İslami uyanışın seyri ve gelecek tasavvuru...
Özgür-Der Ümraniye Şubesi'nin bu ayki paneline katılan Doç. Dr. Mustafa Aydın ve Hamza Türkmen "Türkiye’de İslami Uyanışın Seyri ve Gelecek Tasavvuru" konusunu tartıştılar.
Aylık İslami Düşünce Panelleri'nin 6.'sını oluşturan bu ayki panel 22 Mart, Cumartesi akşamı Üsküdar Belediyesi Sabahattin Zaim Çamlıca Kültür Merkezi'nde yapıldı. Türkiye'de İslami Uyanışın Seyri ve Gelecek Tasavvuru adını taşıyan Panel'i O. Nuri Özyurt yönetti. İki oturum şeklinde gerçekleştirilen panelin 1. turunda konuşmacılar İslami uyanış sürecinin ve bununla ilintili tanımların analizini yaparak sürecin Türkiye'deki oluşumunu ve gelişim seyrini değerlendirdi. 2. turday ise gelinen aşamada içerisinde bulunulan konumu ve geleceğe yönelik tasavvurları tartışıp "nasıl bir gelecek tasavvuru" sorusuna cevap aradılar.
Siyasal İslam Resmi İslam değildir!
Birinci konuşmacı olarak söz alan Mustafa Aydın İslami uyanış ve bununla bağlantılı oluşan siyasal İslam kavramlarını irdelediği konuşmasında, İslami uyanışın Türkiye'deki seyrini kısaca değerlendirerek son zamanlarda Ali Bulaç'ın sözcülüğünü yaptığı "Resmi İslam- Sivil İslam" tartışmasına değindi. Sosyal olayların ve hareketlerin tek faktörle açıklanamayacağını hatırlatan Aydın, çağdaş İslami uyanışın türedi bir olgu olmadığını, salt Batı'ya karşı bir tepkiyi içermediğini, her şeyden önce bozulan dini telakkiyi ıslah ve tecdid çabasıyla belirdiğini belirtti. İslam coğrafyasında 19. ve 20. y.y. da gelişen çağdaş İslami uyanışın karakteristik yapısını da yine bu bağlamda analiz eden Aydın, buradan hareketle sözü Türkiye'ye getirerek İslami uyanışın Türkiye'ye oldukça gecikmeli girdiğini söyledi.
İçerisinde moderniteye karşı tepki zemininde gelişen Gelenekselcilik ve çeşitli selefi eğilimleri taşısa da İslamcılığın nihayetinde İslam'ı topyekûn anlama ve yaşama vurgusuyla belirginlik kazandığını ve dolayısıyla bunun Batılı paradigma ve yaşam tarzı karşıtlığının yanı sıra daha başka boyutlarının da bulunduğunu söyleyen Aydın, Batı'nın içerdiği İslami devlet talebi dolayısıyla İslami uyanışı tehdit olarak algıladığını ve bu tehdit konseptinden hareketle de Siyasal İslam tanımlamasını getirerek onu etiketlediğini belirtti. Bu parçacı ve dışarıdan tanımlamanın da aslında bilim adamları postuna bürünmüş stratejistlerce geliştirildiğini belirterek "bu etiketleme salt devlet talebi/siyasal boyuttan hareket ediyor. Oysa İslami uyanış salt bu değil. Daha bütüncül talep ve argümanları da içermekte" diyerek İslami devlet talebinin de meşru bir talep olduğunu ve bunun bizatihi İslami paradigmadan kaynaklandığını söyledi.
"Yeni-İslamcılık" arayışlarıyla eş-zamanlı seslendirilen Resmi İslam-Sivil İslam ayrımındaki Resmi İslam'ın da Siyasal İslam ile özdeşleştirildiğini saptayan Aydın, bunun yanıltıcı ve tutarsız bir yaklaşım olduğunu belirterek siyasal İslam'ın İslami uyanışı etiketlemeye dönük geliştirilmiş bir kavram olduğunu hatırlattı ve ikisi arasındaki farka dair şöyle dedi: "Siyasal İslam, Resmi İslam değildir. Resmi İslam ulus devlet tarafından yürütülen bir projedir. Bizzat devlet tarafından yürütülüyor." Modern Türkiye ulus devlet yapılanmasının bunun somut örneği olduğunu söyleyen Aydın, egemenlerin Müslümanların yapmadığı kadar İslam üzerinde durduklarını ve hemen her 8-10 yılda bir yeni projeler geliştirdiklerini belirterek bundan amaçlanın da kendisi için tehlikesiz ve kullanışlı bir din modeli geliştirme ve Müslümanları böylece güdüleme olduğunu söyledi.
Gövdesi devletin dışında, kafası devletin içinde olmak yetmiyor!
"Sivil İslam" önermesinin ise bu bağlamda ilk etapta masum bir çaba olarak algılanabileceğini belirten Aydın, ancak bu çabayı dillendirenlerin her ne kadar bir zamanlar İslami uyanış sürecinde yer alsalar da gelinen aşamada kendilerini İslamcı olarak tanımlamaktan bile çekindiklerini ve dolayısıyla bu yönelimin Resmi İslam'a bir tepkiyi ifade ettiğini ve İslami uyanışı dışarıdan etiketlemenin ürünü olan Radikal İslam, Siyasal İslam vb. gibileriyle tanımlanmaktan kaçındıklarını söyledi.
Bu yönelimin tutarlılık derecesini sivillik olgusu ekseninde de değerlendiren Aydın, sivil toplumun ve sivil toplum örgütlerinin Batılı tarihi gelişim içerisindeki anlamlarını ve günümüzdeki işlevini analiz ederek devlet/sistem karşıtı bir konumun bunlara atfedilmesinin zor olduğunu, çünkü devlet ile aynı alanları paylaşır bir yapıda olduklarını, çeşitli alanlarda devlet ile iş bölümü yaptıklarını ve genel olarak güdümlü bir pozisyonda bulunduklarını söyledi. Aydın, birinci turdaki konuşmasını "gövdesi devletin dışında, kafası devletin içinde olmak yetmiyor!" sözüyle tamamladı.
Mektep ve Hareket birlikteliği ekseni yitirildi
Panelin ikinci konuşmacısı olan Hamza Türkmen ise İslami uyanışın Türkiye'deki oluşum ve gelişim seyrini konu edindiği birinci tur konuşmasında tarihsel ortama ilişkin olarak Danişmendiler ve Kadızadeliler hareketlerinin çabalarını özetleyerek başladı. Her iki hareketin de mümkün olduğunca egemen iktidar odaklarından farklı olarak kitabi bir dini telakkiye sahip olduklarını ve bunu köylerden şehirlere, bireylerden aşiretlere değin ulaşabildikleri toplumun tüm katmanlarına yaymaya çalıştıklarını belirten Türkmen, geleneksel Selçuklu ve Osmanlı coğrafyasında bu iki hareketten sonra bir donukluğun yaşandığını söyledi. 19. y.y. da Afgani'nin dillendirdiği ihya ve ıslah çabasında ortaya konan açılımların, İslam coğrafyasında geniş çaplı etkiler uyandırdığını belirten Türkmen, bunun özünde barındırdığı programın hemen tüm İslami hareketler tarafından paylaşıldığını, ancak bu birikimin Kemalist devrimler nedeniyle Türkiye'ye oldukça geç bir zamanda ulaştığını söyledi. Türkmen, 1970'li yıllarda İslam coğrafyasındaki çağdaş ıslah çabalarının Türkçeye tercüme edilmesiyle başlayan uyanış sürecinin içerisinde geliştiği tarihsel ortamın da sistematik bir resmini çizdi.
Türkmen, 1960 sonrasında ulusal sistem içinde tutulmaya çalışılan İslami duyarlılığın özellikle 1960'l7 yıllarda sol ve sosyalist hareketlere karşı kullanıldığı ve böylece saptırıldığını hatırlatarak buna örnekler verdi. 1980'li yıllara doğru geleneksel kirliliklerden arınma ve sistem ve milliyetçi/mukaddesatçı kesimlerden kopma ve bağımsızlaşma yönünde çabaları da ortaya koyan Türkmen, bu süreçte bağımsız bir yapılanma arayışlarının da oluştuğunu ancak 12 Eylül darbesinin oluşturduğu korku ve baskı atmosferinin irtibatları zayıflattığını söyleyerek bu süreçten itibaren ortaya konan tutum ve çabaların niteliğini saptadı. Cemaatleşme/yapılaşma yönünde ortaya konulanların sürecin öncü taşıyıcılarının inisiyatifinde değil, tersine onlardan etkilenmiş olan talebeler-okuyucular tarafından yürütüldüğünü ve bu yüzden de gerekli bir yeterliliğe ulaşılamadığını belirten Türkmen, henüz yeterli bir kimlik oluşturulmadan çok aceleci ve ütopik önceliklerin edinildiğini ve bunların 28 Şubat sürecine kadar devam ettiğini söyleyerek bu tutumları kendini oluşturmadan nicel olanı, kalabalıkları önceleme, öncelikli hedef olarak iktidara gelme olarak özetledi. Bunları usulî yetersizliklerden kaynaklanan zaaflar olarak niteleyen Türkmen "hem mektep hem hareket boyutuyla yürütülmesi gereken çabada mektep atlandı" dedi. Bununla birlikte yine uyanış sürecinde oluşan ve hala da aşılamayan bir diğer yanlışın da mektep boyutuna karşın hareket boyutunun ihmal edilmesi gibi tam tersi bir istikametin de geliştiğini belirten Türkmen, böylece iman-amel, mektep-hareket birlikteliği ekseninin yitirildiğini söyledi.
Sorun en temelde öncelik yanlışlarında
28 Şubat sürecine değin "radikal kesim" denilen tevhidi uyanış sürecinde yer alan cemaatlerin hayali iktidar beklentileri söz konusu oldu ve zaman içinde realitiye denk düşmediği gerçeği bir yılgınlığı getirdi. Milli ve demokratik mücadeleyi seçen Türkiye İslamcılarının iktidar odaklı ve aceleci Truva atı taktiği ile devleti içeriden fethetme çabaları da namaz kılan Necmettin Erbakan'ın Başbakan olduğunda iktidar olamadığı gerçeği ile karşılaşılınca demoralize oldu. Türkiye'de tevhidi veya demokratik İslamcılık anlayışlarının temelsiz tespit ve heyecanlardan kaynaklanan yanlışları ve moral bozukluğu 28 Şubat 1997 askeri darbesinden sonra gün yüzüne çıktı, dağılmalar savrulmalar oldu. Bu savrulma sürecinden geriye kalan tevhidi uyanış sürecinin cemaatlerinden (radikallerden) büyük bir çoğunluğunun ise şuan "kartvizit cemaatleri" pozisyonuna düştüğünü söyleyen Türkmen, Seyyid Kutub'un şehadetinin akabinde onun adına 5-6 hareketin kurulduğunu ancak bunlardan hemen hiç birinin şehidin en temel/üst vurgusu olan Kur'an Nesli açılımını kavrayamadığını belirtti. Türkmen, ilk oturumdaki konuşmasını "sorun, bütün samimi gayret ve kazanımlara rağmen en temelde öncelikler konusundaki yanlışlarda, sahip olunan birikim ve geçmişi muhasebe edememe de" vurgusuyla noktaladı.
Çözüm; süreci muhasebe edip tevhidi-Kur'ani bir çizgiye yol almak ve arınma ameliyesini süreklileştirmektir!
Mustafa Aydın, ikinci turdaki konuşmasında da Türkiye'de İslami uyanış sürecinin seyrinde karşılaşılan sorunlar, sağlıklı bir istikamet ve gelecek tasavvurunun oluşumunu engelleyen faktörler üzerinde durdu. Aydın 1- geleneksel çizgi ve kalıplardan sıyrılamama, 2- sistemin ürettiği din anlayışı ve taşıyıcısı kurumlara eğilim, 3- işlevsiz ve üretimsiz hantal geleneksel kişi ve kurumlara ittiba, 4- devrimci İslami eğilime karşı mesafeli durma, 5- eklektik kimlik ve pragmatik siyaset, 6- baskın millilik yönelimini dini/İslami duyarlılığın genel sorunları olarak zikretti. Aydın, 1- İslamcılığı salt bilgilenme/söylem düzeyinde algılamak, 2- milliyetçilik ve milliliği aşamama, muhafazakarlık ve yerelciliğe kayma, 3- iktidar odaklılık, iktidara eklemlenerek taleplerini erteleme, 4- Cemaatçilik/grupçuluk/sivil toplumculuk tarzındaki yüzeysellik, sapma ve yanlışları sağlıklı bir mücadele istikameti ve gelecek tasavvurunun oluşumu önündeki en önemli engeller olarak belirledi. Bu tespitleri birbirleriyle irtibatlandırarak yaşanan fiili durum üzerinden örnekleyen Aydın konuşmasını "çözüm; süreci muhasebe edip tevhidi-Kur'ani bir çizgiye yol almak ve arınma ameliyesini süreklileştirmektir" vurgusuyla tamamladı.
Bulunduğu muhitte herkesin bir Kur'an Nesli halkası olması ve bu halkaların mücadele zemininde içe içe geçmiş bir zincire dönüştürülmesi gerek!
Hamza Türkmen ise ikinci turdaki konuşmasında, gelecek tasavvurunu oluşturma, tasarlama ve planlamada yaşanan eksikler üzerinde durarak bunun için geçmişi ve günü sağlıklı ve bütüncül bir muhasebeye tabi tutmanın önemi üzerinde durdu. 1- Sivil İslam ve 2- silahlı mücadele eğilimlerini yaşanan halde mündemiç iki ayrı gelecek tasavvuru olarak zikreden Türkmen, İslami uyanış sürecinin bakiyesi insanların büyük bir çoğunluğunun dönüştüğünü ve AK Parti'nin katalizörleri arasına katıldıklarını, geriye kalıp duyarlılığını koruyanlardan önemli bir kısmının ise kafa karışıklığı ve moral bozukluğu içerisinde bu iki eğilim arasında bocaladıklarını belirterek silahlı mücadeleyi savunan ve bunun için dışa yönelenlerin oldukça samimi olmakla birlikte yoğun tepkisellik yansıttıklarını ve bu tepkiselliği evrenselleştirilme yanlışı içinde olduklarını söyledi. Sivil İslam yöneliminiyse kendi içerisinde ikiye ayıran Türkmen, Müslüman Sol arayışının bunun bir boyutu olduğunu ve ayrıca bunun içerisinde çeşitli liberal, demokrat, tarihselci perspektifleri de barındırdığını belirterek bunun Yeni-İslamcılık olarak kavramlaştırıldığını söyledi. Sivil İslam yöneliminin ikinci boyutunuysa muhafazakâr kanadın oluşturduğunu söyleyen Türkmen "Bu Fethullahçılık üzerinden gerçekleştirilmeye çalışılıyor" dedi. Son olarak Kur'an Neslini İnşa perspektifinin, gelecek tasavvurumuz açısından en önemli kalkış noktası olduğunu söyleyen Türkmen, bu sürece adım atan öbeklerin de aşması gereken sorunları bulunduğunu belirtti. Türkmen sistem ve toplum değerlendirmesi, sistem içi mücadele araçlarına yaklaşım, mücadelenin sabit ve değişken ölçüleri, bölgesel şartlarda karşılaşılan sorunlar ve mücadele metodolojisindeki farklılıklar üzerinden örnekler vererek şartları ve muhitleri aşan ve tüm nüveleri buluşturup bütünleştiren evrensel sorumluluklar ve güncel ödevler boyutunu kısaca değerlendirip konuşmasını tamamladı.
HAKSÖZ-HABER / Abdulvedud Ay