Siverek’te “Ilımlı İslam Tartışmaları” Semineri
Özgür-Der Siverek temsilciliğinde alternatif eğitim seminerleri Fatih Hanpolat’ın sunduğu “Ilımlı İslam Nedir? Politik Bir Manevra mıdır?” semineri ile devam etti.
Fatih Hanpolat'ın sunum notlarını sunuyoruz.
Ilımlı İslam, temelde İslam'ı çeşitli formlara sokma çabasının sonucu olarak, İslamcıları "sistem" içine çekme projelerinden biridir. Kelime olarak "ılımlı" uyumlu demektir. Evet, İslam için uyumsuz bir dindir diyemeyiz elbette. Ancak İslam zulümle, şirkle hiçbir zaman uyum halinde olmadı, olamaz. Tabi eğer gerçekten böyle bir proje hayata geçirildiyse, murat edilen şey, yeni bir İslam tanımı yaparak, bu tanımı muteber bir hale dönüştürmektir. Cümlede şart kipini kullanmamız, böyle bir projenin tam olarak kim tarafından oluşturulduğu ve hedeflerinin yazıldığı bir manifestosunun olup olmadığı konusundaki muğlâklıktır. Her şeye rağmen sistemlerin kendi içinde veya dünya egemen güçlerinin dış politikalarını şekillendirirken başta İslam olmak üzere hedeflerine ulaşma konusunda kendilerini akamete uğratacak her "tehdide" karşı bir normalleştirme projesi hayata geçirilmişti. Bu konu da irdelenirken bu gerçeklik üzerinden hareket edilmesinin daha doğru olacağını düşünüyorum.
Ilımlı İslam Algısı: Ilımlı İslam'ın algılayışında herkes aynı noktada değildir. Bu farklı algılayışları 3 gruba ayırmak mümkün.
*Batılı ülkeler için Müslümanların yaşadığı topraklarda din algısını ortadan kaldırmak oldukça zordur. Bölge halkının geneli yüzyıllardan beri atalarına çok değer verir. İslam inancı da Kur'an okuyarak değil, babadan böyle kaldığı için değerlidir ve değiştirilemez.(hurafelerden örnekler.)Çünkü bölgedeki İslami damarın, -bütün hurafelerine rağmen – din hassasiyeti mücadele edilmesi zor, kemikleşmiş unsurlar barındıran bir katılığa sahiptir. Bu nedenle bu güçlü düşmanı açık bir şekilde ortadan kaldırmaya çalışıp, daha çok güçlendirmek yerine çeşitli İslamizasyon çalışmalarıyla dönüştürmek daha akıllıca olacaktı. İslamizasyon; Rönesans, Reform, Sanayi Devrimi ve coğrafi keşiflerle ilerleme yönünde büyük bir ivme yakalayan Batı medeniyetinin Kültürel, siyasi, askeri, ekonomik ve sosyal vs. tüm bileşenlerinin kendilerine karşı alternatif oluşturma potansiyeli taşıyan İslam öğretilerini (bulandırma, pasifize etme, çelişki üretme, şüphe uyandırma, sivriliklerini (!) budama gibi yöntemlerle) etkisizleştirme çabalarının ortak adıdır.
Bu çalışmaları yürütenlerin nihai hedefleri İslam olmakla birlikte, dezenformasyonun hedef kitlesi Müslüman halktır. Yine de bu hedef kitle temel düşman değildir. Çünkü bu kesim dini gelenekten ibaret yaşamaktadır. O zaman asıl düşman, her ülkede farklı formlarda neşvünema bulan İslami cemaatler, tarikatların bir kısmı, İslamcı siyasi partiler veya medreselerdir. Bu saydığımız kesimlerin neredeyse tamamı halka dayandığı için de, halk içinde çok güçlü damarlara sahiptirler. Dolayısıyla bölgede en az bunlar kadar güçlü yeni bir söyleme sahip olmak gerekliydi. Bu söylem aynı zamanda bir ideolojik arka plân taşıyordu. O da medeniyetler çatışması…(Bu tezin sahibi Samuel Hantinton "Medeniyetler Çatışması" makalesinde bunun ayrıntıları üzerinde durmuştur. Batı İslam'a karşı gardını asırlardan beridir bu algı üzerine oturtmuştur. İslam sahip oldukları küresel hegemonyayı tehdit edebilecek bir rezerve sahip güçlü bir rakiptir. İslam, kitleler üzerinde olağanüstü bir etkiye sahiptir. İslam'ı tümüyle ortadan kaldırmak olanaksız olduğuna göre onu tahdit etmek (sınırlandırmak) bir çıkış yolu olarak Batılı entelijansiyanın gündemine girdi.)
* Özellikle İran İslam Devrimi, -belki daha önceden İhvan-ı Müslimin- bütün dünyada olduğu gibi İslam coğrafyasın da müthiş bir etki alanı buldu. Devrimci çizgiye sahip İslami kesimler her ülkede uzun zamandan beridir yıkılamayacak gibi görünen dev bir duvarın yıkıldığına şahit oldular. Bu kesim İslamizasyon çalışmalarının mesajını mesaj sahipleri gibi anladılar ve yıllarca bu kanattan gelebilecek her saldırıya hazırlık yaptılar. Her türlü modernizasyon, sekülerleşme tehdidine karşı kendi kitlelerini kapalı tutmaya çalıştılar. Ancak modernizmin, yığınları etkileme gücü ve siyaset yapma zorunluluğu bu kesim arasında da kırılmalara sebep oldu. Bugün biz de bu değişimi ve değişirken ki acemiliğimizi görüyoruz.
* Bir başka grup da Ilımlı İslam karşısında mevzi almak yerine, bu ve benzeri projeleri lehlerine kullanmaya çalışan Müslümanların oluşturduğu kesim. Bu kesimin taktiği projenin sahipleriyle aynı doğrultuya sahip. Radikal kimi söylemlerin İslam'ı (siyasal İslam)benimsemeyen halkı ve egemen unsurları rahatsız ettiğinden yaygara koparıldığını, dolayısıyla birçok doğumun prematüre gerçekleştiğini, bu nedenle hiç kimsenin itiraz etmeyeceği/edemeyeceği tamamen legal yöntemlerle mücadele etmenin amaca ulaştırmada daha etkili olacağını düşünmüş ve radikal Müslümanların uzak durduğu seküler terimlerin büyük bir çoğunluğunu rahatlıkla kullanmışlardır. Sonuç itibariyle, bu kesim diğer iki kesimden de daha çok başarılı oldu. Tabi burada başarının kriterini belirlenen hedefe ulaşma şeklinde kabul ediyoruz. AK PARTİ seçimleri kazandığı 2002 seçimlerinin ardından, büyük bir atılım yakalamış ve Başbakan Türkiye'deki Müslümanlarla, dünya Müslümanlarının tepkilerini göze alarak BOP' un eş Başkanı olduğunu açıklamıştı. O tarihte Türkiye'deki ve muhtemelen dünya üzerindeki birçok Müslüman bu açıklamayı anlamlandıramamış ve tepki göstermişti. Bugün dahi o açıklamayı eleştirenlerin sayısı hiç de az değildir. O günkü bu çıkışın ardından bugün aynı Başbakan Ortadoğu Müslümanlarının gözünde bölge lideri olmaya namzet tek kişidir. Çünkü Gazze saldırılarını müteakip Davos'taki çıkışı tüm dünyayı sarsıcı bir etki yaptı. Mavi Marmara saldırısının ardından ülke genelinde laik-Kemalist kesim çok eleştirse de Türkiye mağdur edildi ve dünya Müslümanlarının gözünde güçlenmeye devam etti. Dış politikada Davutoğlu'nun projesi olan "ritmik diplomasi" ile ivme kazanan "komşularla sıfır sorun" sloganı ile devam eden süreç, Batılı egemen güçlerin memnun oldukları bir durum değildir. 5-6 yıl önce bölge Başbakan'ın çıkışından ötürü dünya Müslümanlarının gözünde temkinli bir Osmanlı sempatisi varken, şimdi neredeyse kurtarıcı rolüne bürünmüş bir lider var. Bu yönüyle düşünüldüğünde Ilımlı İslam zafer mi kazanıyor acaba? Bu sonuç Ilımlı İslam projesinin tüm kesimler için politik bir manevra olduğunun ispatı olarak kabul edilebilir.
Ilımlı İslam'ı salt ABD üretimi veya Batı tezgâhı olarak algılamanın da meseleyi anlamaktan uzaklaştıracağını düşünüyorum. Şöyle ki; Türkiye benzeri ülkelerde Batı'nın bu müdahalelerinden azade, kurucu zihniyetler, dini hassasiyetleri aynı yöntemlerle bertaraf etmeye çalışmışlardır. Eğer mümkünse, ölümle cezalandırarak, mümkün değilse İslami algıyı kendi ideolojilerinin tezgâhından geçirerek. Kurucu zihniyetin diliyle var olan düzeni ortadan kaldırmaya çalışan "isyancı" Şeyh Sait asılmış, hiçbir "isyana" bulaşmamış, "İslam topraklarını" kâfir zulmünden kurtarmak için mücadele etmiş Said-i Kurdi'yi ise barışçıl dini çalışmalarından dolayı hapislerde çürütmüş ve en son cenazesine dahi tahammül göstermeyerek bilinmeyen bir yere atmıştır. O tarihlerden itibaren en ılımlısı dahi olsa, hemen her İslami unsur düşman olarak kabul edilmiş ve her şekilde mücadele edilmiştir. Tarih bunun örnekleriyle doludur.
Bu yönüyle düşünüldüğünde konu Ilımlı İslam'ın anlaşılmasından daha öte bir şeydir. Bununla beraber bu proje çeşitli kazanımlarıyla birlikte tamamen başarılı olmuş bir proje de değildir. Asıl üzerinde durulması gereken nokta, egemen olan zihniyetin güç dengesini bozmaya aday her oluşumu mümkünse ortadan kaldırma, değilse dönüştürme ve kendine hizmet ettirmesidir. Bu refleks konu din olduğu zaman da böyledir, yer altı kaynakları olduğu zaman da. Ilımlı İslam bu refleksin din boyutudur.
Farklı Bir Bakış Açısı: Bir değerlendirmeye göre, bu proje olası Sovyet tehlikesine karşı ABD tarafından Asya ülkelerinin İsevileştirmesi projesidir. Bu sava göre ABD bir yandan İslam tanımını kendi emellerine hizmet edecek şekilde yontup, İslam'ı bir tehlike olmaktan uzaklaştırırken, diğer taraftan çeşitli faaliyetlerle Asya ülkelerinin dinini değiştirerek Rusya'ya karşı vereceği mücadelede kalıcı müttefikler oluşturmaktır.
İslam ve Seküler Kavramlar: Bazı İslamcılar tarafından ılımlı İslam tartışmaları arasına seküler kavramların İslam'daki yeri de eklenmektedir. Demokrasi, bu kavramlardan kullanım alanı en geniş olanıdır. "İslam ve demokrasiden bahsederken ne yazık ki bir grup Batılı ve Müslüman'ın da ortağı olduğu bir sanıyla karşılaşıyoruz: İslamcıların bazıları ve bazı İslam düşmanları İslam'ın demokrasiye karşı olduğu üzerinde birleşiyorlar. Bu garip ötesi bir şeydir. Siyasi bilimlerde uzman olmayan İslamcıların konumu, nesneleri basit bir şekilde sınıflandıran telkinlere dayanmaktadır ve bu, "İslami yönetim Allah'ın yönetimidir, demokrasi ise halk yönetimidir" şeklindeki bir sınıflandırmadır. Birbiriyle çelişen iki anlayış… Şu halde demokrasi küfür ve şirktir. Siyasi meseleler bu şekilde basitleştirilemeyecek kadar karmaşık olduğu için bu kişiler, hüküm Allah'ındır sloganı ilan edildiğinde bunun büyük bir devrim olduğunu anlayamadılar. Bu büyük bir devrimdi; çünkü anlamı, kralların mutlak hâkimiyetlerinden, servet, otorite ve karar almada başına buyruk davranma haklarından mahrum edilmesi ve yöneticinin yalnızca halkın hizmetçisi ve kanun koyma hakkı olmayan yürütmeden sorumlu kişi olmasıydı. Çünkü "Hüküm Allah'ındır" sloganını taşıyanlardan hiç kimse Allah'ın bir bedene girip doğrudan ya da din adamları aracılığıyla bize hükmettiğini kastetmez. İslam'da din adamı yoktur. Allah-u Teâlâ gözle görülmez ve hiç kimse ya da kurum onun adına konuşamaz. "Hüküm Allah'ındır"ın anlamı kanunun ve ümmetin hükmetmesidir." (Raşid Ganuşi, İslamiyorum Dergisi)
Bütün dünya halkları tarafından genel geçer doğruları barındıran, günlük yaşamı kolaylaştırması ve özgürleştirmesi anlamında en güçlü alt yapıya sahip olan, bir kavrama karşı çıkmak marjinalleşmekten öte bir sonuç doğurmayacaktır. Demokrasi ile islam birbiriyle kıyaslanmayacak iki farklı kavramdır. İslam yaşamın tamamını kontrol altına alan, şekillendiren bir din iken demokrasi sadece yönetimle ilgili teknik bir kavramdır. Bu minvalde İslam demokrasiyi kapsar veya İslam'da demokrasi yoktur benzeri içerden ve dışardan yapılan değerlendirmeler toplamda İslam gibi başka hiçbir şeyle kıyaslanmayacak bir kutsalın algısında sapmalara sebep olabilecektir. Bir sistem temel naslara aykırı olmadığı müddetçe, günlük yaşamın kalitesini arttırıyorsa, o zaman o sistemi reddetmek yerine aksayan yönlerini belirlemek şartıyla istifade etmek maslahata uygun olacaktır. Bu yönüyle demokrasi, üniter sistem, federatif sistem, cumhuriyet v.b konuların tamamı teknik konulardır ve gayri Müslim devlet yapılanmalarında tartışılabildiği gibi İslam coğrafyasında da tartışılabilmelidir.
İran, devrim sonrası yıllarca kapılarını bu ve benzeri tehditlere karşı kapattı. Kendi vatandaşlarına şartları ağır sayılabilecek yaptırımlar uyguladı. Ancak ekonomi ve uluslararası siyaset bu kadar kapalılığı kaldıracak bir yapıya sahip değildir. En son seçimlerde değişim isteyenlerin çokluğu, bu kapalılığın ülke sınırları içinde de memnuniyetle karşılanmadığını göstermiştir. Nihayet eylemlerin bastırılış şekli de bir leke olarak tarihe not düşülmüştür. Dış etkilere kendinizi ne kadar kapatırsanız kapatın, facebook ve twiter pencerelerinizi tüm dünyaya açıyor. Geçen sene Tunus'ta "reformu" tekfir eden resmi bir fetva çıkarıldı ve bu televizyon, radyo ve cami minberlerinde okundu. Bugün sonuç ortada. İslam ülkelerinde yaşananları bir kıyam olarak nitelendirmek ne kadar doğru olur bilemiyorum. Bu direnişler internet devrimi de değildir, bu da meseleyi çok basitleştirir. Ancak şu kesin; örgütlenmenin önemli bir kısmı internet üzerinden yapıldı.
Din sıkı bir disiplin ister. Baştan sona bir hayat standardı getirdiği için en küçük bir kaçak sapmalara sebep olmaktadır. Hayatın her alanını kuşatan bir disipline sahip olan din algısında sapmalar an meselesidir ve çok kolaydır. Bu nedenle halkların bir bölümü üzerinde bu ve benzeri projeleri gerçekleştirmek çok zor değildir. Uygulama alanındaki bu müsait ortama rağmen bugün Batılı egemenlerin gözünde "Ilımlı İslam başarıya ulaşmış bir proje midir?", sorusunun cevabına evet demek pek mümkün olmamaktadır. ABD'nin Ortadoğu politikası yönetimden yönetime değişmeyen bir yapıya sahip olmasına rağmen yeni gelen her ABD Başkanı bu politikayı kendine has yöntemlerle belirlemektedir. Bush dönemi ABD'si her yönüyle şiddet içerikli politikalar belirlediğinden diyaloğa tamamen kapalı bir profil çizmişken, son başkan Obama daha ılımlı diyaloğa açık "Barışçıl" yöntemlerle temel politikaya ulaşmaya çalışmaktadır. Yaklaşımlar arasındaki bu farklılık İslamizasyon çalışmalarının bir türevi olan ılımlı İslam gibi projeleri çeşitlendirmekte ve yer yer değiştirmektedir. Ayrıca her İslam ülkesinin iç dinamikleri, Müslümanların çeşitli konulardaki manevra kabiliyetini geliştirmiştir. Bu kabiliyet her yeni proje karşısında acemiliğe bürünse de bu tip projeler Ortadoğu İslam ülkelerinin Müslüman halkları tarafından en hafif şekliyle antipatiyle karşılanmaktadır. Batılı ve yerel egemen güçlerin asıl düşmanlarının (Fikri altyapı olarak) halk olmadığını belirtmiştik. Bu projelerin ipliğini pazara çıkaracak İslamcı aydın kanadın tahakküm altına alınabilmesi için yönetimlere sahip olmak gerekir. Zaten egemen güçlerinde sıklıkla ve başarılı bir şekilde uyguladıkları yöntemde budur. Bölge üzerinde değişik şekillerde uygulanan projelerin başarıya ulaşmaması veya deşifre olarak yığınların tepkisini çekmesi tehlikesine karşı bu yönetimler her zaman bir emniyet subabı olmuştur.
Haber: Murat Başaran