ve Rıdvan Kaya da konuşmacı olarak birer tebliğde bulundular.
Sunumuna konunun anlam ve önemine dönük vurgularla başlayan Faruk Kurt, ilk inen ayet ve süreler de dahil Kur'an'ın birçok yerinde Rabb kavramının kullanılmasının bir tesadüf olmadığını, Allah'ın insanı yarattığı gibi onun eğitimini de üstlendiğini, keza eğitim konusunda Allah'ın otorite yetkisinin yine Rabb kavramında mündemiç olduğunu söyledi. Tebliğin usulü ve üslubu konusunda da hareket noktasının Nahl Suresi 125. ayet olması gerektiğini belirten Kurt, güzel öğüt, hikmet ve en güzel şekilde tartışmanın anlamı etrafında kısa tahlillerde bulunarak sözü Kenan Levent'e verdi.
Eğitime Yaklaşım Dinsel, İdeolojik ya da Felsefi Temellerden Kopuk Olarak Gelişemez!
Tebliğine eğitim olgusuna nasıl yaklaşılması gerektiği sorusuyla başlayan Kenan Levent, eğitime yaklaşımın varlık hakkındaki görüşlerden bağımsız olarak ele alınamayacağını belirterek her eğitim anlayışının amaç ve hedefleri bakımından belirli bir din, ideoloji ya da felsefi temele dayandığını ve dolayısıyla bunların da kaynak sorununu ortaya koyduğunu söyledi. Buradan hareketle eğitimi Kur'an'la irtibatlandıran Levent, bir dizi ayet zikrederek Kur'anî eğitimin temel çerçevesini sundu. Kur'an açısından insanın yaratılışının onun eğitiminden bağımsız olarak ele alınmadığını da bu bağlamda hatırlatan Levent, Rabbimizin yarattığı insanın eğitimini de üzerine aldığını ve bunu da Vahiy ve elçiler göndermek suretiyle gerçekleştirdiğini ifade etti.
İslam'da eğitimin ana muhtevasının ya da kaynağının Vahiy olduğunu söyleyen Levent, Kur'an merkezli bir eğitimin de insanın te'dip edilmesini/kelimenin en geniş anlamıyla edeplendirilmesini ve Vahyi düsturları insana tedrici bir yöntemle ilka etmeyi amaçladığını kaydetti.
İki Boyutlu Bir Kur'anî Eğitim…
Tebliğinin giriş bölümünün önemli bir kısmını Kur'an temelli eğitimde tedriciliğin önemi üzerinde duran Levent, konuyu nüzul süreci ve Mekke ortamı üzerinde yoğunlaştırarak H.z. Peygamber'in (s) kendisini ve ilk nesli tabi kıldığı Kur'anî eğitimin iki boyutu bulunduğunu söyledi.
1-İç Boyut: Eğitimin iç boyutu konusunda Rasul (s) ve ilk neslin örnekliğine müracaat etmenin önemini vurgulayan Levent, Rasulullah (s) ve beraberindekilerin risalet görevini hakkıyla yerine getirebilmek için bunu şahsi ve ruhi bir hazırlık, gündüze dönük bir donanma olarak algıladıklarını söyledi. Karşılaşılacak zorluk ve sıkıntıları aşabilmenin yolunun güçlü bir hazırlıktan geçtiğini belirten Levent, Rasul'ün (s) öncülüğünde ilk neslin kararlılıkla yola koyulmak için, nefsi isteklerine, dış dünyanın ayartmalarına karşı direnebilmek maksadıyla iç eğitime tabi tutulduklarını ve bunu da gece eğitimi ile uyguladıklarını söyledi. Eğitimin gece yürütülmesinin hikmetleri üzerinde de kısa vurgularda bulunan Levent, nihai olarak bunun gündüz de yürütülebileceğini ve aslolanın da ferdi ve yapısal olarak iç eğitimi önemsemenin ve bunun özü niteliğinde olan Vahyi yaşamlaştırmaya dönük tertil üzere okumak olduğunu ifade etti. Tertil üzere okuma eyleminin tekabül etmesi gereken anlam üzerinde de etraflıca duran Levent, onun tarihi süreç içerisinde ve bugün itibariyle yanık sesle tecvid üzere okumaya indirgenmesinin ve salt lafzının hıfz edilmesiyle sınırlamanın önemli zaaflar olduğunu ve bunların Kur'an öğreniminin amaç ve hedeflerinden kopuşu ifade ettiğini söyledi.
İçe dönük boyutun üç temel unsurunun bulunduğunu kaydedip bunları kaynak meselesi, yaklaşım usulü/yöntem ve geçmişin muhasebesi olarak sıralayan Levent, bu unsurların tekabül ettiği anlamları vakıayla irtibatlı bir tarzda tahlil etti. Rasul (s) ve ilk neslin kendisinden beslendiği temel kaynağın Vahiy olduğunu hatırlatan Levent, usul konusunda da onların Kur'an'ı hayata aktarmaya dönük okuduklarını ya da bilgiyi eylemleştirmeye dönük edindiklerini ve ta'lim-teşhit birlikteliğini kuran bir yöntem tercih ettiklerini söyledi. Üçüncü unsur olan geçmişin muhasebesinin ise süreklilik arz eden bir eylem olduğunu ve bunun öncekilerin mirasından edinilen Vahye aykırı değer yargıları ve pratiklerden arınmaya tekabül ettiğini söyleyen Levent, bunların tekabül ettiği alanlara dönük örnekler vererek önemini ortaya koydu. Üçüncü unsur bağlamında Müslümanların bugünkü hallerini ve eğitim müfredatlarının da eleştirisini yapan Levent, çeşitli medeniyetçi ve ulusçu perspektiflerle tarihten/dünden tevarüs eden değer ve pratiklerden ne oranda kopulduğunun muhasebe edilmesi gerektiğini ve bugün Kur'an çalışmaları yapanların ta'lim-teşhit birlikteliğini gerçekten kurup kuramadıklarının sorgulanmaya muhtaç olduğunu söyledi. Levent, servet, mal-makam, soy-ırk, renk, cinsiyet, yaş vb. dayalı ayrımların Kur'an çalışmaları yapanlara ne oranda sirayet ettiği ve dolayısıyla bunların cahiliye hamiyeti olup olmadığının da acilen eğitimin içe dönük boyutunun üçüncü unsuru bağlamında sorgulanması gerektiğini ifade etti.
2-Dış Boyut: Bu boyutun ekseninde inen Vahiy ile yaşanan vakıa arasında sağlıklı ilişkiler kurmanın ve vahyî bilgilerin kitlelere nasıl tebliğ edileceğinin bulunduğunu kaydeden Levent, davetin nasıl etkin kılınabileceği yönlü arayış, istişare ve tartışmaların bu boyutun kapsamında olduğunu söyledi.
Eğitimin dışa dönük boyutunun da üç temel unsuru bulunduğunu kaydeden Levent, daveti etkin kılmak amacıyla öncelikle toplum tahlilinin gerekli olduğunu ve Rasul'ün (s) maiyetindeki ilk neslin birinci unsur bağlamında inanç gruplarını ve niteliklerini tahlil ederek davete karşı koyanları ve icabet edenleri tespit etmeye çabaladıklarını ifade etti. İkinci olarak cahili toplum ve kanaat önderleri ya da güç odaklarıyla nasıl bir ilişki içerisinde olmanın gerektiğini düşündüklerini belirten Levent, ilk neslin cahili toplum ve kanaat önderleriyle ilişkilerini tümden koparıp kendilerini gettolara hapsetmediklerini, onlarla medeni ilişkilerini sürdürmeyi önemsediklerini kaydederek Allah'ın ayetleriyle alay edildiği anda onların ortamı terk ettiklerini ve ilişkilerinin ekseninde davet ve güzel bir şekilde ayrılmanın bulunduğunu söyledi. Halka inme söyleminin de bugün sıkça karşılaşılan bir olgu olduğunu ve bunun sorgulanması gerektiğini belirten Levent, halka inmekten toplumu ıslah etmek amacıyla onlarla medeni ilişkiler kurma imkânlarını aramak yerine Vahiy dışı değerler ekseninde onlarla bütünleşmenin anlaşıldığını, oysa olması gerekenin onların ifsadına ve güç odaklarının zulümlerine ortak olmadan ıslah çabasında olmak ve fikri, zihni, ameli olarak rüczden sürekli arınmak olduğunu söyledi. Üçüncü unsurun tebliğde usul ve üslubu içerdiğini kaydeden Levent, bu bağlamda güzel öğüt ve hikmete kısaca vurguda bulunarak sözü Rıdvan Kaya'ya verdi.
Tebliğ, İhtiyari/Seçimlik Bir Olay Değildir!
Tebliğin marufu emr ve münkerden nehiy görevi olarak da tanımlanabileceği vurgusuyla sözlerine başlayan Rıdvan Kaya, bunun mü'minler için hayatın bütününü kapsaması gereken, süreklilik arz eden kuşatıcı ve ertelenemez bir sorumluluk olduğunu belirterek tebliğde üslup, yöntem ve mekânların farklılaşabileceğini söyledi. Tebliğ sorumluluğunu hatırlatan ayetlerden örnekler vererek kısa değerlendirmelerde bulunan Kaya, 3/104 ve 7/164-165. ayetlerden hareketle tebliğin birileri yaparken diğerlerinin üzerinden kalkabilecek türden bir sorumluluk ve farz-ı kifaye olmadığını, mü'min şahsiyet ve ümmetin temel vasıflarından olduğunu ve felahın şartlarından olarak zikredildiğini ve hakka-adalete şahitliğin bir gereği olan tebliğ ödevinin ihtiyari bir olay olmadığını söyledi.
Tebliğ bağlamında birçok önemli unsurun düşünülebileceğini belirten Kaya, bunlar arasından dört unsurun özellikle önemsenmesi gerektiğini ifade ederek bunları şu şekilde sıraladı: yöntem, netlik, üslup, söylem ile eylem arasında tutarlılık.
Tebliğde yöntem: Tebliğ faaliyetinde gözetilmesi gereken birinci unsurun yöntem olduğunu kaydeden Kaya, bunun tebliğde nasıl bir süreç izlendiği, kimin neye çağrıldığını ve çağrıda nelerin öncelendiği sorularını içerdiğini söyledi. Tebliğin muhatabının içerisinde yaşanılan toplumun tüm fertleri ve kesimleri olarak kabul edilmesi gerektiğini belirten Kaya, muhataplar arasında öncelik sıralamasına gitmenin de kaçınılmaz bir gereklilik olduğunu ifade etti. Ve öncelik tespitinde de ölçünün muhatabın sınıfsal, cinsel, kavmi vb. konumlarının değil davete talep duyup duymadığı hususunun olması gerektiğini belirterek "öncelik daveti talep edenlere verilmeli ve ölçü bu olmalıdır." dedi. Bu bağlamda ısrarcılığın önemine de değinen Kaya, muhatapların olumsuz tutumları karşısında uyarı sorumluluğunda ısrarcı ve sürekli olmanın gerektiğini vurguladı.
Tebliğde Netlik: İkinci olarak tebliğde netliğin önemli olduğunu belirten Kaya, bunun insanlara neyi sunduğumuz, neye çağırdığımız hususunu içerdiğini söyledi. Muhataplara sunulacak tebliğin mesajının yalın, açık ve net olması gerektiğinin altını önemle çizen Kaya, muhatapların neye çağrıldıkları konusunda kafalarında soru işareti bırakmamak gerektiğini ifade etti. Bu meyanda rasullerin örnekliğine dikkat çeken Kaya, tüm rasullerin aynı netlikte tevhidi eksene alarak çeşitli sorunlar bağlamında mesajlarını muhataplara kendilerinde kafa karışıklığı bırakmayacak bir netlikte sunduklarını söyledi. Yine rasüllerin muhataplarının tüm sorunlarını temel bir sorun olan tevhidden kopuşla irtibatlandırdıklarını ifade eden Kaya, bunun tevhidi bütünlük olarak kavramsallaştırılabileceğini belirterek "tevhidi bütünlük bizim de muhataplara sunacağımız mesajımızın, tebliğimizin temel vasfı olmalı" dedi.
Tebliğde üslup: üçüncü unsur olarak tebliğde üslubu saptayan Kaya, "mesajımızın netliği ve doğruluğu tek başına insanlara iyi bir biçimde ulaşmaya, verimli bir sonuç almaya yetmez. Bunlar şarttır tabi ama bunların iyi bir şekilde sunulması da bir o kadar önemlidir." diyerek üslubun önemini ortaya koydu. Etkili bir tebliğ için güzel, kuşatıcı bir üslubun önemini vurgulayan Kaya "üslup her hal u karda kazanıcı olmalıdır!" dedi. Üslupsuzluğun içe ve dışa dönük kimi olumsuz yansımaları üzerinde de duran Kaya, çok az önemsenen birçok detayın bile mesajın etkisini gölgeleyebileceğine örnekler vererek Nuh'un oğluna, İbrahim'in babasına, Kur'an'ın ehli kitaba hitap biçimleri örnekleri üzerinden bir dizi tavsiyede bulundu. Sonuç olarak tebliğdeki üslubun güzel öğüt ve hikmetle çağırmaya ve en güzel surette tartışma ölçülerine uygun olması gerektiğini söyledi Kaya.
Söylem ile eylem arasında tutarlılık: Son unsur olarak söylem ve eylem arasında tutarlılık ve uyumun önemine değinen Kaya, sözün önemli olduğunu ancak eylemin söylem ile tutarlılığının da kaçınılmaz bir gereklilik olduğunu söyledi. Dile getirilenin bir şekilde yaşanılması, örneklendirilmesinin öneminin altını çizen Kaya, kitapla birlikte rasulün gönderiliş hikmetinin de bu olduğunu ifade etti. İnsan psikolojisinde mesaj ile mesajı getiren arasında doğrudan bir ilişkinin gözetildiğini de belirten Kaya, mesajı getirenin/sunanın kişilik ya da üslubunda ortaya çıkacak ufak bir sorunun doğrudan mesajı da etkileyeceğini söyledi.
Kaya'nın konuşmasına müteakiben dinleyicilerin interaktif katılımıyla süren panel, Faruk Kurt'un öne çıkan vurguları özetlemesiyle sona erdi.