“Kur’an’ı Anlamada Hadis ve Sünnetin Önemi”
Ümraniye Şube’de “Kur’an’ı Anlamada Hadis ve Sünnetin Önemi” Konuşuldu
Özgür-Der Ümraniye Şubesinde bu hafta “Kur’an’ı Anlamada Hadis ve Sünnetin Önemi” konusu konuşuldu.
Programın sunumunu yapan Osman Nuri Özyurt özetle şunları söyledi:
“Sünnet, Kur’an’dan sonra ikinci dereceden bir kaynak olduğu neredeyse bütün İslam ümmetinin icma ettiği bir husustur.
Sünnet, işlek yol, adet, gidişat anlamlarına gelmektedir. Sünnet, Kur’an’ın bizlere önemsettiği başvuru kaynaklarının en başında geleni ve Rasulullah’ın gerçekleştirdiği şahitliklerin ortak adıdır.
Kur’an’da doğrudan “Rasulullah’ın Sünneti” diye bir terkip yoktur. Sünnet kelimesi ayeti kerimelerde genellikle Allah’a nisbet edilmiştir.
Fakat kelimenin çağrıştırdığı eylemlerin bir insan olarak Rasulullah’a nisbet edilmesinde itikadi olarak bir sakıncada yoktur. İnsanlarda sünnetin temsil ettiği eylemin izafe edildiği özneler olarak Kur’an’da anılmaktadır. (Ali İmran 137 – Nisa 26)
Peygamberimizin Kur’an’dan kalkarak yaptığı örnek tanıklığı ifade etmek için İslam ümmeti sünnet kelimesini terimleştirmiştir.
Terimleşmiş bir kelime olarak sünnetin bir çok tanımını yapmak mümkündür.
Bize en yakın olduğunu düşündüğümüz anlam ise; “Hükümlerinin aslı Kuran’da olan İslam.’ın temel ilkelerinin teşhid keyfiyeti için Rasulullah’ın örnekliğine başvurmanın zorunlu olduğu, zamanı aşkın ümmeti bağlayan model uygulamalardır.”
Bu model uygulamaları değerli kılan onların Allahın denetimi altında oluşmuş bulunması ve bize kesintisiz, mütevatir bir uygulamayla veya sadık haberle ulaşmış bulunmasıdır.
Yoksa bize ulaşıncaya kadar başından kaza geçen uygulama ve haberlerin aynı değerde ele alınması mümkün değildir.
İlahi denetim altında oluşmuş bulunan Rasulullah’ın örnek uygulamalarını iyi tahlil etmek gerekir. Allah’ın elçisinin din için önemini, ümmet için tayin edilmiş konumunu doğru bir şekilde kavranabilmesi için elzemdir.
Çünkü Kur’an’ın bu ilk örnek tanıklığı bütün zamanlarda yaşayan Müslümanlar için bünyesinde bağlayıcı uygulamalar barındırmaktadır.
Sünnet, peygamberimizin risalet misyonunun eyleme dökülmüş boyutunu temsil etmektedir. Hadis ise risaletin söze dökülmüş boyutudur. Sünnetin fiili boyutu bize mütevatir olarak geldiği için haberi sadıktır yani güvenilir haberdir.
Fakat mana ile rivayet edilen, rivayet edenin idrak seviyesini, algılama gücünü, hatta niyetini yansıtan hadis için aynı güvenirlilik kıstasından söz etmek o kadar kolay değildir. Bu yüzden sünnet, değer kriterleri bakımından hadisten önceliklidir.
Sünnet deyince Allah’ın rasulu Hz.Muhammed akla gelmektedir. Onun bizim için kul-beşer ve rasul-seçilmiş insan olarak konumunu dengeli bir şekilde tayin etmeden sünnetin gerçek mahiyetini kavrayamayız.
Rasulullah’ın ilk muhataplar olan sahabelerle birlikte gerçekleştirdikleri ilk şahitlikler çok önemlidir. Bu şahitlikler olmadan dini doğru anlamanın ve sahih bir Kur’ani şahitlik koymanın imkanı yoktur.
Ancak hiçbir zaman gözden kaçırılmaması gereken bir boyutu da, şahitliğin temel ilkelerinin en ince ayrıntısına kadar ilahi vahiyde açıklanmış olmasıdır.
Kısacası şahitlik gerektiren konularda Kur’an’ın mücmelleri/sünnetle açıklanması gereken yönlkeri vardır. Namazın nasıl kılınacağı, haccın ne zaman ve nasıl yapılacağı gibi konuları örnek olarak verebiliriz.
Rasulullah’ı izleme, ona tabi olma görevimiz vardır. Hem de bu vazife Allah’ı sevmenin bir ön koşulu olarak betimlenmektedir. (Ali İmran 31)
İzleme peşinden gitme tabi olmak demektir. Yüce Allah’ın izinden gitmek mümkün olmayacağına göre izinden gidilen bizim gibi aynı türden olan aynı zaaflara ve üstünlüklere sahip olan biri olmalıdır. Bu nedenle ilahi vahy,in apaçık tanıklığını kendi şahsında ve ulaşabildiği her yerde başarı ile ve Rabbani gözetim altında yapan insan Hz.Peygambere tabiyetten bahsedilebilir.
Bizim Rasulullah’a uymamız onun Kur’an’a uygun hareket etmesinden dolayıdır. Yoksa kayıtsız şartsız, ilkesiz, denetimsiz, ölçüsüz bir tabi olma söz konusu değildir.
Rasulullah’ın neye tabi olacağına ilişkin çok sayıda ayette rehberlik yapılmıştır. Bu da gösteriyor ki bizim ona tabi oluşumuzun mesnedi ve meşruiyeti Kur’an’dır. (Maide 49)
Bizim Resul’e tabi olma görevimiz, onunda Kur’an’ın beyanlarına tabi olma görevi vardır; bu görevde muhtemel sapmalara karşı da Rabbimizin denetimi vardır. (Kıyamet 18-19 – Ala 6)
Peygamberimizin, hayatın tüm alanlarında dinin yürürlüğe giren ilkelerini uygulamada iyi örnek olduğunu beyan eden ayetlerin en vurgulusu şüphesiz Ahzap Suresi 21. Ayettir.
Sünnete uymanın bağlayıcılığı konusunda bütün İslami mezhepler cemaatler ve gruplar ittifat etmişlerdir.
Sünneti anlama ve yaşamlaştırmada öncelikli kaynak Kur’an ve peygamberimizin bize mütevatir ameli uygulamalar olarak ulaşan şahitliğidir. Çünkü bu uygulamalar yüzyıllardır “bir araya yalan söylemek üzere gelmeleri mümkün olmayan kuşaklar tarafından hep aynı şekilde değiştirilmeden aktarılmaktadır.
Hadisler ise bize bütün ümmetin aktarımı ile mütevatir olarak değil, belli sayıyı geçmeyen ravilerle gelmektedir. O yüzden sünnetle hadisin aynı güvenirlikte olduğunu söylemek mümkün değildir.
Çünkü hadislerin çoğu Peygamberimizden mana olarak rivayet edilmiştir; lafızlarıyla birlikte mütevatirlik derecesine çıkan hadislerin sayısı hakkında ümmetin alimleri arasında bir fikir birliği yoktur. Hatta, tek bir hadisin lafızlarıyla birlikte mütevatirlik derecesine çıktığını söyleyenler bile vardır.
Hadislerin çoğunluğunun mütevatirlik derecesine çıkmamalarından dolayı ahad olduğunu söyleyebiliriz. Bir başka ifadeyle hadislerin büyük bir ekseriyeti haberi vahidir.
Sonuç olarak özetleyecek olursak; değerlendirmeye çalıştığımız herhangi bir olay değil, dinimizin anlaşılmasında temel bir ölçü olayıdır.
Temel ölçüler zan ve vehimlerden kalkılarak değil; muhkem açık ve kesin delillerden kalkılarak kavranılabilinir.
Bu alanda yapılan yanlışlar, sünnetin sübutu konusunda olduğu gibi, sünnet ile hadisi aynı değerde görülmesi yanlışından da kaynaklanmaktadır.
Şu asla unutulmamalıdır ki, vakıa olarak Kur'an'ı belirleyen sünnet veya hadis değil, bizatihi belirleyici konumda olan, sünneti belirleyen ve yönlendiren Kur'an'ın ta kendisidir.
Din ile ilgili bütün belirlemelerin kaynağı, Rabbimizin Hz. Muhammed'e vahyettiği ve günümüze kadar mütevatir bir yolla gelen, korunmuş olan Kur'an-ı Mübin'dir.
Sünnet dahil hiç bir rivayet ve hüküm, Kur'an nasslarının üstünde yeni bir ilke ve yeni bir görüş getiremez.
O halde sünnet konusunun içeriğini belirlerken öncelikle başvuracağımız ve hükümleriyle kayıtlı kalacağımız asıl kaynak kitabımız olan Kur'an'dır.
Hz. Muhammed'in sünnetini zanni alan rivayetlerle ve tarih içinde oluşmuş farklı ön kabullerle değil; Kur'an'a ve vakıaya dayanan kesin ve kafi delillerle değerlendirebilmeliyiz.”