İzmir'de "Sünnet-Hadis Ayrımı" Semineri
Özgür-Der İzmir Şubesi'nin hadis usulü üst başlıklı alternatif eğitim seminerlerinin bu haftaki konuğu Özgür-Der Bursa Şube Başkanı Aziz Avar oldu.
Aziz Avar, katılımcılara 'Sünnet-Hadis Ayrımı ve Sünnetin Dinin Kavranmasındaki Yeri' başlıklı çalışmasını sundu.
Aziz Avar, sunumundan özetle şunları anlattı:
Günümüzde ve toplumumuzda hadis ve sünnet kavramları aynı anlama geliyormuş gibi kullanılmaktadır. Hadis, bir vakıanın haberini, sözünü, eserini ifade ederken; sünnet kelimesi o vakıanın kendisini ifade etmektedir. Sünnet terimi vakıa olarak Rasulullah'ın ortaya koyduğu pratiği ifade ederken, hadis terimi ancak bu vakıanın algılanması konusunda bir araç olgusuna işaret etmektedir.
Örnekleyecek olursak: Hz. Muhammed'in kendisine vahy edilen bir hükmü tebliğ ettikten sonra, o hükmün gereklerine göre yaşaması veya o hükmün uygulanması konusunda sözlü ve fiili örneklik göstermesi, o hükmün arkadaşları tarafından algılama biçimini tasdik etmesi, O'nun sünnetidir. Hadis ise, o vakıanın bize aktarımıdır. Örneğin vakıaya tanık olan bir sahabenin o vakıayı algılayabildiği, kendi ortamı içinde kavrayabildiği ve kendi hafızasında tutabildiği kadarıyla sonraki kişi ve kuşaklara sözlü olarak rivayet etmesi, bu rivayeti duyanların da gene kendi zabt güçleri oranında diğer kişi ve kuşaklara aktarması olayıdır.
Şu unutulmamalıdır ki, vakıa olarak Kur'an'ı belirleyen sünnet veya hadis veyahut icma ve kıyas değildir. Bizatihi belirleyici konumda olan, sünneti belirleyen ve yönlendiren Kur'an'dır. Din ile ilgili bütün belirlemelerin kaynağı, Rabbimizin Hz. Muhammed'e vahyettiği ve günümüze mütevatir bir yolla gelen korunmuş olan Kur'an-ı Kerim'dir. Sünnet dahil hiç bir rivayet ve hüküm, Kur'an nasslarının üstünde yeni bir ilke ve yeni bir görüş getiremez. O halde sünnet konusunun içeriğini belirlerken öncelikle başvuracağımız ve hükümleriyle kayıtlı kalacağımız asıl kaynak kitabımız olan Kur'an'dır.
Dinimizi Kur'an belirlemektedir. Ancak Kur'ani bir ahlakın ve mücadele tarzının oluşturulmasında ve Kur'an'ın bildirdiği bazı hükümlerin uygulanmasında Hz. Muhammed'in örnekliği bizi yakinen ilgilendirmektedir. Kur'an'ın nasslarını yorumlarken de Hz. Muhammed'in sünneti bizim için en temel önceliği oluşturmaktadır. O halde, dinimizin uygulama biçimini öğrenmek için başvurduğumuz sünnetin içeriği hususunda sahip olmamız gereken kanaat, hepimizi ilzam eden bir gereklilik ise, zanni değil kafi delillere dayanmalıdır.
Zaten Allahu Teala, örnek alınmasını ve itaat edilmesini istediği rasulünün konumunu, Kur'an-ı Kerim'de yüzlerce ayetle yeterince açıklamıştır. Rasulullah (s)'in insan olarak vahiy öncesi ve vahiy sonrası durumu, bilgi kaynağı, görevi, kendisine yapılan gaybi yardımlar, ayrıcalıklı özel halleri, itaat edilmesi ve hüküm vermesi konusundaki yetki ve sınırları, kendisine yöneltilen uyarı ve ikazlar gibi konularda tasnif edebileceğimiz birçok ayet, yeterli düzeyde Hz. Muhammed'in konumunu ve sünnetinin değerini aydınlatmakta ve anlamamıza yardımcı olmaktadır. Ancak anlaşılamayan tutum, sünnetin konumunu Kur'an'ın sübut ve delalet açısından kat'ilik taşıyan söz konusu ayetleri ile değerlendirmeyi yeterli bulmayıp, kat'ilik taşımayan bazı ahad haberlerle, gelenek içinde oluşmuş ön kabullerle, hatta keşf gibi tamamen sübjektif ölçülerle birlikte değerlendirilmeye çalışılmasıdır. Oysa değerlendirilmeye çalışılan herhangi bir olay değil, dinimizin anlaşılmasında temel bir ölçü olayıdır. Temel ölçüler zan ve vehimlerden kalkılarak değil; muhkem, açık ve kesin delillerden kalkılarak kavranılabilir. Bu alanda yapılan yanlış, sünnetin sübutu konusunda olduğu gibi, sünnet ile hadisi aynı değerde görmek yanlışından da kaynaklanmaktadır.
İki oturumda gerçekleştirilen seminer, karşılıklı soru cevap bölümünün ardından sona erdi.