Özgür-Der Bursa Şubesinde “Şia” Semineri
“İslam Düşüncesinde Mezhebler” Anabaşlığı altında sürdürülen seminerlerin ikincisi olan “İslam Düşüncesinde Şia” konulu seminer dernek binasında işlendi.
Serdar Bursalı tarafından sunulan seminer süregelen İmamiye Şiası, kurumsal olarak Şia üzerine konuşmalarla sürdü.
Bursalı'nın konuşmasından notlar:
Peygamberimizin vefatından sonra ümmetin içine düştüğü bunalım birçok yaklaşımı doğurdu. Kafa karışıklıkları, tutarsızlıklar ve kimlik bunalımları eşliğinde süregelen duruma bir itiraz olarak Şia; Ehl-i Beyt ve onun şiarını omuzlayarak hali hazırdaki adaletsizlik ve sömürüye bir cevap niteliği taşımaktaydı.
İtiraz temelli bir oluşum olarak Şia esas mücadelesini saltanat ve onun yanlılarına karşı sürdürmekteydi. Mücadeleyi bir mektep olarak benimsemiş ve yaslandığı gelenekle ; Ali , Hasan , Hüseyin , Fatıma ; Zeyneb gibi şahsiyetleri bayraklaştırarak bir Ehl-i Beyt mektebi oluşturmaktaydı.
Kendine has bir sistematiğe büründükten sonra mezhebleşen Şia ; İmam Seccad'dan sonra M. Bakır ve Zeyd'in imametlerinin kurumlaşmış görüş ve ictihatlarından oluşmaktaydı. Bugün İmamiye Şiası olarak bilinen mezheb M. Bakır , Zeydiye olarak bilinen mezheb İmam Zeyd ile başladı. Zeydiye'yi değerlendirirsek ; fıkıhta İmam Hanefi'ye yakın , itikaden Mutezili olan , kıyam düşüncesini merkezleştiren bir duruş olduğunu görürüz. İsmailiye mezhebide bunlara ilave olarak değerlendirilir. Temel ayrım noktası ise İmam Ali'nin on ikinci imam olması görüşüdür. Temel olarak Şia'yı Şia yapan imamet görüşüydü. Diğer İslam Ekollerinden farklı olarak Şia, özet olarak "İnsanlar kendi imamlarını seçemezler , imam Allah tarafından seçilir. Bu ise dönemin Ehl-i Beyt soyundan gelen, en adil ve güvenilir şahsıdır." Görüşünü benimsemişti. Şia'da imam; dini varolan tarihsel ortamda yeniden yorumlar ve gündeme sokardı. İmam adil bir yönetim için şarttır, onun yokluğunda hiçbir yönetim meşru değildir. Daha sonraları ise vesayet, ismet, intizar, velayet, taklid , gaybet , ictihad , zuhur , velayet-i fakih gibi Şia terminolojik gelenek bu temel üzere inşa edildi. Velayet-i fakih düşüncesi son dönem Şia kurumu olarak karşımıza çıkmakta: İmamın yokluğunda herhangi bir meşru devlet olamayacağı için ehil olan Şia ümmetin maslahatı gereği imamın zuhuruna kadar yönetimde bulunabilirdi.
Siyasi bir yöneliş olarak doğan Şia; devletleşme olgusunu Safeviler ile yaşadı. Osmanlı'nın Sünni-Müslüman dünyaya seslenmesine karşı olarak , Safeviler Şia bir devlet kimliğine büründü. Fars halkının Şia mezhebine geçişi bu döneme rastlamakta. Asıl olarak Şia'nın karşısında Ehl-i Sünnet'ten çok saltanat varken , bir siyasi rant olarak bu dönemde Ehl-i Sünnet ile çatışması desteklendi. Durum daha çok Osmanlı-Safevi mücadelesi iken görünen kısım Şii-Sünni çatışmasını gösteriyordu. Şia'nın uç fikirleri bu devirde ortaya çıkmıştır. İkinci Halife Ömer'in küfr ile itham olunması bu döneme rastlar ; zira Safevi topraklarını fetheden ikinci halife Ömer'dir.
Dar'et-Takrib Beyne'l-Mehazib fikri; Müslüman camiada yaklaşık yüz elli yıl önce Cemaleddin Efgani ve Ayetullah Naili ile birlikte oluşmaya başladı. Bu fikir; Sünni dünya ile Şia dünyası arasındaki ihtilafları gidererek veyahut en aza indirerek küresel emperyalizmin Müslüman dünya üzerindeki tasallutuna son verme düşüncesi idi. Hasan El-Benna, Şeyh Şeltut, Muhammed Taki El-Hummi gibi şahsiyetlerin önderliğindeki proje İran İslam İnkilabından sonra İmam Humeyni önderliğinde kurumlaşarak Daru't-Takrib merkezi ve üniversitesi kuruldu. Daru't- Takrib'in İslam Ümmeti üzerindeki birleştirici fonksiyonu ile birlikte; Filistin sorunu konusundaki ümmetin hassasiyeti , İran İslam inkilabının verdiği sevinç ve özgüven ; İslam dünyasına siyasi ve itikadi olarak vahdeti aşılamakta.
İslam ümmetinin hali hazırdaki durumunu değerlendiren Bursalı; Sünni-Şii çatışmasının siyasi olmaktan çok cahili bir temele dayandığını ifade ederek Sünni ve Şia dünyasının birbirleri üzerine ciddi manada bilgi sahibi olması gerektiğini; aslında birbirine çok yakın olan mezheblerin cahili tasavvurlarımızı bir kenara bırakarak vahdet şuuru içerisinde küresel ölçekte bir "İslam" fenomeni üzerinde birbirini kollayan , bir duvarın iki tuğlası gibi kenetlenmiş bir yapı arz etmemiz gerektiğini ifade etti.
Alınan soru ve görüşlerle seminere son verildi.