Ahlakî Yozlaşma ve Çözüm Arayışları

Ahlakî Yozlaşma ve Çözüm Arayışları

Özgür-Der İzmir Şubesi’nin düzenlediği alternatif eğitim çalışmalarına “Ahlakî Yozlaşma ve Çözüm Arayışları” başlıklı çalışmayla devam edildi.

Özgür-Der İzmir Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi Özlem Öz tarafından sunulan seminerde ahlakî yozlaşmanın sebepleri, beslendiği etmenler ve bunlara karşı geliştirilebilecek çözümler üzerinde duruldu.

"AHLAKIN KAYNAĞI VAHİY OLMALIDIR!"

Ahlakın, insanın kurallara göre mi yoksa keyfine göre mi yaşayacağını ortaya koyarken müdahil olduğunu belirterek sözlerine başlayan Öz, ahlak kelimesinin kökünün halk ve huluk kelimelerinden geldiğini; bunun da 'yaratılıştan gelen' demek olduğunu belirtti. Gazali; ahlakın fıtrî ve kendiliğinden olduğunu söyler. Batı'daysa 'etik' ve 'moral' kelimeleri, ahlakın karşılığı olarak kullanılıyor" diyen Öz, "Modern değerlerlerin egemen olduğu dünyamızda, inandığımızla yaşadığımız çelişebiliyor. Ahlakî yozlaşma da burada başlıyor şeklinde konuştu.

Öz, şöyle devam etti: "Takva ve fücur arasındayız. Yüzde yüz iyi ya da yüzde yüz kötü yok. Grek ahlakı, Kant ahlakı ve modern ahlak. Herkes durduğu yere göre tanım yapıyor. Eşarîler, Allah dediği için; Maturidîler ve Mutezile ise zaten kendiliğinden üstün değerlerdir derler. Ama akıl tek başına ahlakı belirleyemez. Saf akıl pratikte mümkün değildir. Doğumdan itibaren her şeyden etkileniriz. Kur'an'a göre ahlak izafî değildir. Vahye ihtiyaç vardır. İslam, hayata müdahil olması hasebiyle ahlakî bakış yönünden de laik ve mistik anlayışlardan farklıdır. Ahlak için din gerekmez diyorlar. "Kalbim temiz; içkim, kumarım, zinam yok" denmesi ahlakî olarak yeterli görülüyor. Uzlet, sadece nefsle yapılacak mücadelenin yeterli görülmesi, tasavvuf gibi etmenlerin de bu durumda etkisi büyük. Kaynağı Kur'an olmayan ya da sapkın kimi açılımlarla vahiyden uzaklaşan her anlayışta bunu görebiliriz."

İSLAM TOPLUMUNDA AHLAKÎ YOZLAŞMA

"İslam toplumunun en önemli tarafı, İslam boyasıyla boyanmış bireylerden oluşmasıdır. Yaşanılan toplum nasıl okursa olsun, birey ahlaklı olmalıdır. Ticaret, insan ilişkileri, aile içi ilişkiler, devlet yönetimi, hatta cenaze merasimine kadar bütün olaylar, vahiy eksenli bakış açısıyla işlenmelidir" diyen Öz, Hz. Aişe'den rivayet edilen: "Rasulün ahlakı Kur'an'dı" mealindeki hadisi de hatırlatarak "Burdan da anlıyoruz ki Peygamber'in hayatının her aşaması vahye göre yaşanmıştır. İslam toplumlarının yozlaşma süreci ise Hz. Osman dönemi ile başlatılabilir. Muaviye'yle birlikteyse istişare rafa kaldırıldı, yerine sultanlık geldi. Yanlış tevekkül, kaza-kader anlayışlarıyla birlikte "zalim sultana itaat" türünden sapmalar ortaya çıktı. Fetihlerle beraber farklı inanç ve uygulamalarla tanışılması, Grek ve Hint felsefesinden yapılan tercümeler ve sahabe neslinin de hayatta olmaması, ahlakî yozlaşmanın gidişatını perçinlemiş oldu" dedi.

Öz, " Müslümanlar ya yaşadığı şehri vahye göre dönüştürür ya da başka bir şehir inşa eder. Ancak süreç bu ilkeye karşın Müslümanları yaşadıkları yapıları normal kabul etmeye itti Böylece hak ve batıl yaşam biçimleri birbirine karıştı ve bozuk yapının sürekli üretilmesi gelecek nesillere taşındı. Egemen devletlerin tebaası olmaları da içinde yaşadıkları yapıyı sorgulamalarını engellemiştir.

Rönesans, Reform, sömürgecilik, Avrupa'nın zenginleşmesi sonucu oluşan bütün toplumlar etkilendi. Her şey Batı için değerlendirilmeye başlandı. İnsan ilişkilerine çok farklı bir pencereden bakılmaya başlandı. İnsan –toplum, insan-kâinat-çevre, yaratılış-hayat ve bunların amacı ve anlamı gibi temel ilkelerin ve ilişkilerin tanımı ve yorumu yeni bir bakış açısı, akıl yapısı ve zihniyet ile yapılmaktadır

Kilise'nin otoritesinin sarsılmasıyla din hayattan tamamen dışlandı ve evrende var olan herşey mutlak anlamda bilinebilir ve hesaplanabilir. Artık yağan her kar ya da yağmur taneciğinin düşmediğini, yeryüzüne bir melek tarafından gönderildiğini söylemek 'absürd' olarak kabul edilmeye başlanmıştır. Modernleşmenin dine yansımasıdır Sekülerizm, İnsanî değerlerin dinî ve metafizik temellerden uzaklaştırılmasıdır. Kul, artık birey olmuştur.

MODERNLEŞME VE AHLAKÎ YOZLAŞMA

Yozlaşmanın yaşadığımız topraklardaki tarihi serüvenini de ele alan Öz, "Batı'ya giden aydınlar, Batıcı olup döndüler ve inisiyatifi ele geçirdiler. Yeni devlet, tek dille ve milletle temellendirildi. Tevhid-i tedrisat kanunu, alfabenin değiştirilmesi, kurgulanmış yeni bir tarihin öğretilmeye başlanması, Birinci Paylaşım Savaşı'ndan sonra onlarca türedi devletin kurulması, TC'de ise Türk olmayanların azınlık kabul edilmesi; tehcir, kıyım, varlık vergisi, baskılar ve asimile edici politikalar, dine ve kutsala savaş açılması bir bütün olarak değerlendirildiğinde, ahlakî erezyonun temel sebepleri olduğu görülür.

Sistemin baskı politikaları yüzünden ikiyüzlü nesiller yetiştiğine dikkat çeken Öz, "Düşünmeyen, konuşmayan, sorgulamayan, egoist, çıkarcı, bencil nesiller yetiştirildi. Muhalif kesimler sindirildi. Çocuklar ikiyüzlü ve riyakâr olmaya zorlanıyorlar eğitim kurumlarında. TSK, MGK, CHP, YÖK, ADD, ÇYDD, yüksek yargı ve merkez medya gibi resmî ve yarı resmî kurumlar resmî ideolojiyi korumaya yönelik çabalar güdüyor.

Ve şimdilerde laik ahlakın zaten yeterince yıprattığı kimliksizleştirdiği toplum küreselleşme adı verilen yeni bir kuşatma ile karşı karşıya. İnsanların hayatı algılamalarında ve tercih belirlemelerinde giderek belirginleşen bir tuğyan ve azgınlık hali öne çıkmakta. Sokaktan okula, iş hayatından medyaya, spora, eğlenceye kadar her alanda yoğun bir yozlaşma hatta daha da açıkçası çürüme olgusu kendini hissettiriyor

"TÜKETİM DİNİNİN MENSUBU OLUNMAMALI!"

Modernite; bireyi, gücü, dünyayı önceleyen seküler bir temel üzerine inşa edildiğinden teknolojik ve ekonomik ilerlemeyi, hayatı anlamlandıran zorunlu bir hedef haline getirdiğini belirten Öz, "İstekler, ihtiyaç gibi sunulabiliyor. Ambalajlar güzel; özgürlük, farklı olma, imkânsızı isteme gibi sloganlar ise çekici. Ancak tüketimde aşırılığı sadece israf olarak görmek, bilerek ya da bilmeyerek olayı küçümsemektir. Tüketim kültürü hayatın anlamını ilerlemek olarak belirleyen, dünyada bir cennet yaratmaya çalışan bir dindir. Ve bu din her türlü insani değeri metalaştırıyor. 'Anneler Günü', 'Sevgililer Günü' gibi kurgularla duygular bile metalaştırılıyor. Medyada sunulanlar, tüketim kültürünün tebliğ biçimidir. Cennet bu dünyadaymış gibi sunulurken açlık, çevre ifsadı, enerji kaynaklarının hoyratça tüketilmesi gündeme getirilmiyor. " şeklinde konuştu.  

PEKİ NE YAPMALI?

Cahili toplulukların tamamında, ister geleneksel olsun ister modern, sınıfsal bir yapı vardır. Üst gelir grupları, ya da egemen sınıf ve çevresi yahut elit dediğimiz sınıf, toplumu belirleyen, yönlendiren ve değiştiren sınıftır. Kuran'ın mele ve mütref dediği kesimdir. Toplumun karakterini o sınıf belirler. Diğerleri, onlara bakarak, onları örnek alarak şekillenir.

Aynı toplumda, ikinci sınıf zenginler yahut orta üst gelir grupları, kendi değerlerinden uzaklaşarak üstte olanlara benzemeye çalışanlardır. Bu grup, kendi ölçülerinde zenginleştikçe kimi örnek alacaktır, üst gelir gruplarını. Neden, çünkü aşağılık kompleksine sahiptir. Kendi kültürüne karşı öz güveni yoktur. Tüketim harcamalarında, konut ve binitlerinde, tatil ve eğlence alışkanlıklarında, dolaysı ile kurduğu her ilişkide, kendi değerlerini terk edecek ve diğerlerini örnek alacaklardır... İşte bu grubun kendi değerlerini terk ederek diğerlerine benzemeye çalıştığı her durumda, ahlaki yozlaşma başlamıştır. Söz gelimi, belediyeden ve hükümetten rant elde eden Müslümanlar, kendi kültürlerini üretmektense, laikleri taklit etmektedirler..Artık bakanların eşlerini Yıldırım Mayruk ,giydirmekte ,zenginler İstanbul un en lüks lokantalarında ramazan iftarı verebilmekte,Dubai deki 7 yıldızlı otellerde tatil yapmakta Sheraton,Hilton gibi otellerde ..kına gecesi yapmaktadır.

Öz; ''Yaşadığımız dünya modern, seküler bir zihinle kuruldu. Bu nedenle her türden, ahlaksızlığın, adaletsizliğin ve fahşanın üretilmesi gayet normal. Toplumu değiştirme bilinciyle kuşanmak, çözümü beraberinde getirir. Çözüm pratik duruşlarımızda yatıyor. Birbirimize sahip çıkmalıyız. Bu toplumda temiz kalmak hiç kolay değildir ama imkânsız da değildir. Şüphesiz müminler zora talip olan kimselerdir. Ve cennet zoru başaranların mekânıdır.'' şeklinde konuştu.

Yapılan katkılarla ve soru-cevap bölümüyle program sona erdi.

 

Fazlı İnderin – HaksözHaber / İZMİR

Fotoğraflar: Sirra Büyük

Önceki ve Sonraki Haberler