Siverek'te Kürt Sorunu Tartışılıyor
Siverek Özgür-Der Temsilciliğinde alternatif eğitim seminerlerinde Kürt sorunu tartışılmaya devam ediyor.
Siverek Özgür-Der Temsilciliğinde alternatif eğitim seminerleri sürüyor. Bu hafta Cengiz Çalan, Bilge Adamlar Dergisinin Kürt Dosyasında yer alan Şeyhmus Ülek’in “Müslüman Toplumun Sorunlu Kürd/Kürdistan Algısı” adlı makalesini değerlendirdi.
Çalan, özetle şunları söyledi:
Şeyhmus Ülek, söz konusu makalesine 2009 yılında Endonezya’da katıldığı bir konferans dolayısıyla Açe sorunuyla ilgili bir hatırasıyla giriş yapıyor. Endonezya’da Açe sorununu çözmek isteyenler bölücü, ayrılıkçı olarak yaftalanırken, aynı ifadeler Türkiye’de de kullanılmaktadır. Yazar ulus devletlerin asimile edip dönüştürmek istedikleri milletlerin hak ve özgürlük taleplerine karşı resmi söylemin, tekçi ulus devlet modeli içerisinde anlaşılabileceğini ancak Müslümanların bu resmi söylemle örtüşen tutum takınmalarının sorunlu olduğunu belirtiyor. Türkiye örneğinde devletin sınırları, devletin kurucu antlaşması olan Lozan ile belirlenmiştir. Dini azınlıklar dışında ülkede yaşayan herkes Türk’tür. Aksi bir tutum ve söylem anayasaya aykırılık teşkil eder. Kuruluşundan günümüze kadar Cumhuriyet idaresinin yöneticileri Türkiye sınırları içerisinde kalan Kürdistan’ın kuzey parçasını “Türk Yurdu”, buradaki halkları ise “Türkleştirmek” amacını gütmüştür.
Yazar Müslüman toplumun, ulus devletin kutsalları olan ulusal sınırları ve üniter yapıyı tartışmaya açmaktan özenle kaçındıklarını, bu tutumlarını meşrulaştırmak için ümmet fikri ve İslam birliği hedefini argüman olarak kullandıklarını, Kürd ve Kürdistan gerçekliğini göz ardı ettiklerini belirtmiştir. Bu tutumun adaletten ve hakikatin şahitliğinden uzak kalmaya mahkum olduğunu ifade ediyor.
Yazar etnik temelde yürütülen hak ve özgürlük mücadelelerinin, her zaman için uluslaşma ve milliyetçi bir harekete evrimle ihtimalini bünyelerinde taşıdığını, Kürt siyasi hareketleri için de aynı durumun söz konusu olduğunu, bu nedenle Kürtlerin hak ve özgürlük talebinin ifade edildiği her platformda hemen milliyetçilikle itham edilmelerinin kaçınılmaz olduğunu, bu ithamın çoğunlukla Müslümanlardan geldiğini belirtiyor. Ancak Kürdistan’ın ulus devletlerin müdahalesi ve tehdidi altında bulunduğunu, muhtemel bir olumsuzluğa savrulma tehlikesi, mevcut koşullarda meşru olan hak ve özgürlük taleplerini bloke etmenin, bastırmanın aracı olarak kullanılmamalı, çözüm için zorlanması gereken, türk egemenlik sisteminin kendisidir demektedir.
Yazar, hiçbir temel sorununda dini referans almayan laik devletin, Kürt sorununda dini pervasızca kullandığını, Müslümanların devletin Kürdistan sorununda dini araçsallaştırma politikasına açık bir karşı tutum takınmalıdır demektedir. Yazar Türklerle Kürtlerin birlikte inşa edecekleri bir geleceğin temelinde din faktörünün rolünün büyük olacağını vurguluyor.
Yazar, Müslüman toplumda ulus devletin empoze ettiği edinilmiş kültürün yarattığı zihinsel tahribat, toplumsal barışı tehdit edecek boyutlardadır demektedir. Kardeşlik söylemini dillerinden eksik etmeyen insanların tabii haklardan olan anadilde eğitim hakkını tartıştığını, bu tutumun Allah’ın bir ayetinin ( Rum Suresi 22. Ayet) hayat bulmasının tartışılması olduğunu söylüyor. Yazar asıl tehlikenin, bu zihniyet probleminin çocuklara kadar indiğine vurgu yapıyor. Ve Türk toplumunda çocuklara kadar yayılmış “Kürt nefretinin” yok edilmesi için çok köklü ve uzun vadeli toplumsal eğitim projelerine ihtiyaç vardır demektedir.
Yazar Siyasal İslam’ın üç ayrı kanaldan Kürdistan’a girdiğini, bunların Milli Görüş hareketi, İhvan-ı Müslimin hareketi ve İran İslam Devrimi sonrasında dünyada öne çıkan Devrimci İslam anlayışı olduğunu, bu üçünün kaynağı da Kürdistan’ı egemenlikleri altına altında bulunduran devletlerdir dedikten sonra bu İslami akımların hiç birisi Kürt milletinin yaşadığı trajediyi gündemine almadığını, Türk, Arap ve Fars/Şii toplumlarının gündemine göre pozisyon alıp söylem geliştirdiğini belirtiyor. Dolayısıyla bu akımların bölgedeki yansımaları olan İslami gruplarda uzun yıllar soruna bigane kalmış; sorunu PKK ile Devlet arasındaki bir sorun gibi görüp gerçeklerden kaçmayı tercih etmişlerdir diyen yazar Kürdistan’daki dindarlar uzun yıllar boyunca Kürdistan’a egemen olan milletlerin gündemlerine uygun tasarlanmış bir dini anlayışın; Türk İslamının, Arap İslamının, Fars İslamının misyonerliğini yapmışlardır iddiasında bulunmaktadır. Aynı şekilde yazar Müslümanların Kürd/Kürdistan sorunlarının devletin Kürt inkarından vaz geçip, sorunun çözümü için muhatap arayışına girmesiyle ortaya çıktığını söylüyor.
Yazar, Kürdistanlı Müslümanlar her şeyden önce beyinlerini özgürleştirmeli; “sömürge insanı” psikolojisinden kendilerini kurtarmalı, egemen unsurların misyonu ile değil, Kürdistan’i bir görev ile hareket etmelidir demektedir. Müslümanların kesintisiz olarak savaş halinde oldukları şirk, küfür ve zulüm, Türk egemenlik sisteminin doksan yıldır bu coğrafyada sürdürdüğü inkâr ve asimilasyon politikalarında mündemiçtir diyen yazar, Kürdistan coğrafyasında yaşayıp da mücadelesinin ana eksenine bu sorunu koymayan Müslümanların toplumsal çerçevede İslami mücadele verdikleri iddiası havada kalmaya mahkum olduğunu, bu nedenle Kürdistanlı Müslümanlar, başka coğrafyadaki Müslümanların gündemlerini kendi can yakıcı gündemlerinin önüne geçirmemelidirler demektedir.
Yazar, bu sorun, dini, mezhebi, etnisitesi, sınıfı, ideolojisi ne olursa olsun Kürdistan’da yaşayan tüm toplumsal kesimlerin ortak sorunudur diyerek Kürdistanlı Müslümanların hiçbir toplumsal sınıfı ötekileştirmeyen, adaleti esas alan ve tüm toplumsal kesimleri kuşatan bir çözüm iradesini ortaya koymaları gerektiğini belirterek vahiy gerçekliğinin, İslam’ın tarihi ve kültürel değerlerinin bu potansiyeli taşıdığını ve Müslümanların Kürdistan’daki toplumsal soruna adil bir çözüm üretecek olan, toplumsal gerçekliğimize uygun İslami yorumu üretebilme becerisini gösterebilirlerse çözümde temel aktör olma şansını yakalayabilirler demektedir.
Yazar sorunun çözümüne ilişkin şifreler, sorunu yaratan paradigmada gizlidir diyerek Kürtlerin ülke ve millet gerçekliğinin kabul edilerek anayasal sistem içerisinde bir statüye kavuşturulmaları halinde ana hatları ile sorunun çözüleceğini böylece sadece Türkiye’de değil, Ortadoğu barışına da önemli bir katkıda bulunacaktır demektedir.
Yazar son olarak Kürt Beyzadelerinden Celadet Ali Bedirxan’ın 1933 yılında Mustafa Kemal’e yazdığı mektubunda: “Resmi bir tebliğ ile Kürdistan’ın mevcudiyetini; Kürtlerin tarihi, ırki, harsi (kültürel) haklarını tanır ve itiraf edersiniz… Yegâne yol budur, başkası değildir ve yoktur.” İfadesinin bugün de aynen geçerli olduğunu, yüz yıl daha savaşılsa başka çözüm yolu olabileceğinden emin olmadığını ifade etmektedir.
Murat Yeşildağ / Haksöz-Haber / Siverek