“Dinde Derinleşme ve Sefere Çıkanlar”
Özgür-Der İzmir Şubesi’nin düzenlediği alternatif eğitim çalışmaları, Mustafa Eğilli tarafından sunulan “Dinde Derinleşme ve Sefere Çıkanlar” başlıklı seminerle devam etti.
Sunumunun genelini Tevbe Suresi 122. ayet üzerinden gerçekleştiren Eğilli, ayette geçen fıkhetme kavramı bağlamında 'dinde derinleşme' ve 'sefere çıkma' konularına açıklık getirdi. Ayetteki 'fıkhetme' fiilinin 'derin kavrayış', 'işin özünü bilme', 'bir şeyi tam anlamıyla kavrama' ve benzeri anlamlara geldiğine dikkat çeken Eğilli; ilim, fehm, akletme gibi eylemlerin ise fıkhetmeden ince anlam farkları olduğunu söyledi.
"Ayetleri anlamayı, ezberlemeyi ve üzerinde akıl yürütmeyi herkes yapabilir; fıkhetmek ise özel kabiliyet ister ve ayetin hikmet ve illetine vakıf olmayı gerektirir. Sözgelimi Maide Suresi 38. ayette geçen hırsızlıkla ilgili had cezasının uygulanması, Hz Ömer zamanında kıtlık nedeniyle geçici olarak durdurulmuştur. Çünkü Hz. Ömer, burada kastın adaleti sağlamak olduğunu fıkhetmiştir. Uygulamanın Allah'ın kastettiği amaçla, maksatla ne kadar uyuştuğu; emrin hangi halde ve şartlarda yerine getirileceğini kavramak, fıkhetmektir." diyen Eğilli, "İslam tarihinde ise fıkhetmeyi uhrevî ilimlerden sayıp 'dünyanın geçiciliğini kavrama' olarak alanlar (Gazalî); kalbî olduğunu, çalışmakla elde edilemeyeceğini söyleyenler (Keşanî); toplumu uyarmak ve yönetime boyun eğmemek olarak ifade edenler olmuştur (Zemahşerî)." şeklinde konuştu.
Tevbe Suresi 122. ayetin genel olarak iki farklı şekilde anlaşıldığına dikkat çeken Eğilli, mealler arasındaki farkı da ortaya koydu:
- "Bununla beraber mü'minlerin hepsinin birden topyekün savaşa katılmaları uygun değildir. Her kabileden bir kısım din ilimlerinde derinleşmeli ve kabileleri savaştan dönüp gelince onları uyarmalıdır ki, böylece Allah'ın azabından sakınırlar."
- "Mü'minlerin topyekün sefere çıkmaları gerekmez. Bunun yerine her kabileden bir grup, dinin özünü öğrenmek ve kötülüklerden kaçınırlar umudu ile toplumlarını uyarmak için sefere çıkmalıdır."
Farklı yorumların, önyargıdan ve genel yanlış kabulden kaynaklandığını belirten Eğilli, sözlerini şöyle sürdürdü: "Kimi çevirilerde, sefere/cihada/savaşa çıkanlar ile geride kalıp din/dinî ilimler konusunda uzmanlaşanlar farklı iki sınıfmış gibi bir anlam yüklemesi görmekteyiz. Oysa geride kalanlar, yerinde kalanlar yeriliyor ayetlerde. İslam hareket dini olduğundan hayatın içinde kazanılır ve yaşanılır. Teknik bilgiye sahip olmak, fıkhetmek için yeterli değildir. Köşeye oturup ilim yapmak olmaz; çünkü o ilim hayata aktarıl(a)maz. Savaştan geri kalanların, dinin özünü kavramak üzere ayrıldıkları düşüncesi ise tutarsız bir kuruntudur. Bu durum, dayanağı hareket olan İslam dinini tabiatına terstir. Yerinde oturan bir fakihten İslam öğrenilmez. İlim ve amel mutlaka birlikte yürütülmelidir."
Eğilli, Tevbe süresi 122. ayet bağlamında fıkhetme kavramıyla ilgili Mevdudî, Seyyid Kutup ve Hasan Turabî'den aktarımlar yaparak sunumunu tamamladı.
Dinleyicilerden gelen bir soru üzerine Ashab-ı Suffa hakkında da bilgi veren Eğilli, söz konusu durumun bir sığınma evini ilim yuvasına çevirmesi açısından önemli olduğunu, ama örnek alınabilir bir eğitim modeli oluşturamayacağını ifade etti.
Fazlı İnderin / HaksözHaber – İzmir
Fotoğraflar: Yakup Takır