Ümraniye’de Bayan Seminerleri Devam Ediyor
Özgür Der Ümraniye şubesinin aylık bayan seminerlerinin bu ayki konusu ‘Tükettikçe Tüketen Modern İnsan ve Kur’an’ın Dünya Malına Yaklaşımı: İnfak, Zekat, Tekasür ve İsar’ idi. Seminer Zeynep Aydın tarafından verildi.
Konuşmacı Zeynep Aydın konu bağlamında öncelikle tüketim kültürüne ve kapitalist kuşatmanın insanı kuşatmasına değindi. Ve ardından Kur'an'ın dünya malına yaklaşımını ayetlerle ve kavramları açıklayarak aşağıdaki gibi sürdürdü:
TÜKETİM KÜLTÜRÜ:
Bilinen her toplum, küçük veya büyük çapta tüketiciydi. Ama biz günümüz toplumunun tüketim toplumu olduğunu söylüyoruz. Ve "tüketim kültürü" terimini kullanıyoruz.
İnsan, zorunlu ve temel/normal ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla harekete geçme enerjisi ve yetisiyle yaratılmıştır. Ama insanları hayvanlar aleminden farklı kılan en önemli özelliği ise, akletme yetisidir. İnsanın zorunlu ve temel ihtiyaçlarını gidermede vahşi rekabet ve tüketimi değil, adil paylaşım ve tüketimi gerçekleştirmesi beklenir. Çünkü insan, akletme özelliği ve yaratıcısının otoritesini onaylama fıtratı ile yaratılmıştır. İnsanın vahyi ve beşeri, adil ve vahşi, tevhid ve şirk kutupları arasındaki tercihi, dünya serüvenindeki yaratılış imtihanıdır.
İnsan, zorunlu ve temel/normal ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla harekete geçme enerjisi ve yetisiyle yaratılmıştır. Ama insanları hayvanlar aleminden farklı kılan en önemli özelliği ise, akletme yetisidir. İnsanın zorunlu ve temel ihtiyaçlarını gidermede vahşi rekabet ve tüketimi değil, adil paylaşım ve tüketimi gerçekleştirmesi beklenir. Çünkü insan, akletme özelliği ve yaratıcısının otoritesini onaylama fıtratı ile yaratılmıştır. İnsanın vahyi ve beşeri, adil ve vahşi, tevhid ve şirk kutupları arasındaki tercihi, dünya serüvenindeki yaratılış imtihanıdır.
Artık hayatımızda ümmet kültürünün veya tarım toplumunun dinamikleri belirleyici değildir. Müslümanlar tarihi süreç içinde ümmet olma bilinç ve pratiğini kaybetmişlerdir. İnsanlık alemi de Sanayi Devrimi'nin dönüştürücü kuşatıcılığı içinde tarım toplumunu ve alışkanlıklarını terk etmeye başlamıştır. Müslümanlar 14. ve 15. yüzyıllardan itibaren Avrupa'da şekillenen yeni ekonomik üretim ve ilişki kalıplarının değişim seyrini tanımlayacak ve karşılayacak toplumsal dinamiklerden ve değer ölçülerinden uzaklaşmışlardı. Müslümanların ilk dönemlerde vahyi ölçüler dairesinde geliştirdikleri bilimsel ve medeni hamleler, değer ölçüleri bulandıkça azalmış ve yaşam koşullarını tanımlama çabalarındaki inisiyatif Rönesans, Reform ve Aydınlanma akımlarıyla şekillenen Avrupa'daki modern paradigmaya kaymıştı.
Yani modern Batı, Müslümanları yeni bir hayat ve zihniyet biçimi olarak nitel bir dönüşüme uğratarak parçalamadı. Müslümanlar Kitab-ı Kerim'le olan irtibatlarını zayıflatmışlar, hayatı cahilce tüketmeye başlamışlar ve ümmet zindeliğini kaybederek parçalanmışlardı. Vahyi nimeti kaybetme sonucu oluşan sosyal parçaları, modern Batı, kapitalist çevrim dairesi içine almış ve kendi parçası veya pazarı haline getirmişti.
Tüketimin tanımında en önemli kavram "ihtiyaç"tır. Tüketimle ihtiyacın tatmini amaçlanır. Zorunlu ve temel ihtiyaçlarımızın fizyolojik ihtiyaçlar, güvenlik ihtiyacı, sevgi, saygı ve ait olma ihtiyaçları gibi açılımları vardır. İhtiyaçlarımızın önceliği zorunlu olanlardan başlar. Ancak tüketimin amacı olan ihtiyaç, birçok kavramla karıştırılır. Bunlardan en önemlisi ise "istek" kavramıdır. İstek çoğu zaman ihtiyacın karşılığı olarak kullanılır. Oysa istek, ihtiyacın nasıl tatmin edileceği ile ilgilidir. İhtiyaç fıtri iken istek kültüreldir. İhtiyaç yaratılışla ilgilidir ve doğaldır; istek ise öğrenilmiştir, değerler sistemine dayanır ve kişinin yaşamı boyunca öğrendikleriyle ilgilidir. Örneğin susamak zorunlu bir ihtiyaçtır. Ancak susuzluğun su ile mi, ayran ile mi, cola ile mi karşılanacağını belirleyen istektir.
Böyle bir kuşatılmışlık söz konusu fakat Allah Kur'an'da Dünya malına yaklaşımın nasıl olması gerektiğini bize gösteriyor:
İNFAK
İnfakı anlamanın ve sindirmenin yolu, vahyin inşa ettiği bir servet tasavvuruna sahip olmaktan geçer. Bu tasavvurun yaslanacağı akide de, tevhid akidesidir. "Mülk kimindir?" sorusuna Kur'an'ın defaatle verdiği cevap açıktır: Mülk Allah'ındır. Peki, ya mülkten insanın payına düşene ne demeli? Şu bir hakikat ki, bu pay insana emanet olarak verilmiştir. Zira insan bu cihana sahip olmak için değil şahit olmak için gelmiştir. Serveti imana şahit kılmak lazımdır. Bu ise, servete mülkiyet değil emanet gözüyle bakmakla gerçekleşir.
Kur'an servet konusundaki iki aşırı ucu da dışlar. Bunlardan birini Batı'nın "mutlak mülkiyet" anlayışına dayalı Kapitalizmi, ötekini ise Doğu'nun dünyayı bir günah sayan fakirizmi temsil eder. Serveti ferdin değil toplumun mülkü olarak gören Komünizm mahiyet itibarıyla Kapitalizm ile servete bakışta aynı gözede buluşurlar. Buluştukları o göze, servetin emanet değil mülkiyet olduğu fikridir. Servetin bireyin mi toplumun mu mülkiyeti olduğu tartışması tali bir tartışmadır. Vahyin sahibi, servetin belli ellerde temerküz ederek devlete dönüşmesine razı değildir (Haşr 7). Yığma arzusu, insanı "servete sahip" değil, "servete ait" kılmıştır. Servete ait olanın serveti olamaz. Zira ortada "sahip" denilecek bir özne kalmamıştır. Bunun en tipik örneği Kârun'dur. Kur'an Kârun tipini serveti emanet değil mülkiyet gören kişinin akıbeti bağlamında zikreder (Kasas 76-84).
İnfak ahlakı
Kur'an bir infak ahlakı inşa eder. Bu konu Kur'an'a göre o kadar önceliklidir ki, 23 yıllık peygamberlik sürecinin daha ilk inen üçüncü pasajı olan Müddessir Sûresi'nin 6. âyetinde şöyle buyurur: "İyilik yapmayı kazanç kapısı haline getirme!" veya "Allah için yaptığın iyiliği çok görme!" Bu nehiy, "infak ahlakına" dair bir nehiydir. Âyette geçen el-mennu, yardım edenin yardım alana iyiliğini hatırlatması, bir tür baş kakıncı yapmasıdır. Hasan Basri, âyetin istiksar'ı yasakladığını söylemiştir. İstiksar, "daha fazlasını elde edeceği beklentisiyle vermek"; kaz gelecek yerden tavuğu esirgememektir. Bu tutum infak ahlakına aykırıdır, zira gerçekte mülkün tamamı Allah'ındır ve buna kulun kendisi de dâhildir. Dolayısıyla kulun vermesi, hakiki değil mecazi anlamda bir vermedir. Hakikatte veren de Allah'tır, verdiren de. Veren kul, kendisine vermeyi nasip ettiği için Allah'a şükür borçludur.
TEKASÜR
"Bir zenginlik/çoğaltma yarışıdır (tekâsür) oyalanıp duruyorsunuz. Mezarlarınıza girinceye kadar süren bir oyun ve oynaş… Fakat hayır! Yakında bileceksiniz. Fazla uzak değil; çok yakında bileceksiniz. Evet, daha derinden bakabilseydiniz. Ateşe yuvarlanmakta olduğunuzu görürdünüz. Kendi gözlerinizle onu apaçık göreceksiniz. O gün her nimetten bizzat sorgulanacaksanız…" (Tekâsür; 1-8)
Tekasür K-S-R kök harflerinden türeyen bir terimdir. KE-SE-RA çok oldu demektir. Tekasür ise çoklukla övünmektir. Geniş anlamıyla; çoğunluğa, birikime, maddi servete ve konfora sahip olmakla övünmek demektir.
TEKASÜR: Cahiliye insanının bir davranış kalıbıdır.Bu insan tipi dünyada çakılıp kalacağını, burada ebedileşeceğini vehmeden, ölümden sonra dirilişi yok sayan, varını yoğunu geçici olana harcayan, yatırımını bitimsiz nimetlere sahip Ahiret hayatına yapmayan bir karaktere sahiptir.
Tekasür ile zulm, dengeleri bozmak ve ahde vefasızlık arasında yakın bir ilgi vardır. Aşırı bir tutuku ile mal, evlat, güç ve servet biriktirmek insanları manevi/ilahi değerlerin dışına çıkarır. Sonuçta böyle yapan bireylerin eylemleri bütün bir toplumu yavaş yavaş çürümeye, felakete götürerek dünyayı yaşanmaz hale getirdiği gibi ebedi hayatta da iflas edenler olma neticesi ile karşı karşıya bırakır.
Rabbimiz; Allah'ı değil şeytanı, ahreti değil dünyanın geçici menfaatlerini tercih eden yeryüzünün küçük ilahçıklarının bu olumsuz tutumuna dikkat çekmek için tekasür süresini indirmiştir.
Övülmesi Gereken, Dünyevi Güç Üstünlüğü Değil Erdemli İnsanların Takva Üstünlüğüdür
Kafirler, müşrikler olumsuz ihvan grupları güç ve servetleriyle övünmüşlerdir. Oysa bir çok ayeti kerimede Rabbimiz bu durumu kınamıştır:
"Onlar, hiç yeryüzünde dolaşıp kendilerinden önce yaşamış olan (hakikat inkarcılarının) ların sonlarının ne olduğunu görmediler mi? Onlar ki, daha kuvvetliydiler. Yeryüzünde daha derin iz bırakmışlardı. Ve dünyaya daha iyi iman etmişlerdi. Peygamberleri onlara hakikatin bütün kanıtları ile gelmişlerdi. Ama Allah (onları helak etmekle) onlara haksızlık yapmış değildi. Fakat onlar kendilerine haksızlık yapmışlardır." (Rum/9)
Öte yandan tekâsür kavramı çağımızda "kapitalist yarış" denilen şeye tekabül etmektedir. Çünkü kapital eldeki anaparayı (sermaye) çoğaltma, artırma, biriktirme demektir. Kapitalizm de, sermayeye dayanan, onu çoğaltmayı (kâr) yegâne gaye bilen, sermayedarların üretim araçlarının sahibi olduğu, alım satımın sırf zenginleşme ve kâr maksadıyla yapıldığı, biriktirme ve çoğaltma dışında hiçbir değerin geçer akçe olmadığı, bu iktisat görüşünün toplumsal değer haline geldiği düzen demektir…
İSAR
İSAR'ın Terim Anlamı:
4. İsar'ın terim anlamı ya da Kur'an tarafından genişletilmiş anlamı, Haşr Sûresi 9. ayette geçmektedir:
"Onlardan önce bu yöreyi yurt edinmiş gönüllerine imanı yerleştirmiş olanlar, kendilerine hicret edip gelenleri severler. Onlara verilen ganimetten dolayı nefislerinde bir kıskançlık duymazlar, ONLARI KENDİ NEFİSLERİNE TERCİH EDERLER. Velev ki kendileri de ihtiyaç sahipleri olsalar bile. Kim de nefsinin hırsından korunursa işte onlardır felaha ulaşacak olanlar"
Bu ayet, işaret etmek suretiyle ENSAR'ın iman biçimini, Kur'an ahlakını, müminlerin kişiliklerindeki pislikleri nasıl temizleyeceklerini, imanın abideleşmiş tanıklıklarını nasıl ortaya koyacaklarını öğretmektedir.
Kur'an'ın dünya ve ahiret saadetimizin teminatı öğütlerinden anladığımıza göre, müslüman, ihtiyaçlarına rağmen mümin kardeşini kendisine tercih edendir. İlk İslam toplumunun önemli öbeklerinden biri olan ENSAR bu konuda Medine Hicret yurdunda kardeşleri Muhacirlere kucak açarak İSAR tanıklığını ortaya koymuşlardır.
Sonuç
Kur'an ahlakının temel kavramlarından biri olan İSAR, ENSAR bağlamında İslami şahitliğin bir örneği olarak Rabbimiz tarafından Kur'an'da zikredilmektedir.
İnsanı bir çok salih eylemden vazgeçiren cimrilik gibi nefsani hastalıklardır. Mümin olmak, bencillikten vazgeçmeyi, fedakar ve cömert olmayı gerektirir, Sürekli olarak vermeyi değil almayı düşünen kişinin çevresine faydası olamaz. Egosuna karşı, nefsinin fısıldadığı kötülüklere karşı imanıyla direnen kişi, kendisini iyilikten alıkoyan engelleri aşmış demektir. Akabe'yi (sarp yokuşu) aşabilecek olanlar, Allah'ın vadettiği cennet yurtlarına kavuşacak olanlar, veren elin alan elden üstün olduğu bilinciyle hayatlarını yaşayanlardır. İşte gerçek kurtuluş, gerçek başarı ve güzel son onlaradır.
İSAR, salih ameli, tıpkı ilk müminlerin yaptığı gibi inancımızın gereğini yaşarken bizim gibi inanan ve maddi manevi infaklara ihtiyaç duyan kardeşlerimizle dayanışma içerisinde olmamızın gereğine işaret eder. KUR'AN AHLAKI, nefsimizin fısıldadığı cimrilikten kurtulmayı, sınırsız mülkiyet arzusuna kapılmamayı, sonsuz tüketim hırsından korunmayı gerektirir.
İSAR, Ensarın muhacire kucak açması, zenginin yoksula karşı kendini sorumlu hissetmesidir. İSAR, fani olanlara karşı Allah'ı tercih etmek, Allah için yapılan ve dünyevi karşılık beklenilmeyen fedakarlıkların diğer adıdır.
Bu sunumun ardından seminer katkı ve sorularla sona erdi.