“Mülke Endekslenmiş İbadetsiz Din” Semineri
Özgür-Der İzmir Şubesi'nce düzenlenen alternatif eğitim seminerlerinin bu haftaki konusu 'Mülke Endekslenmiş İbadetsiz Din' oldu.
Konunun sunumunu Özgür-Der Genel Başkan Yardımcısı Kenan Alpay yaptı.
Kenan Alpay, sunumunda özetle şunları anlattı:
Bu seneki Ramazan ayında, Ebu Zerr-i Gıfari’nin misyonunu yaşadığımız dönem ve toplumda ifa amacıyla bir grup insan, 'Müslümanlar haksız bir biçimde zenginleşiyor, kapitalistleşiyor; araba, yazlık, Hicaz'daki lüks oteller vs' diyerek bir dizi etkinlikler düzenledi. Lüks otellerde yapılan pahalı iftarları, otelin hemen önünde zeytin ekmekle iftar açarak protesto ettiler. Müslüman olup da özellikle Ramazan münasebetiyle sergilenen israf ve gösterişlerden rahatsız olmamak, bunlara tepki göstermemek mümkün değil. Ama olayları salt mülkiyete veya muhafazakar-dindar kesimlerin zenginleşmesine endeksleyerek eleştiri konusu yapmaya itirazımız var.
Sergilenen israf ve gösterişin İslam ahlakıyla ne kadar alakası varsa bu yanlışlara dair mülkiyet ve zenginlik karşıtlığı temelinde gösterilen tepkilerin de o kadar alakası vardır. Mesele mülkiyet veya zenginlik meselesi değil; en temelde zihniyet, itikad ve takva meselesidir.
Hz. Muhammed (a.s.) yanında İranlı, Habeşli, Gıfarlı sahabeler olduğu gibi iktidarı elinde bulunduran Kureyş ailesine mensup olanlar da vardı. Köleler ve kirler kadar zenginler, güçsüzler gibi güçsüzler de vardı. Mesela çok zengin oldukları halde Hz. Ebu Bekir (ra) ve Hz. Osman (ra) gibi sahip oldukları zenginlikleri, malı-mülkü Allah yolunda sarf eden sahabeler de vardı. Bu Allah yolunda infak etme ameliyesi sürekli olarak teşvik ediliyor ve bu salih amelin sahipleri Kur’an’da açıkça övülüyordu. Bazılarının iddia ettiği gibi zenginlik sadece hak gaspı veya fakirlerin hakkın gasp edilmesi olarak anlatılmıyor Kur’an ve siyerde.
Mesele bir şahıs ya da çevre meselesinden önce zihniyet, perspektif ve tercih meselesidir. Siyasal, sosyal veya ekonomik göstergelerin oluşum ve seyrini değerlendirirken hangi kaynağa dayanarak ve hangi hedefe varmak amacıyla harekete ettiğiniz kritik bir işlev görür. Salt objektivite, değerden bağımsız bir bakış açısı mümkün değildir.
1908'den itibaren Osmanlı devletinin yönetimi fiilen sona ermiş yapılan askeri darbe ile birlikte yönetim İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne geçmiştir. Ziya Gökalp, Abdullah Cevdet, Kılıçzade Hakkı gibi pozitivist-Türkçü kişilerin ana gündemi İslam'ın özleştirilmesiydi. Batı modernleşmesini, bilimsel ilerlemesini yakalayabilmek amacıyla İslam’a dair planlar yapıyorlardı. Laik, aydınlanmacı, akılcı, mantıklı ve olabildiğince ibadet ve ahlaki kuralları azaltılmış bir İslam olursa biz de modernleşip ilerleyebiliriz görüşü hâkimdi. Bunun daha radikal ve kurumlaşmış hali, Mustafa Kemal ve etrafındakiler tarafından söylendi ve icra edildi. Cumhuriyet tarihinde Rıfat Börekçi, Fuat Köprülü, Şemsettin Günaltay gibi isimler tarafından olabildiğince kaba haliyle Türkçü-laik İslam modeli inşa edilmeye çalışıldı. Bahriye Üçok, Turan Dursun gibi kimi resmi kimi sivil devlet görevlileri eliyle sürdürülen bu kaba, itici hatta nefret uyandırıcı süreç de bir devlet politikasıydı.
1980’lerin sonu ve 1990'ların başlarından itibaren devreye ilahiyatçı karakteri daha ağır basan aktörler devreye sokuldu. Mesela Yaşar Nuri Öztürk, Zekeriya Beyaz gibi isimler tarafından iletişim imkânları seferber edilerek kamuoyuna taşınan tartışma konularının masum bir doğru din arayışı, güzel bir dini yaşam temini gibi amaçları yoktu. 'Başörtüsü farz değildir, Hac kurban bayramına denk gelmek zorunda değildir, tavuktan-hindiden kurban olur gibi en kışkırtıcı hatta komik konular üzerinden Müslümanlara ibadeti küçümseyen laik ve Türkçü bir Müslüman tipi inşa etmek üzere misyon ifa ettiler.
Bu söylem ve teklifler gerçek İslam, hakiki İslam, öz İslam gibi söylemleriyle esasen İslam'ı ve Müslümanları Kemalist Türkçü statükoyla uyumlu hale getirmeyi amaçlıyordu. Devlet eliyle oluşturulmuş kapitalist sermayeye itirazı olamayan fakat bir biçimde İslami söylemlere sahip insanların siyasal ve iktisadi açıdan büyümelerinden rahatsız olan bir konsept yürürlükteydi.. Medyada bu İlahiyatçı hocaların görüşleri üzerinden Müslümanların siyasal ve iktisadi çabaları üzerinde bir aşağılama, ayıplama, nefret duyguları oluşturma üzerine psikolojik savaş teknikleri icra edildi.
Müslümanların inanç ve çabalarını küçük düşüren, Kemalist ideoloji ve devlet siyasetini yücelten bu ilahiyatçı tipleri merkez medya çok seviyordu. Çapkın ilahiyatçı, komik ilahiyatçı değil de devlet ve merkez medya nezdinde gerçek ve makbul ilahiyatçılar olarak el üstünde tutuluyorlardı. Çünkü bu türden makbul ilahiyatçıların TSK’ya, Kemalizme, laikliğe, modernliğe uyumlu İslam söylemi devlet krizinin yaşandığı dönemlerde çok fonksiyoneldi.
Bu tip ilahiyatçılar İslam düşmanlığı olarak kullanılan laiklik, otoriter ve totaliter kudretlerle donatılmış modern bir totem olarak Mustafa Kemal, cunta ve darbe geleneği üzerinden askeri vesayeti teamül haline getirmiş TSK’ya ima yoluyla olsun itiraz edemiyorlardı. Sermayenin Türkleştirilmesi sayesinde kamu imkânlarını devlet desteğiyle sömürerek oluşan TÜSİAD ve toplumsal bünyeyi ahlaksızlaştırmak gibi en kirli görevlerle donanmış merkez medya üzerine hiçbir muhalefet söz konusu edilmiyordu. Tam tersine kendileri gibi toplumu da statükonun tüm kurumlarına şükran duymaya davet diyorlardı.
Günümüze geldiğimizde artık bu develet tandaslı ilahiyatçı tipinin malulen emekliye evkedildilklerini görüyoruz Fakat İslam ve Müslümanlara dair oluşan bu boşluğun bir biçimde doldurulması gerekiyordu. Devlet imkânlarının dışından ama pek çok konuda devletin misyonuyla paralelleşen enteresan durumlar ve tartışmalar sürüp gitti.
Burada zikredilmesi gereken isimlerden biri de yazar İhsan Eliaçık’tır. Söylem ve teklifleriyle Kur'an'la, siyerle, siyasî tahlille ciddi bir biçimde tanışmamış gençler üzerinde etkili oldu. 'İhtiyaçtan fazlasını biriktirme kapitalizmdir, cehennemi hak eder' gibi sözler sarf edildi. Zenginlik özellikle Müslümanların zenginliği üzerinden odaklanan bir tarz ortaya konuldu. Müslümanların değeri zenginlik-fakirlik ayrımı çerçevesinden değerlendirilir oldu. Oysa Kur’andan anladığımıza göre iman-amel ilişkisi kopmaz bir biçimde birbirine raptedilmiştir. Düşünce ve söylem, söylem ve siyasal bağlam arasında ayrım yapmayız.
Mesela Kur’anın anlaşılması ve yaşanması ile ilgili konularda Eliaçık’ın gündeme getirdiği görüşlerde ciddi sıkıntılar hatta ciddi sapmalar söz konusudur. Kur'an'daki tüm kıssaları sembolik olarak nitelemektedir. Kıssalar vaki olmamış, yaşanmamıştır diyerek Kur’an’ın üçte birini anlatıya, hikayeye çevirmektedir. Bizlere vakitli olarak farz kılındığı açıkça ifade edilen namaz için üç, beş, yedi daha olmadı multi vakit formüller icad ediyor. Peygamberin yaşamadığı bir din, ibadetler için teklif etmediği bir vakitsizlik meselesi basit bir ayrıntı, hele hele içtihat hi değildir. Bambaşka bir dinden, hiç işitilmedik bir ibadetten bahsediyor sanki bize. Hamr başörtüsü değil göğsün örtülmesidir, başörtüsünün farziyeti söz konusu değildir derken açıkça Kur’an’daki kelimeleri yerlerinden kaydırmaktadır.
Gayba dair görüşlerinde de ultra aşırılıklar, gulat duruşlar sergiliyor. Vahiy meleği başta olmak üzere Allah-u Teala tarafından yaratıldıkları açıkça beyan edilen melekleri başlı başına varlıklar değil Allah'ın melekeleridir şeklinde izah ediyor. İbadetlere dair olabildiğince lakayt, gaybe dair olabildiğince karanlığı taşlayıcı bir din tasvir ediliyor. Bu anlatılanların ne Kur’anda ne de Hz. Muhammed’in hayatından bir karşılığına rastlamadım.
Bu basit fakat kışkırtıcı söylemden etkilenip namazı bırakan, tesettürü terk eden gençlere şahit oluyoruz maalesef. Namazı ikame etmeyi hafife alan, tesettürün farziyetini inkâra ve amelini terk etmeye teşvik eden bir söylemimin her tarafı infakla dolup taşsa kime ne fayda sağlar. İslam’ın bütünlüğünü parçalayan, bir kısım ayetleri sembolize sayıp saf dışı bırakan, salih amellerin başında sayılan emel ibadetleri önemsizleştirip sermaye, zenginlik düşmanlığından bir İslami duruş modellemek mümkün değildir. İslami mücadele değil de bir sınıf mücadelesi için zemin oluşturuluyor. Fakat bu sınıf mücadelesi de özellikle Kemalist sermayeye karşı değil de muhafazakâr-dindar sermayeye karşı öfkeleri kabartıp bileniyor.
TÜSİAD’ın adını anmayan, Kemalist sistemin teşvik edip koruduğu besleme sermayeye dokunmayan bu tarz tutarsız, samimiyetsiz ve sonuçsuz doldur-boşalt Ebuzercilik oyunu ancak merkez medyanın desteğiyle popüler olabilir. Popüler olur, heyecanlı olur ama sadra şifa olmaz, hakkın şahidi hiç olmaz. 'Hırsız, zenginin malını çalan kişi değildir, yoksulun emeğini çalan zengindir' sloganına bakalım mesela. Oysa Kur'an'ın neresinde servet sahibi, servet sahibi olması hasebiyle kâfir olarak tanımlanır. Kur’an ve sünnete rağmen neredeyse zenginin malının yağma edilmesine yönelik teşviklerden bahsedecekler.
Kur'an'da ille de bir şey bulmak istiyorsanız şartları biraz zorlayarak aradığınızı bulabiliyorsunuz. Ebu Zerr-i Gıfari kendi döneminde haklı olarak israfı, gösterişi ve servet yığmayı eleştirdi. Biz ölçü olarak israf etmemeye bakarız. Önemli olan size bahşedilen nimetlerle tekebbür etmemeniz, tuğyan etmemenizdir. Nimetler sebebiyle şükürden uzaklaşmak günahtır, büyüklenme ve azgınlık olmamalıdır. Diyelim ki Hz. Ebu Bekir (ra) ve Hz. Ömer’in (ra) miras bırakmamıştır. Böyle olsa bile Kur’anı Kerim’in birçok yerinde miras ve vasiyet ayetleri vardır. Miras ve vasiyet edecek kadar mülkiyet haktır. Allahu Teala yeryüzünde eşitliği değil adaleti ikame etmemizi istiyor.
Sermayeye, mülkiyete endekslenmiş bu sınıfsal bakışa göre Hz. Süleyman (a.s.) da kapitalist sınıflara(!) giriyor. Örnek alınması gereken Hz. Süleyman (a.s.)’da, kınanıp helak edilen Karun da zengindir Fakat kriter zenginlik üzerinden değil zenginliğin kaynağı ve sarfında nasıl bir tercihte bulunacağınızdır. Zenginliği insanoğluna bahşeden Allah, zenginliğin zekat ve infak yoluyla arınmaya ve toplumsal dengenin tesisine yönlendirmektedir.
Genelkurmay Başkanlığı dokuz tane daire başkanlığı kurup Dursun Çiçek gibi kurmay albay düzeyindeki kişilerin kontrolünde internet siteleri kurarak irtica adı altında hepimizle, İslam’la, Müslümanlarla savaşıyordu. AK Parti Hükümeti üzerinden siyaset ve iktisat alanlarında mesafe kateden ‘İslamcılar’a karşı psikolojik harekât düzenleniyor. Andıçların, brifinglerin ardı arkası kesilmiyor.
TÜSİAD ve CHP çizgisi TSK imkânlarıyla koruyup kollanıyor. Bu merkezlerin oluşturduğu İslamcı kakterlerin hepsi hastalıklıdır, zararlıdır ve yok edilmelidir. Düşünebiliyor musunuz İslamcıların hepsi hepsi ABD işbirlikçisi, hepsi ABDestli kapitalist! En ılımlı İslamcı Fethullah Gülen de, en radikal İslamcı rahmetli Usame bin Laden de ABD ajanı kategorine girmekten kurtulamıyor. Kemalistler ve sol-sosyalist kesimlerin tamamı tam bağımsızlıktan yana, tepeden tırnağa anti-kapitalist ve adalet timsali olarak karakterize edilirken İslamcılar en iğrenç bir biçimde lanse ediliyorlar
İslam düşmanı Ergenekon Cuntası’nın gönüllü elemanı Eren Erdem Odatv ve Ulusal Kanal’da ABDestli Kapitalizm diye iğrenç bir psikolojik harekât sloganı peydahlıyor İhsan Eliaçık ve çevresi de bu nevzuhur şeytani planı bizim mahalleye pazarlıyor. Bu bir özeleştiri, ıslahat kaygısı filan değil düpedüz Ergenekon Cuntasının psikolojik harekâtına destek vermektir. Karargâhta tezgâhlanan tuzaklar sözde Kur’ancı tipler eliyle bizim mahallenin gençlerine yutturuluyor. Laik Kemalist kadroların statükolarını tahkim etmek üzere İslam ve Müslümanları zayıflatma, küçük düşürme, itibarsızlaştırma girişimlerine Eliaçık da destek veriyor.
'Kibir kuleleri' önünde değil TÜSİAD sermayesine söz söyleyemeyen bir Ebuzer mümkün mü? Aynı şekilde bu kibir kuleleri diken ‘Ulu Önder’in kibir heykellerinin önünde eylem yapmak niçin akledilemiyor? Kibir heykelleri dokunulmaz mı yoksa dokunursanız yanacağınızdan mı korkuyorsunuz? Hani Maide suresinde bu kibir heykelleri bu anıt heykeller şeytan işi birer pislik olarak nitelendiriliyordu, unuttunuz mu yoksa?
Peki ya zorunlu askerlik hizmetindeki emek sömürüsü neden gündeminize girmiyor? Milyonlarca gencin seksen yıldır bir buçuk yılının hem de ücretsiz ve sosyal güvencesiz bir şekilde heba olmasından habersiz misiniz? Peki ya vergiden, denetimden, paylaşımdan muaf OYAK? Ülker'in her şeyini toplasanız Koç'un belki de otuzda biri etmez. Koç'u, Sabancı'yı, Enka'yı, Doğuş'u es geçersen elbette Ece Temelkuran, Edip Yüksel, Nuray Mert, Tuna Kiremitçi, Sırrın Süreyya Önder, Hidayet Şefkatli, İlhami Güler hemen yanında yürür, safları sıklaştırır. Bu steril sosyal adaletçiler koşup gelirler, alkış tutarlar hemen ve 'Evet, evet! İşte gerçek İslam budur' derler.
Allah Ebu Leheb'in, Ebu Cehil'in ellerii kurusun diyor, bu zihniyetin takipçilerini de lanetleniyor. Ama Allah'a borç verenleri yani fakire, yetime, yolda kalmışa vd. infak edenler övülüyor. Cennette kat kat fazlasının verileceği anlatılıyor. Müslümanların hatalarını, kusurlarını burjuvaziye, emperyalizme, Kemalizme malzeme edenler utanılacak bir iş üzeredirler. Bazı irili ufaklı gruplarla birlikte olabilmek ve iş yapabilmek için, popülaritelerini muhafaza edebilmek için Müslümanları vahşice eleştirmenin, küçük düşürmeye yeltenmenin ayıbı giderilebilir değildir.
Eliaçık'ın bir de ‘Benim Gözümde Mustafa Kemal' yazısına bakmak gerekir. İnsanî, İslamî, ahlakî değerlendirme yok bu yazısında, övgü ise gırla gidiyor. Karunlaşmaya muhalefet eden arkadaş Samirîleşmeye yelken açıyor. Tamam, liberal, muhafazakar, Kemalist sermayenin peşine takılmayız., Muhafazakar veya dindar diye hiç kimsenin günahını, kusurunu ayıbını da mazur görmeyiz. Önemli olan, sahip olunanın, başkaları tarafından da erişilebilir olmasıdır.
Vasat olmak, insanların size bakarak istikamet belirlemesidir. Bir lokma bir hırka edebiyatının hiçbir İslami temeli yoktur. Kur'an'da hiçbir ayette fakirlik övülmüyor.
Soru cevap ve katkı faslının ardından etkinlik sona erdi.