'Tevhid Bağlamında Özgürlük'
Siverek Özgür-Der temsilciliğinde alternatif eğitim seminerleri Osman İzol’un sunduğu “Tevhid Bağlamında Özgürlük” konusu ile devam etti.
Osman İzol'un seminerinden notları sizlere sunuyoruz.
Kuran'ın insana vermek istediği dünya görüşü, tevhidi dünya görüşüdür. Bu bağlamda var olan her şey yüce bir kuvvet olan Allah tarafından yaratılmıştır. Aynı zamanda Allah, bu evrendeki düzenin tek düzenleyicisi, idare edicisi, çekip çeviren, şekil ve suret veren, canlıları rızıklandıran ve hayat verenin Allah olduğu bilincini insanoğluna vahiyle bildirmek istiyor.
Kuranın bütün ayetleri gerek direk ve ya gerekse dolaylı olarak insanoğlunun dikkatini Allah'ın yegâne rab ve ilah oluşu üzerine çekmektedir. Bunun sebebi insanın hevasını ilah edebilecek durumda olmasıdır. Bu konuyla ilgili Furkan 43'te Allah şöyle buyuruyor: İhtiraslarını ilah edinen kimseyi görüyor musun? Aynı zamanda gene yaratılmış olan varlıkların rab yerine konabilmesi ve kendilerini rab olarak öne sürmelerindendir. Bununla ilgili olarak Naziat 24'te firavunun şöyle dediği bildiriliyor: Sizin en yüce Rabbiniz benim dedi.
Bunun için kitap ve elçi gönderen Allah insan ile yaratıcı arasındaki olması gereken ilişkinin şeklini açıklıyor. İşte tevhidi dünya görüşü bu anlayış üzerine şekillenmesi gereken bir yaşam biçimidir.
Kendisini kâinatın tek yaratıcısı ve her şeyin sahibi olarak tanıtan Allah, insanı yarattı. Yaratılmışlar arasında en şereflisi olarak seçtiği insana irade vererek sorumluluk sahibi bir varlık kıldı. Bu sorumluluğun bizzat insan tarafından kabul edildiğini (Ahzab 72) de Allah şöyle açıklıyor: biz emaneti göklere dağlara ve yerlere teklif ettik onlar bu sorumluluğu yüklenmekten çekindiler. Onu insan yüklendi…
Evet, insan bir emanet yüklendi. Yani insan Allah tarafından teklif edilen ve insan tarafından kabul edilen bir emanet taşıyor. Bu emanet insanoğlunun taşıyabileceği bir emanettir. Bu gerçeği bakara 286 da Allah şöyle açıklıyor: Allah hiç kimseye kapasitesini aşacak sorumluluk yüklemez…
Peki, bu emanet bizden neyi istiyor? Kurana bir bütün olarak baktığımızda hayatın her alanına ilişkin emirler ve tavsiyeler içerdiğini göreceğiz. İnsanın kendisine karşı, ailesine karşı, çevresine karşı ve eşyanın tümüne karşı nasıl davranması gerektiğinin yolunu gösteriyor.
Hiçbir şey boşuna yaratılmamıştır. Var olan her şeyin hayat içerisinde bir yeri, bir görevi ve bir gayesi vardır. Bu gerçek Enbiya 16 da şöyle açıklanır: biz gökleri, yeri ve ikisi arsındakileri oyun ve eğlence olsun diye yaratmadık..
Aynı zamanda İnsanın varoluş gayesini Zariat 56 da rabbimiz şöyle açıklıyor: cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım…
Bu gerçek, insanın bu kara parçasında alması gereken pozisyonunu belirliyor. Yani Allaha karşı kayıtsız ve şartsız kulluk etmek için yaratılan insanın durması gereken yeri gösteriyor. Çünkü Allah itaat dilmeyi hak eden tek yaratıcıdır. O her alanda hâkimdir ve gücüyle her şeyi kuşatmıştır. zuhruf 84'te Allah şöyle buyurur: o gökte de ilahtır yerde de ilahtır…
Allah insan ile kendisi arasındaki ilişkinin şartlarını belirledikten sonra, insan ile insan, insan ile toplum ve toplum ile başka bir toplum arasındaki ilişkinin nasıl olması gerektiği konusunda, Nisa 135 de şöyle buyuruyor. Ey - müminler, kendinizin, ana- babanızın ve akrabalarınızın aleyhinde bile olsa, adalete sıkı sıkıya bağlı kalınız ve Allah için şahitlik ediniz. Haklarında şahitlik ettiğiniz kimseler ister zengin, ister fakir olsunlar, Allah kendilerine herkesten daha yakındır. O halde nefsinizin arzusuna uyarak doğruluktan sapmayınız. Eğer kaypaklık eder, ya da şahitlik yapmaktan kaçınırsanız, kuşku yok ki, Allah yaptıklarınızdan haberdardır…
Evet, insan sorumlu bir varlıktır. Kendisine karşı, ailesine karşı, çevresine karşı ve en önemlisi Allaha karşı sorumludur. Ancak rabbimiz insana vermiş olduğu özgür irade ile bu sorumluluğu yerine getirip getirmeme noktasında onu özgür bırakmıştır. İnsana karar verme yetisi verildiği için, herhangi bir zorlamaya itilmemiştir. Çünkü zoraki dayatılan şeylerin meşruiyeti olamaz.
Bu konuyu Allah Bakara 256 da şöyle açıklıyor: dinde zorlama yoktur. Doğru ile eğri birbirinden ayrılmıştır. Artık kim tağutu inkâr edip Allaha iman ederse, o kopması mümkün olmayan sapa sağlam bir kulpa sarılmış olur. Demekte ve Kehf 29'da da: de ki bu gerçek rabbinizdendir artık dileyen iman etsin dileyen inkar etsin. Ayetiyle de insanı serbest bırakmıştır. Yani Allah, insanın iradesine müdahale etmiyor. Onu bu konuda özgür bırakıyor.
Bu bağlamda insanın hesaba çekileceğini bildiren vahiy, öte âlemde insanın karşılaşacağı muamelenin kendi pratiklerinin bir sonucu olarak açıklıyor. İnsan tarafından ortaya konan pratik eğer vahiy ile çelişiyor ise bu insanın özgür iradesiyle yapılan bir eylem olduğu için olumsuz bir sonuç doğuracaktır. Tam tersi bir durum ise insanı mutlu kılacaktır. Bu tamamen insana bırakılmış bir karardır.
Evet, insanoğlu özgür bırakılmıştır. Yani irade sahibi bir varlıktır. Yapacaklarından dolayı hesaba çekilecektir. Bu da bize şunu gösteriyor: bizler Allaha karşı değil insanlara karşı eşyaya karşı özgürüz. Peki, buradaki özgürlüğümüzü nasıl kullanmalıyız?
İşte tevhid tam da burada bize yetişiyor. Çünkü tevhid, bir bireyi başka bir bireyin esaretinden bir toplumu başka bir toplumun esaretinden kurtararak onu Allahın egemenliğine sokuyor. Aynı zamanda bireyi ve toplumu, dünyevi olan her şeyin etkisinden kurtararak eşyanın kölesi değil efendisi yapıyor.
Buna göre şöyle diyebiliriz: mutlak anlamda insan özgür olamaz. Zaten insanın böyle bir gücü ve özelliği yoktur. İnsan bu dünyada ya kul olacak ya da köle. İşte tevhid insanın kul olmasını sağlıyor. Tevhidin temel koşulu Allaha şirk koşmamak, aleyhte dahi olsa adil şahitlik yapmak, her türlü zulme karşı durmak ve kurani bir yaşamın oluşması için çabalamaktır. Böyle bir şahitlik kulluk garantisidir.
Konumuzun esasını teşkil eden tevhid bağlamında özgürlüğün insan ve toplum ilişkilerine yansıması konusunda şunu demek mümkündür: İslam özgürlük dinidir. Bu özgürlüğün teminatı bizzat tevhidi dünya görüşündedir. İslâm'a göre özgürlük, Allah'a kul olmaktır. İnsanın, hemcinsine boyun eğmesi ağırdır. İslam insanı Allah'a boyun eğemeye davet etmekle, insanı bu ağır durumdan kurtarır. Zaten Allah'a kul olamamış bir insan, neticede mutlaka bir "şey"in kulluğunu bilinçli veya bilinçsizce kabullenmiştir. Her şeyin yaratıcısı Allah olması hasebiyle, onun yarattığı bir şeye kul olmak özgürlük değil, tutsaklıktır.
Bizler genel anlamda tevhide bağlı kaldığımız oranda insanlara karşı, eşyaya karşı, kısacası her türlü esaret ve zillete karşı özgür olabiliriz. Müslümanlar hem birey hem de toplum olarak eğer bir karmaşıklık ve çelişki içerinde isek bu bizim tevhid ile kurduğumuz ilişkinin kopukluğuyla alakalı bir durumdur.
İslam dünyasının geneline baktığımızda en büyük sorunun tevhid sorunu olduğunu göreceğiz. Bu gün Müslümanlar birbirlerini anlamıyorlar. Anlamak isteyenler ya emperyal güçler tarafından ya da bizzat Müslüman olarak bilinen devlet liderleri, hükümetler ve bir takım kurumlar tarafından engellenmektedirler. Ve bu durum genel anlamda esareti doğuruyor.
Tevhidi anlamamak, ona yönelmemek: esareti, sömürgeciliği, köleliği ve kula kulluğu beraberinde getirir. İşte İslam dünyasının en büyük sorunu budur. Özgürlük dediğimiz şey, İslam dünyasının tamamının yabancılaştığı bir kavramdır.
Müslümanlar arasındaki ilişkilere baktığımızda, büyük boşlukların olduğunu göreceğiz. Müslümanlar birbirlerini anlamıyorlar. Mezheplerinden dolayı, guruplarından dolayı, Irklarından dolayı, renklerinden dolayı ve dillerinden dolayı bizzat diğer Müslümanlar tarafından, kimileri hor görülmekte, kimileri sırf bir ırktan olduğu için apaçık bir şekilde öldürülmektedir.
Kurdistanlı Müslümanlar olduğumuz için bölgemizde bizzat Müslüman kardeşlerimiz tarafından gerçekleşen sömürgecilik, asimilasyon ve inkâr politikalarından bahsetmek istiyorum. Biz Kürtler, Müslüman'ız. Genel anlamda hiçbir zaman islamdan şikâyetçi olmadık. Tam aksine İslam ile şereflenebileceğine inanıyoruz. Bu bir gerçektir. Kürt olduğumuz için doğal olarak bir dilimiz, tarihimiz ve kültürümüz vardır. Bizim bunları kullanmaktan daha doğal daha gerçekçi ne olabilir ki.
Kürtler olarak bu gerçeğimize sahip çıktığımız için, Müslüman olan Arap, fars ve Türk devlet sistemleri tarafından. Hep hor görüldük. Bu da yetmedi bazen toplu halde öldürüldük. Arap, fars ve Türk devlet politikalrı, her zaman bizi potansiyel tehlike olarak değerlendirdiler. Konu İslam olunca, kardeştik ve ümmet olmak zorundaydık. Ama konu Kürt kavimi ve temel hakları olunca, yasaklıydık. Tehlikeliydik ve doğal olarak suçluyduk. Dünyanın neresinde görülmüş ki bir insan dilini konuşunca kendisine konuştuğu kelime başına para cezası kesilsin. Bu gün hala da biz Kürtleri anlamak istemiyorlar.
İsmail beşikçi bu konuda şunları kaleme almış.
Saddam Hüseyin'in Kürdlere, Halepçe'de soykırım yaptığı 16 Mart 1988 günü, İslam Konferansı Kuveyt'te toplantı halindeydi. 53 İslam ülkesinden hiç birinin soykırım konusunda Saddam Hüseyin rejimine küçük bir eleştiri getirmemesi, soykırımı protesto etmemesi dikkate değer bir konudur. İslam Konferansı toplantısında, Türkiye'yi Cumhurbaşkanı Kenan Evren temsil ediyordu. Toplantı sonrasında yayımlanan ortak bildiride, Bulgaristan'da, Türklerin isimlerini Bulgar isimleriyle değiştirmeye çalıştığı için Bulgaristan eleştiriliyordu.
Batı Trakya'da, Türk çocuklarının Türk diliyle eğitiminin engellediğinden dolayı Yunanistan eleştiriliyordu. Ama böylesine bir soykırımdan dolayı Saddam Hüseyin rejimine hiçbir şey söylenmiyordu.
Bu umursamazlıktan bir kardeşlik doğabilir mi? Bu ilişkilerin neresinde din kardeşliği vardır?
Farslar da dini, hep Fars milletinin milli çıkarları doğrultusunda kullanmaktadır. Bugün İran'da her gün yaşları 19-20 yaşlarındaki Kürd gençleri idam edilmektedir. Vinçler sanki Kürd gençlerinin idamı için düşünülmüş idam sehpasıdır. Kürd gençlerinin, her gün, birer ikişer idam edildiği bir ortamda kardeşlik, din kardeşliği nasıl oluşur?
Türkiye'de Başbakan, sık sık Tunus, Mısır, Libya liderlerine, halkınızı dinleyin, reform yapın diyor. İran'a, İdamlar konusunda neden bir şeyler söyleyemiyor? İran'da her gün yaşanan bu idamlar cinayet değil midir?
Türkiye de, dini hep Türk milletinin milli çıkarları doğrultusunda kullanmaktadır. Devletin Kürdlerle, Kürd sorunuyla ilgili temel politikası asimilasyondur. Devlet, dini de asimilasyon politikası doğrultusunda kullanmaktadır. Kürd bölgelerinde Kur'an Kursları'nı, İmam-Hatip Okulları'nı yaygınlaştırmak, devletin temel politikası olmuştur.
1980'lerde, Kürdlerin yaşadığı her alanda, dinsel akımları, dinsel vakıfları, dinsel yayınları, radyoları, televizyonları geliştirmeyi devlet, temel bir görev olarak algılamıştır. Dinsel yayınlarla Kürdleri oyalamak Kürdlerle, Kürd sorunuyla mücadelede önemli bir yöntem olmuştur.
Devlet, daha 1984'te, PKK silahlı mücadelesi başlarken, helikopterlerle, savaş uçaklarıyla, dağlara Kur'an'dan ayetler, hadisler atıyordu. Bu bildirilerde, Kürdlerin ileri sürdükleri milli taleplerin İslam'a aykırı olduğu vurgulanıyordu. Devlet, 1984-85 ve daha sonraki yıllarda bu yöntemi çok kullandı. Bu bildirilerde de İslam kardeşliği çok vurgulanıyordu, ama Kürdler de Türk kabul ediliyordu.
Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yayımlanan bir Ansiklopedi var. İslam Ansiklopedisi. 1990'lardan beri yayımlanıyor. Son olarak 39. cildi yayımlandı. 40 cildi aşacağı anlaşılıyor. Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yayımlanan İslam Ansiklopedisi'nde Kürdler, Kürdçe, Kürdistan gibi maddeler yer almıyor. 26. ciltte bu tür maddeler yer alması gerekiyordu. Ama 26. ciltte kürdili hicazkar var, Kürdler… Yok. Bu, devletin Kürdleri yok sayıcı tutumuyla, inkâr ve imha tutumuyla ilgilidir. 40 cildi aşkın bir ansiklopedi söz konusu ama 20 milyonu aşkın Müslüman Kürd'den küçücük bir bilgi yok. Böyle inkarcı, yok sayıcı, imhacı bir tutumdan nasıl kardeşlik üretilebilir?
Bu örneği sadece bir özelimiz olduğu için vermedim. Bu durumu tevhide olumsuz anlamdakai yaklaşım biçiminin bir yansıması olarak değerlendirmek gerekir. Bahsettiğimiz devletler, kendi halklarına karşı da zalimane bir politika izliyorlar.
İşte bu anlamama ya da empati kuramama durumu, Müslümanları birbirlerine karşı yabancılaşmaya dolayısıyla da birbirlerine düşman gözüyle bakmaya götürüyor. Ve insan bilmediğinin düşmanı olabiliyor.
Tevhid kelimesinin en çok kullanıldığı yer olan İslam topraklarında yine etkisi en az bulunan tevhidi anlayıştır. Bunu ancak zihinsel ve fikirsel sömürü ile izah edebiliriz. Sömürgecilik sadece toprakları işgal edip yağmalamak değildir, aynı zamanda toplumu zihni ve fikri olarak da işgal etmektir. Çünkü bu durum çelişkili bir durumdur. İsmi olup da kendisinin olmadığı bir tevhid ne bir bireyi ve ne de bir toplumu özgürleştirebilir.
İslam ülkelerinin tamamına baktığımızda gün yoktur ki bir olay olmasın. Mezhepler arası kavgalar, cemaatler arası çekişmeler almış başını gidiyor. Bunu emperyalist sistemlerin oyunlarına bağlamak tabii ki mümkün. Ama olay bizim aramızda cereyan ettiği için suçu sadece düşmanda aramak tevhide ters düşer. Çünkü tevhid gerçek anlamda özgürleştiriyordu. Eğer ümmet olarak özgür değil isek bu düşmandan çok bizim eksikliğimizden, projesizliğimizden, birbirimizi anlamak istemeyişimizden ve tevihide bakış ve yaklaşım biçimimizden kaynaklanıyor demektir.
İslam dünyasındaki hangi ülkeyi ele alırsanız alın bu hastalığı göreceksiniz. Yönetimler zalim ve diktatör. Halklar bilinçsiz ve fakir bırakılmış durumda. Savaşları başlatan ve bitirenler aynı kişiler. Ama ortada hayatları sönen ve hakikaten ne için savaştığını bilmeyen ve bir türlü sorgulayamayan bilinçli olarak bilinçsizliğe mahkûm edilmiş yüzbinlerce insan.
Batı emperyalist devletleri, İslam topraklarını işgal ederken kullandıkları en büyük mazeret özgürlük ihtiyacınız var size özgürlük getireceğiz söylemi değimlidir. Getirmiş oldukları özgürlüğü hepimiz sıcağı sıcağına görüyor ve şahit oluyoruz. Gün yoktur ki emperyalistler ve ya uzantıları tarafından bir yerler bombalanmasın. Böyle bir ortamda Müslümanların yapacağı tek şey öze yani, tevhide tekrar sarılmaktır. Müslümanlar artık kimsenin onlar hakkında karar vermelerine izin vermemelidir.
Ama ne hazindir ki Müslümanlar, çoğunlukla kendi İslamlarının Müslümanlığı kaygısına düşmüş durumdalar. Her oluşum ya da cemaat kendisini alternatif saymakta. Bu durumu sorguladığımız zaman karşımıza ortalama şu cevaplar çıkacaktır: bizler bir duvarın tuğlaları gibiyiz. Bizde İslam duvarında bir boşluğu kapatmak için çalışıyoruz denir.
Evet, her oluşumun üzerinde yoğunlaşması gereken alanların olması gerekir. Ancak şu sorunu göremiyoruz. Bizler bu binayı yaparken kendi ortamımızda çizdiğimiz projeye göre bir yol izliyoruz. Diğerlerinin projelerini önemsemiyoruz dikkate almıyoruz. Orta bir yol aramaktan çok, eksikliklerimiz ile uğraşıyoruz. Birbirimize güvenmiyoruz. Birbirimize Güvenmediğimiz için de çevremize, insanlığa kısacası dünyamıza güveni getiremiyoruz.
Alttaki ayetler bu durumu özetler nitelikte:
Enam Süresi 153.ayet: ''Bu benim dosdoğru yolumdur. Bu yolu izleyin. Başka yolları izlemeyin. Yoksa Allah'ın yolundan uzaklaşıp parçalanıp fırkalara bölünürsünüz. Sakınıp korunasınız diye o size bunu önermiştir.''
Enam Süresi 159.ayet: ''Dinlerini parça parça edip fırkalara ayırıp hiziplere bölenler var ya senin onlarla hiç bir ilişkin yoktur. Onların işi Allah'a kalmıştır. Allah onlara yapıp ettiklerini haber verecektir.
Rüm Süresi 31–32.ayet:'' Sakın şirke sapanlardan olmayın. Onlar ki Dinlerini parçalayıp fırkalara ayırıp hiziplere böldüler. Her hizip kendi elindekiyle kendi yanındakiyle sevinip övünür.''
Ayetlerden de anlaşılacağı üzere Allaha rağmen Allah'ın dinini şekillendirmeye çalışmak tevhide ters bir yaklaşımdır. Biz Müslümanlar, ancak Allah'ın dinini yüceltmekle, çağımızın gerektirdiği koşulları göz önünde bulundurup, fıkıhlar öretmekle yükümlüyüz. Bu bilinçten uzaklaştığımız oranda çelişkili bir ortama düşeriz. İşte o zaman gevşemeler, ihanetler, korkular, sıkıntılar, esaret ve kayıplar başlar. Nitekim içerisinde bulunduğumuz durum tamda bu değimlidir.
Bununla ilgili Ali İmran Süresi 103.ayette:''Hep birlikte Allah'ın ipine yapışın. Fırkalara ayrılıp bölünüp parçalanmayın.'' Denmektedir.
Böyle bir bilincin oluşmasının tek şartı, birbirimize güvenmek akide anlamında islama zıt olunmadığı müddetçe, birbirimizi anlamak. İşte o zaman fert, toplum ve ümmet olarak üzerimizdeki korkuları yıkar ve zalimler tarafından bize biçilmiş kaderimizi değiştirip tevihidi özgürlüğe kavuşabiliriz.
Diktatörlük ve sömürgeciliğe karşı verilen savaşımların yaratıcıyla bağları yoksa bu savaş kazanıldığında elde edilecek olan şey özgürlük değil kazanımdır
Muhammed ikbal şöyle der: zayıf Müslüman kaza ve kader ile mazeret beyan eder. Güçlü Müslüman ise Allah'ın kazası ve kaderidir.
Allah r'ad 11'de şöyle buyuruyor: Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez. Allah, bir kavme kötülük diledi mi, artık o geri çevrilemez. Onlar için Allah'tan başka hiçbir yardımcı da yoktur.
Evet, güvensizliğin, parçalanmışlığın, zilletin, toplumsal yozlaşmanın ve köleliğin sebebi esareti kabullenmek, ya da ona karşı durmamaktır. Esaret ancak tevhid ile ortadan kalkar. Tevhid özgürlüğümüzün tek garantisidir
Murat Yeşildağ/ Haksozhaber