Siverek'te Kürt Sorunu Tartışıldı
Siverek Özgür-Der Temsilciliğinde alternatif eğitim seminerlerinde bu hafta Mustafa Karahan Kürt sorunu konulu bir konuşma yaptı.
Siverek Özgür-Der Temsilciliğinde alternatif eğitim seminerlerinde Kürt sorunu tartışılmaya devam ediyor.
Siverek Özgür-Der Temsilciliğinde alternatif eğitim seminerleri sürüyor. Bu hafta Mustafa Karahan, Bilge Adamlar Dergisinin Kürt Dosyasında yer alan “Kürt sorunu ve bu soruna “İslami bakış” üzerine bazı Mülahazalar” adlı makaleyi değerlendirdi.
Mustafa Karahan özetle şunları söyledi:
Türkiye’deki sol- sosyalist camia, enternasyonalizm adına Kürtlerin nasyonal sorunlarını görmezden geldiği gibi, cumhuriyet ertesi oluşan yeni Türk İslamcılığımda Osmanlı İslamcılığından farklı olarak ilamın cihanı şumullüğünü ve yapay bir ümmetçilik mefküresini öne koyarak Kürtlerin kavmi sorunlarını çoğunlukla görmezden geldi.
Bu satırların yazarı olarak, sol ve sosyalist hareketlerin içinden gelmediğim için, Türk solunun Kürt sorunu konusundaki çifte standartları konusunda fazlaca bir tecrübeye sahip olmadığımı burada itiraf etmeliyim. Zaten sol hareketlerin Kürt sorununa bakışı, bu yazının konusunda değildir. Ama Türkiye’deki İslamcı hareketlerin içinde yer almış biri olarak Türkiye’deki yeni İslamcılığın (cumhuriyet sonrası İslamcılığın) Kürt sorunundaki ikiyüzlü tutum ve davranışlarını iyi bildiğimi söyleyebilirim. Ayrıca, bir türk-kürt melezi olmuş olmamın eksi ile artı kutbunu birlikte çalıştırdığında elde ettiğim ivme ile eleştiri hakkımı da kullanarak, olayları daha iyi tahlil edebileceğimi sanıyorum. Çok hassas, çok netameli bir konuda kalem oynattığımın farkındayım inşallah kaş yapayım derken göz çıkarmayacağım
Osmanlı İslamcılığı
Kendisinden sonraki yüzyıllarda da etkisini sürdürmüş olan 19.yüzyıl Osmanlı İslamcılığı, protest karakter taşıyan modernist bir hareket olarak doğmuş ve çoğunlukla kendi dönemin deki mer’i padişahlık sistemine muhalif bir rol oynamıştır. Söz gelimi Elmalılı Hamdi Yazır, Sultan II. Abdulhamid'in hal fetvasının altına imza atmakla, o günkü mer’i sisteme açıkça muhalefet etmiştir. Osmanlı İslamcılığının Kürdistan daki en önemli ismi Said-i kürdi /Nursi de padişahlığa karşı duruş sergilemişti. Hakeza Osmanlı İslamcılarının hilafet karşıtı tutumlarına dair örnekler çoğaltılabilir bu örneklerden anlaşılacağı üzeri Osmanlı İslamcılığı, mer’i sisteme muhalif bir akım olarak belirmişti. Denilebilir ki Osmanlı İslamcılığı, kısmen batıdaki Protestanlığın rolüne benzer bir rol oynayarak Osmanlıdan bir modern Türk ulus devletinin doğmasını kolaylaştıran bir faktör olarak yakın tarihimizde ki yerini aldı.
Cumhuriyet döneminde giderek büyüyerek Kürt sorunu
Ulus devlet mantığına dayanan modern Türk devleti, Osmanlıdan devraldığı kültürel mirası hızla kendi bünyesine tercüme etti. Bu tercümeyi yaparken de hep ihanet etti; kavramları asıl mecrasından çıkardı. Artık Osmanlının hâkim millet (millet-i hâkime) olarak kabul ettiği “ İslam milleti” yerine “Türk milleti” hâkim millet olarak kabul edilmeye başlandı. Mustafa kemal, daha önce Kürtlere va’d ettiği muhtariyet fikrini bir yana bırakarak artık her konuşmasında Türk milletine vurgu yapıyor, Osmanlının “İslam milleti” kavramı yerine “Türk milleti” kavramını ikame ediyor. Vakıa Osmanlıda hâkim millet İslam milleti olduğu için ve İslam milletinin mazmununda Kürtlerde yer aldığı için, Osmanlıda Kürt sorunu, cumhuriyet ertesindeki boyutlarda müzmin bir hal almamıştı. Gerçi Osmanlıda Batılaşma, Tanzimat süreci ile başladığı için cumhuriyetten önce de Kürt milliyetçiliği; Türk milliyetçiliğine paralel olarak gelişmeye başlamıştı. Daha 1806 da başlayan babanzade Abdurrahman paşa isyanı, Tanzimat fermanından öncede, Kürtlerin ulusal taleplerinin seslendirildiğini gösterir. Mustafa reşit paşanın Gülhane hatt-ı hümayununu okuyarak tazimatı ilan ettiği yıl olan 1839 yılında, Diyarbakır’da Garzan isyanı başlamıştı. Tanzimat fermanının ilanından cumhuriyetin kuruluşuna kadar geçen 85 yıllık süre içinde tespit edebildiğim kadarıyla 13 Kürt isyanı patlak verdi.
Demek oluyor ki dünyadaki gelişmelerden Kürtlerde etkilenmiştir. Önce Hristiyan batı’da merkezi roma imparatorluğu yıkılarak yerine modern ulus devletler ikame edilmiş, bu süreç giderek doğu İslam dünyasına da nüfus ederek Osmanlı imparatorluğu dağılma sürecine girmiş, Asya-i Osmani Avrupa-i Osmani ve Afrika-i Osmani’deki birçok eyalet, giderek modern birer ulus devlete dönüşmüştü. Bu sancılı süreçte, Kürtlerde uluslaşma talepleri baş göstermiş; ancak Kürtler birçok girift sebepten dolayı bir ulus devlet oluşturma imkânına sahip olamamıştır.
Açıktır ki Kürt sorunu da modernitenin ana rahminde döllendi. Hakeza bu gün İslam uluslarının kurdukları ulus devletlerin hepsi modernitenin ana rahminde döllenmişlerdi. Ne var ki Kürtler henüz modernitenin rahminden bir ulus devlet olarak doğamadılar bu doğumun gerçekleşip- gerçekleşmeyeceği henüz bir muammadır.
Pozitivist felsefenin hükümferma olduğu 19.yüzyılın başlarında beliren Kürt sorunu cumhuriyet devrinde daha da kronik bir hal aldı. Zira katı bir ulus devlet mantığı üzerine kurulan modern Türkiye cumhuriyeti, Kürtleri kendisine hep baş rakip olarak gördü. Başlangıçta “Kürtlere muhtariyet vereceğiz” diye diye Kürtlerin kısmi desteğini alan Mustafa kemal sistemini oturttukça Kürtleri unutulmağa terk etti. Lozan sonrası “şark ıslahat planı” uygulanarak Kürtler, sistematik olarak kültürel jenoside (soykırım)tabi tutuldu. Kürtler bu duruma isyan ettikçe, başlarından bombalar eksik olmadı. Patlak veren birçok isyan hareketi her defasında kanla, şiddetle kapatıldı. Şeyh Sait isyanı, dersim isyanı vs.
Tanzimat fermanının ilanından cumhuriyetin ilanına kadar geçen 85 yıl içerisinde Kürt isyanlarının sayısı yaklaşık 13 iken cumhuriyetin ilanından sonraki ilk 15 yıl içerisinde patlak veren Kürt isyanının sayısı, tespit edebildiğimiz kadarıyla 27 dir. Bu demektir ki, Kürtler, Türklerin bir ulus devlet olduğunu görüp onlardan da örnek alarak kendi ulus devletlerini oluşturmak istemişlerdir. Cumhuriyetin ilk 15 yılında Kürt isyanlarının bu kadar yoğunluklu olmasını böyle okuyorum. Ancak, Kürtlerin bu talepleri Türkiye cumhuriyeti tarafından hep şiddetle bastırıldı.
YENİ SAFHADA KÜRT SORUNU NASIL ÇÖZÜLEBİLİR?
Zamanın ruhunu yakalayabilme adına düşündüğümüzde, bu gün artık dünya siyasasının 19. Yüzyıl felsefi pozitivizminin sosyal alandaki tezahürü olan modernizm üzerine şekillenmeyeceği bedihidir. Bediüzzaman’ın kendi dönemi için söylediği, “eski hal muhal; ya yeni hal, ya izmihlal” sözü, bu gün için yeni bir hal kazanmıştır: Kürtlerin artık 19. Yüzyıl devlet algılarına göre değil; insanlığın 21. Yüzyılda geldiği düşünce konakları ekseninde politikalar üretmesi elzemdir. Sözgelimi, egemenlik kavramındaki tahavvüller, milliyetçilik kavramının özünde hasıl olan başkalaşımlar, self-determinasyon kavramındaki değişiklikler izlenmeden oluşturulacak politikalar yetersiz kalacaktır. Gerçi bazı gerçeklikler var ki, daimidir. Sözgelimi, zulüm var oldukça, insanların zulme karşı meşru direnme hakkını kullanmaları da her zaman var olacaktır. Bir yandan değişmeyen sabiteler, diğer yandan da zamanın değişimi ile değişen olgular… Bu denge iyi kurulmalıdır. Yöntemler ve araçlar zamanın ruhuna göre kendini sürekli olarak yenilemeye mahkûmdur. Bu yenileme olmadığı an, zamana karşı tuş olmak, mukadder hale gelir. İçinde bulunduğumuz zamanın ruhunun, bize hala, sorunumuzu şiddet dışı yöntemlerle çözebilme olanaklarını bahşettiğine inanıyorum. Yeter ki Kürtler, cumhuriyet ertesinde zuhur eden yeni Türk İslamcılığının tezviratlarına karşı uyanık olsunlar. Kürtler, artık kendilerinin İslam üzerinden vurulmasına fırsat tanımayarak, sahih bir İslam algısının oluşumuna da önemli katkı sağlayabilirler. Bir başka ifade ile diyebilirim ki, Kürt sorunu, tarihte oluşan çarpık İslam algılarının ıslah edilerek İslam’ın kendi asli eksenine oturtulmasına da katkı sağlayacak fırsatları bize bahşetmektedir. Kürtler, kendilerini İslam adına, diğer İslam uluslarının elde etmiş olduğu temel haklardan mahrum bırakmaya çalışan sahte İslamcılıkları artık çok iyi tanımaktadır. Eğer sosyolojik bakımdan sözgelimi bir Türkiye Müslümanlığından, bir Arap İslam algısından vb. söz edilecek ise, herkes bilmeli ki artık bir Kürt Müslümanlığından da söz edilecektir. Bunları söylemekle, İslam’da, bütün İslam uluslarının ortaklaştığı bir alanın varlığını inkâr ediyor değilim. Mesela; bir Türk Müslüman da Cuma namazı kılar, bir Kürt Müslümanda. Bu onların ortak yanlarıdır. Ama bir Türk Müslüman Cuma hutbesini kendi ana dili olan Türkçe ile dinleme hakkına sahip ise, bir Kürt Müslüman da elbette ki Cuma hutbesini Kürtçe ile dinleme hakkına sahiptir. İşte burada ayrışırlar. Diğer sair hususlarda böyledir. Artık kimse kimseyi kandıramayacaktır. Allaha emanet olun.