Bursa'da Tunus İzlenimleri Söyleşisi Yapıldı
Ulustan Ümmete gezi programı ile Tunus'a ziyarette bulunan Aziz Avar izlenimlerini anlattı.
Özgür-Der Bursa Şubesi'nde, Ulustan Ümmete programının organize ettiği Tunus gezisi konuşuldu. Gezi heyetinde bulunan Aziz Avar’ın aktarımı ile sunulan program Ördekli Kültür Merkezinde gerçekleştirildi.
Açılış ve takdim konuşmasını yapmak üzere ilk sözü alan Ömer Faruk Sevim; Tunus bildiğiniz üzere Ortadoğu’da başlayan intifada hareketlerinin meşalesini yakan ilk ülke idi. Müslümanların özgürlük ve adalet taleplerinin gittikçe ileri ve nitelikli bir ivme kazandığı bu süreçte içeriden bir gözlem yapmamız elzem hale gelmişti. Bu açıdan gerçekleştirilen gezi programı oldukça önemli bir özelliğe sahiptir… Diyerek yapılan temasların önemine dikkat çeken bir giriş konuşması yaptı. Ardından sözü alan Aziz Avar Tunus’un tarihinden bir takım bilgiler aktardıktan sonra bunun gerekliliğini şu sözler ile ifade etti;
Tarihsel verilerin kısmi anlamda Bugün ki sosyo- politik yapıyı ve yaşananları anlamada bize yardımcı olabileceğini düşünüyorum.Eğer düne dair yaşananları genel hatları ile bilirsek bugün ki cari olan dinamiklerinde nasıl işlediğini daha sağlıklı anlayabiliriz. Zira tartışılmaz bir kural olarak her coğrafyanın kendine ait bir takımözellikleri vardır ve bunlar onun hem karakteristiğini hem de siyasi veyahut sosyal olaylarda yapısal belirleyeni olabilecek bir işleve sahip olabilmektedir. Onun için az önce aktardığım ve hemen herkesin rahatlıkla ulaşabileceği tarihsel bilgiler çerçevesinde, izlenimlerimizi ele almamız bizi daha sağlıklı sonuçlara götürebilir.
Gerçekleştirilen temasları; Nahda Partisive lideri Raşid Gannuşi, Islah Cephesi ve başkanı Muhammed Khuja, Emel Cemiyeti, Hizb-u Tahrir ve Tunus İşçi Partisi şeklinde ifade eden Avar, görüşmelerin içeriğine dair şu bilgileri aktardı;
RAŞİD GANNUŞİ İLE GÖRÜŞME
Gannuşi, heyetimizi kurulmakta olan yeni Tunus ile Türkiye arasında köprü olarak gördüğünü söyledi. Tunusun tarihinde Türkiyeolan ilişkilerinin çok uzun bir geçmişe sahip olduğunu, Arapların vesilesi ile Tunus’a gelen İslam’ı, Osmanlı himayesi ile korunduğunu, Avrupa’nın her türlü fitne ve iç siyasete müdahale yolu ile yapmak istediği Hristiyanlaşma çabasına karşın Osmanlının himayesinin önemli bir rolü olduğunu ifade etti. Gannuşiİstanbul’a özel bir anlam yüklüyor onuİslam ümmetinin merkezi olarak nitelendiriyor. Ülkesinden sürgün edildiği yıllarda uzun sayılabilecek bir süre İstanbul’da ikamet etmiş ve bu süre zarfında yaptığı gözlemlerden epey istifa ettiğini söylüyor. Özellikle HabibBurgiba’nınTunus’ta yapmak istediği Batılılaştırma ve laiklik çalışmalarının Türkiye’deMustafa kemal ve kadrosunun yapmaya çalıştıklarına çok benzediğini söyledi. Her iki ülkede de çok acıların çekildiğini, İslam düşmanlığının had safhada olduğunu, âlimlerin katledildiğini, İslam ile irtibatın kesilerek batı tipi bir nesil yetiştirilmek istendiğini söyledi. Ancak her iki ülkenin ortak problemi bu olmasına karşın yine her iki ülkede ıslah hareketlerinin varlığını koruduğunu ve dayanışma içerisinde daha sağlıklı bir zemine oturmak üzere seyir ettiğini belirtti.
Kendi ülkelerinde yakın zamanda yaşanan sıkıntıları dillendirirken ortaya koyduğu tablo gerçekten çok çarpıcı idi. Gannuşi; Tunus’ta tam bir diktatörlük söz konusu idi. Hem siyasi alanda hem de ekonomik alanda bugün tarif ettiğimde anlamanızın mümkün olmayacağı derecede sıkıntı mevcuttu. Parti kurmak bir yana en basit muhalif söylemi dillendirmek bile affedilmez bir suç sayılıyordu. Gündelik hayatın içerisinde dine ait neredeyse hiçbir şey bırakılmadı. Tüm dikta rejimlerinde olduğu gibi gelir dağılımında korkunç bir adaletsizlik hüküm sürmekteydi. İç kesimlerde ileri düzeyde fakirleştirilmiş bir halk varken diğer yandan ülke gelirinin yarısından çoğu rejim yandaşlarının tekelinde bulunmaktaydı. Yaşanan bu zulmü ortadan kaldırmak için geliştirdiğimiz örgütlü çabalar zalimce bastırıldı. Bunun sonucunda binlerce kardeşimiz tutuklandı ve yine yüzlercesi işkence altında şehadete erişti. Bugün halen birçok kardeşimiz bu işkenceler yüzünden sakat durumdadır.
Yaşadıkları bunca zulüm ve haksızlık karşısında hiçbir zaman ümitlerini yitirmedikleri ve tunusun diğer toplumsal dinamikleri ile beraber direndikleri için bu devrimi gerçekleştirdiğini söyleyen Gannuşi; yaşadığımız tecrübelerin sonrasında bugün daha güçlü bir noktadayız ve devrim esnasında mutedil bir dil kullandık. Devrimden sonra herkese özgürlük vereceğimizi, adaleti sağlayacağımızı ve herkesle ortak hareket edeceğimizi söyledik. Bu söylem sonucunda tunusun bütün unsurları ile birlikte hareket ettiğimiz için bin aliyi devirebildik. Müslüman coğrafyalarında meydana gelen devrimlere ön ayak olduklarını belirten Gannuşi, gerçekleşen rejim değişikliğinin hem halklara hem de yönetimlere önemli mesajlar verdiğini düşünüyor. Ona göre halkın sokağa çıkması sonucu ancak despotlar yok olurlar. Sokağa hâkim olanın saraya da hâkim olacağını, devrimlerin halklar için tehlike değil özgürlük getireceğini ve bu vesile ile insanların kendi güçlerini keşfettiklerini söylemektedir Gannuşi.
İlk iş olarak kalkınmaya önem verdiklerini, dikta rejiminden geriye bir enkaz kaldığını ve işsizliğin yüzde 17 düzeylerinde seyrettiğini ifade eden Gannuşi, fakirliği bitirmek ve işsizliği minimize etmek istiyoruz. Ancak işimizin zor olduğunu da biliyoruz dedi. Bu bağlamda Türkiye’nin kendilerine destek verdiğini ve bunu memnuniyetle kabul ettiklerini ve kardeşlerden gelecek maddi ve manevi desteğe ihtiyaçları olduğunu da ifade etti. Siyasi muhalefetin eski yönetimin refleksleri ile hareket ettiğini ve dezenformasyon noktasında oldukça etkili olduklarının altını çizen Gannuşi, muhalefetin taleplerinin gerçekçi olmadığını, arzu edilen iyileştirmelerin gerçekleşmesi için zamana ihtiyacı olduklarını söyledi.Devrimin farklı unsurları ile Tunus halkının yaptığını dolayısı ile arzu edilen siyasi istikrarın hemen gerçekleşmesinin sanıldığı gibi kolay olmadığına işaret ediyor Gannuşi. Bizden beklentilerinin ise hayır üzere olduğunu, elimizden geleni yapmamızı istiyor. İş adamlarının iş, yazarların kazandığımız başarıyı yazmasını istiyor. Böylelikle ümmet bilincine ve gerçeğine erişebileceğimizin altını da çizmiş oluyor.
NAHDA PARTİSİ İLE TEMASLAR
Nahda partisi merkezine yaptıkları ziyarette partinin siyasi büro şefi Amr el Üreyid ve partinin icra kurulu üyesi ve halkla ilişkiler sorumlusu Muhammed el Akrut ile yaptıkları görüşmeleri aktaran Avar şunları aktardı;
Tej sultan otelinde Üreyid ile gerçekleştirdiğimiz ve iki saat süren toplantıda, Nahda hareketi hakkında merak edilen birçok tartışmalı konuya açıklık kazandırdık. Üreyid, , amaçlarının yeni bir ufuk açmak olduğunu bundan kasıtlarının İslami adalet olduğunu, sosyal hayatın ve dünden bugüne intikal etmiş dengesizliğin tedavisinin amaçlanacağını ifade etti. Toplumsal dengeyi sağlamak için bir kültüre, eğitime ve vizyona ihtiyaç var ve biz şu an bir geçiş sürecindeyiz. Bir takım geçiş sorunlarımız var ve bunu aşmak için diğer siyasi ve toplumsal unsurlar ile diyalog yolunu tercih ediyoruz diyor. Nahda hareketini temel felsefesinin birlikte yaşam felsefesi olduğunu, bundan dolayı başarı ile çıktıkları seçimden koalisyon kurduklarını ve mümkün olduğunca tüm siyasi unsurların çatımız altında toplanmasını öncelediklerini, Ancak tam bir katılımın söz konusu olmadığını, bunun nedenin ise sorumluluktan çekinildiği için olduğunu ifade etti..
İktidarda iken geçmiş ile hesaplaşma konusunda intikamcı davranmayacaklarını, ancak kanuni çerçevede haksızlığa neden olmuş siyasilerin adalet önüne çıkarılacağını söyledi. Bunun için meclis bünyesinde bir araştırma komisyonunun kurulduğunu da belirtti. Ancak Halk ile bu noktada herhangi bir hesaplaşmanın söz konusu olamayacağını, barışık bir politika izleyeceklerini de ekledi.
Arkadaşlarımız tarafından sorulan Ulus sistemlerde reel politik olan ile vahiy temelli değerler çatıştığında ne yapmayı düşünüyorsunuz sorusuna ise şu cevabı verdi;
Hayat çok girift ve çelişkilidir. Nasla vakıanın arasını uzlaştırmak için dikkatli olmamız gerekir. Ancak ıslah bir seferde olabilecek bir iş değil. Merhalelere ihtiyacı vardır. Bu yüzden ıslah takva ve ibadet gibidir. Bir çaba ve bir süreçtir. Ulusal devlet ile İslam devleti arasındaki fark oldukça belirgindir. Maalesef şu an bütün devletler ulus devlettir. Birleşik bir İslam devleti olamayacaktır ancak Avrupa birliği gibi İslam devletlerinin bir araya gelmesi ile bir birlik oluşturulabilir. Yerele gelince biz baskı ve dayatma içerisine girmeyeceğiz. İnsanları ikna etmeye çalışacağız. Bizim derin inanışımıza göre hürriyetler arttıkça İslami hayat o derece güçlenir. İslam ile durum tezat oluşturmaz, imkân tanır.
Medyanın etkisi üzerine verdiği cevapta oldukça önemliydi ve şunları aktardı;
Basın çok önemli bir konu ve geçmiş dönemin kalıntısı ve aynı zamanda karşı devrimi temsil ediyor. Tunus basının olayları abartan bir özelliği var. Basın sürekli Nahda hareketini kötülüyor. İmajını zedelemeye çalışıyor ve geçiş hükûmetini karalamaya çalışıyor. Dışarıya verdiği mesaj ise doğal olarak çok farklı oluyor. Oradan bakıldığında sanki selefi emirlikler varmış gibi bir algı oluşturuyor. Oysa bu gerçeği yansıtmıyor. Dolayısı ile bağımsız bir basına ihtiyaç var. Biz bunun adımı olarak yeni bir tv kanalı kurma çalışması içerisine girdik. Kanal henüz test yayın aşamasında. Ama mevcut basın anlayışının değişmesi zaman alacaktır. Sanal medyada gençlerimiz çaba sarf ediyorlar. Hatta kimileri bizi internet dünyasına hâkim olmakla itham ediyorlar.
Tunusun diğer İslam ülkeleri ile olan etkileşim ve tecrübelerinden yararlanma konusunun da sorulan bir soruya ise şu cevabı verdi;
Tunus’taki laiklik Türkiye’dekinden farklıdır. Türkiye’de ki gibi sert bir laiklik yok. Anayasadaki İslam ve Arapça üzerinde herkesçe icma var zaten. İslam’dan ve kurandan nefret eden bir kesim var ancak çok azlar. Tunus stratejik bir noktadadır. Ancak ekonomik gücü zayıftır. Diğer taraftan devrimler buradan başladı. Anayasa yapma sürecinde Türkiye mısır ve Portekiz tecrübelerinden yararlanmaya çalışıyoruz. Taslakları inceliyoruz. Başka deneyimlerden de yararlanmaya çalışıyoruz. Irak, Lübnan, Fransa anayasalarını inceliyoruz. Mesela cumhurbaşkanı ile meclis arasındaki ilişkide Portekiz’e yakınız. Türkiye’den çağırdığımız uzmanlar gibi Almanya ve Portekiz den uzmanlarla da görüştük. Nahda olarak parlamenter sistem isterken karşı devrim ise başkanlık sistemini savunuyor. Bunun nedeni Nahda’nın zayıf ihtimalle olsa da kaybedecek olması ancak buna rağmen bizi tahakküm kurmakla suçluyorlar.
Talja otelinde gerçekleştirdiğimiz toplantının ardından Nahda’nın merkezine yaptığımız ziyarette hareketin icra kurulu üyesi ve halkla ilişkiler sorumlusu Muhammed el Akrut ile görüştük.Akrut önemli bir isim. Kendisi 16 yıl boyunca cezaevinde kalmış birisi. Mahkûmiyetinin 14 yılını küçük bir hücrede kalabalık bir ortamda geçirmiş. İçeride tutulduğu süre zarfında akıl almaz birçok işkence gördüğünü söylüyor. Elleri ve ayakları (adına tavuk çevirme denilen) bağlanarak ayaklardan elektrik verilmesinden, litear adı verilen bir maddenin cinsel organ yolu ile verilerek dayanılmaz bir acının vücutta meydana gelmesinden, ayakları yukardan bağlanarak aşağı sarkmış bir vaziyete kafasını klozetin içerisine daldırmadan tutunda akla hayale gelmeyen birçok işkenceden geçtiğini ifade ediyor. Bu ve benzeri işkencelerden dolayı başta böbrek hastalıkları olmak üzere birçok sakatlanmaların mevcut olduğunu söylüyor. Yapılan işkencelerin sadece fiziki alanda olmadığını, adi suçlu ve caniler ile aynı ortamlarda bulundurulmak sureti ile İslami hassasiyetinizin körelmesi ve benzeri amaçlarında gözetildiğini ifade etmektedir. Akrut’un yaşadığı sıkıntıların düzeyini anlatan en çarpıcı ifadesi mahkûmiyeti boyunca elli sefer açlık grevinde bulunduğunu söylemesiydi. Bunlar içerisinde bazılarının süresinin iki ayı bulduğuda oldu diyor. Mesela cezaevine kuran sokabilmek için otuz gün aç kaldım diyor. Yine Fizilal-il Kuran tefsirini almak için greve girdiğini söylüyor.Akrut cezaevlerinde daha buna benzer birçok hukuksuzlukların olduğunu ve buna maruz kalanların bir nevi rehabilite edilmesi için çalıştıklarını söylüyor. Zaten görev aldığı birimin halkla ilişkiler olmasının asıl nedeni de uygulanan vahşeti bizzat kendiside yaşadığı içinmiş. Halkla ilişkiler bölümünün faaliyetleri hakkında bilgiler aldığımız Akrut, hanımlara yönelik yoğunluklu faaliyetlerinden, hayır amaçlı yardımlardan ve özellikle devrim öncesi oldukça ihmal edilmiş yerel hizmetlere kadar birçok konuda çalıştıklarını ifade etti. Arkut Tunus’taki belediyelerin genel olarak Nahda’nın elinde olduğunu ancak belediyelerde çalışan görevlilerin eski rejime ait kadroların varlıklarını koruduğu ve bundan ötürü çalışmalarında bir takım sıkıntıların olduğunu dile getirdi. Akrut Halkla ilişkilerde yoğunlaştıklarını söyledi. Bu alanda sürgünden dönen kişiler ve cezaevinde uzun süre kalmış kişiler başta olmak üzere toplum nezdinde yaşanan uyum sorununu en asgari düzeye indirmeyi hedeflediklerini ifade etti. Yapmayı amaçladıkları iyileştirme işinin kolay olmadığını çünkü gerek yurtdışına sürgün edilmiş gerekse uzun yıllar mahkûmiyet almış kişiler ve ailelerinin derin psikolojik sorunlar yaşadığını ve bunların tedavisinin zaman alacağını da belirtti.
EMEL CEMİYETİ
Emelhareketi bir hayır kurumu. Bizim buradaki İHH ya denk gelen bir faaliyet alanı var. Aynı zamanda İHH ile ortak çalışmaları olduklarınıda ilettiler.Nahda hareketine mensup kırk bin kişinin tutuklanması sonucu onlara ve ailelerine yardım edilmesi gerektiği için cemiyeti kurmuşlar dernek ilk olarak isimsiz kurulmuş. Cemiyetin kurucuları aynı zamanda Nahda hareketine mensup kişilerden oluştuğu için devrimin ardından cemiyetlerine emel ismini veriyorlar. Sürgünegönderilen ya da cezaevine atılan mahkûmların yakınlarına yardım etmeyi önceleyen ancak bunun yanında ülkede her geçen gün yaygınlaşan fakirlikten dolayı diğer insanlarada el uzatan bir kurum. Cemiyet bugün için düne oranla oldukça iyi bir noktada olduğunu söylüyor. Genel direktör Nasrettin Bahrini; hamdolsun bugün her alanda faaliyet yürütür hale geldik. Uzman kadrolarımız hızla yetişiyor ve birçok alana yayılmış durumdadır. Yardım grubu, yangın,sel,deprem, gibi afet ekibi, sağlık ekibi, bireysel hayata destek ekibi, kültür ve bilim ekibi gibi gruplarımız varlar ve çok yoğun çalışıyorlar. Eğitim alanında ilkokuldan üniversiteye kadar seferberlik başlattık. Bu faaliyetlerimizi ayırt etmeksizin toplumun tüm kesimlerine yaygınlaştırdık. Bu çalışmalarda ihtiyaçlarımızın çokluğunuda fark etmiş olduk. Ama inşallah sizlerinde destekleri ile sıkıntılarımızı aşabilir ve düne oranla daha iyi bir noktaya gelebiliriz… Diyerek çalışmaları hakkında bilgi verdi.
ISLAH CEPHESİ (SELEFİLER)
Tunus’ta temaslarda bulunduğumuz bir diğer İslami cemaat kendilerini ıslah cephesi olarak isimlendiren selefiler oldu. Liderleri Muhammed Khuja ve teşkilattan sorumlu refik el Awni ile bir toplantı gerçekleştirildi.Muhammed Khuja yükseköğreniminiFransa da yapmış biri. 10 ay cezaevinde kalmış ve sonrasında sürekli takip ve baskı altında tutulmuş bir isim. Islah cephesini devrimler meydana çıkmış bir olgu olmadığını öncesinden zaten var olan bir yapılanmanın bugüne taşınması olduğunu ifade ediyor. Daha önceleri kurdukları bu yapıyı siyasi bir partiye çevirmek istemişlerse de izin verilmemiş. Partileşmeye izin verilişini anca Nahda meclise girdikten sonra olduğunu söylüyor.Refik el Awni de tıpkı Akrut gibi 14 yıl cezaevinde kalmış bir isim. Devrimle birlikte özgürlüğüne kavuşmuş. Elde edilen özgürlük ortamının üzerinde sıklıkla duruyor ve ıslah cephesi olarak en önemli iki gündemimiz var., bunlardan biri özgürlüklerin genişletilmesi ve geçmiş dönemden kalan yolsuzluklarla mücadele edilmesi diyor.
Kendilerini kuran ve sünnete bağlı bir siyasi parti olarak gördüklerini, selefilik yakıştırmasının da kendileri için selefi salihinin kuranı ve sünneti algılayışı ve yaşayışı gibi bir karşılığa denk geldiğini ifade ediyorlar.
Nahda hareketi ile aralarında çok ciddi bir fark olmadığını, kendilerinin daha çok vakıanın okunması konusunda ayrıştıklarını dile getiriyorlar. Biz dört halifenin yaşadığı gibi yaşamak istiyoruz ve mesajımızı halka götürürken maslahat gözetmeden direkt olarak halka ulaşmak istiyoruz. Biz aynı zamanda aşırıya giden (tekfirci selefileri kast ediyor)ler ile taviz verenler arasında bir denge unsuru olduğumuzu düşünüyoruz. İslam şeriatını teşri kaynağı olarak anayasaya koymak istiyoruz. Anayasanın bu doğrultuda yapılması için bir takım gösteriler düzenledik. Halkında bunu istediğini düşünüyoruz. Nahda’nın da bunu görmesini istiyoruz.
Sosyal ve siyasi bir program çerçevesinde Nahda ile birleşebiliriz ancak aramızdaki ilkesel farklılıkların devam edeceğini söyleyen bakan Khuja, son seçimlerde Nahda ya destek verdiklerini, girmedikleri bölgelerde Nahda’yı desteklediklerini söylüyor. Ülke siyasetinde cepheleşmeler olduğu bir gerçek ve gerekirse kendi kitlemiz ile Nahda’yı destekleyebiliriz.Biz dışa kapalı değiliz ve herkesle ilişki kurmak istiyoruz diyerek Nahda ile aralarındaki metodik farklıkların ilişkilerinde çok engelleyici olmadığına da belirtiyor.
HİZBU’T TAHRİR PARTİSİ
Hizb tahrir Tunus’ta resmi oluşumunu yeni geçekleştirmiş bir parti. Partinin siyasi büro şefi Abdürrauf el Amri ve basınla ilişkili sorumlusu Muhammed Selim ile bir görüşme gerçekleştirdik. Hizb-u Tahrir düşüncesinin 1970 yılından bu yana Tunus’ta mevcut olduğunu, bunun Avrupa’da eğitim görmüş gençler vasıtası ile gerçekleştiğini ifade eden selim, devrimden önceki süreçte birçokİslami oluşum gibi kendilerinin de yoğun baskı ve sindirmelere maruz kaldığını söylemektedir. Ancak devrim sonrasında daha rahat olduklarını ve bu sayede partileşme çalışmalarını gerçekleştirdiklerini ifade ediyor. Seçimlere katılmadıklarını ancak bunun şer ‘an caiz olduğunu ve meşru bir araç olarak görüldüğünü ancak yasama organının İslami olmadığından ötürü seçimlere katılmadıklarını ve bu şekilde devam ederse de katılmayacaklarını beyan ediyorlar. Parti üyelerinin hükümet içerisinde gerekirse yer alarak faydalı olabileceklerini ama seçime bu şartlar altında katılmayı düşünmediklerini söylüyorlar. Diğerİslami yapılar ile kardeş olduklarını ancak siyasi olarak ayrıştıklarını söylemektedirler. Yapılan anayasa çalışmalarına da pek sıcak bakmadıkları gibi bunu batının bir oyunu şeklinde nitelendiriyorlar. İslam hilafetini kurmanın tüm Müslümanların görevi olduğunu ve bu çerçevede 1980 lerde yapılmış bir çalışma(bazı değişiklikler ilave edilmiş) olarak ellerindeki anayasa metninikamuoyu ile paylaştıklarını ancak karşılık bulamadıklarını ifade ediyorlar. Önümüzdeki günlerde mevcut anayasa çalışmalarını ret eden bir takım protesto eylemleri yapmayı düşündüklerini de söylediler.
İŞÇİ PARTİSİ
Adı devrimden önce Komünist İşçi Partisi olan ama devrim sonrası tabelasından komünist ibaresini kaldıran işçi partisinin temsilcileri ile de bir araya gelme fırsatımız oldu. 1986 da kurulan parti Tunus siyasi hareketinde uzun süreden beri var olan aktörlerden biri. Diğer siyasi oluşumlar gibi işçi partiside Habib Burgiba ve bin ali dönemlerinde muhalif olmaları hasebi ile baskıya maruz bırakılmışlar. Kendilerinin rejime muhalifliklerinin diğerlerine göre daha gerçekçi olduğunu iddia eden parti yöneticileri, buna örnek olarak bin alinin 1987 yılında beyaz devrim adı verilen ulusal uzlaşı projesine sadece kendilerinin katılmayışını örnek gösteriyorlar.
Diktatörlüğe karşı etkili bir mücadele sahası oluşturmak için ideolojik farklılıklara bakmaksızın tüm yapılar ile uzlaşı içerinde hareket etmeyi öncelediklerini ve hatta bunun için bir takım komünistlerden eleştiri aldıklarını, ancak bu yolla İslamcılar ile bir araya gelebildiklerini söylüyorlar.
Devrimin uzun bir süreç sonucunda oluştuğunu, Buazizi’nin kendini yakması ile olmadığını, öncesinde bir çok gösteri ve etkinliklerin zaten devam edegeldiğini, belki Buazizi biriken bu öfkeye bir çakmak yakmıştır diyerek devrim öncesi ve sonrasında ki siyasi atmosfere dair şu ifadelerde bulundular; devrim öncesinde gidişatı çok iyi okuduk ve Tunus devrim sürecine girmiş olduğuna dair bir deklarasyon yayımladık. Sendikalar düzeyinde, öğrenciler, STK’lar ve hukukçular düzeyinde muhalefet startı verdik. Buazizi kendini yakınca oradaki sendikal uzantılarımızı harekete geçirdik. Rejimin sert müdahalesi hareketin dahada yaygınlaşmasına neden oldu. Ülkenin diğer bölgelerindeki sendikal hareketler yoğunlaşınca rejim buna sert müdahalelerde bulundu ve kanaatimizce başat rol oynayan ve eylemlerin her tarafa yayılmasında Tunus işçi sendikasının rolü önemlidir. Başlayan bu gösteriler bir süre sonra artık rejimin tamamen yıkılması gerektiğine dönüştü. Genel olarak solcu partiler, milliyetçi nasyonal partiler, devrim sürecini desteklediler.Tecdit hareketi ve Nahda hareketi genellikle eleştirel bir tutum içerisindeydi. Mevcut rejimin reform yapması gerektiğini düşünüyorlardı. Tunus’ta solcu ve milliyetçi parti sendikalar içerisinde etkin oldukları için devrimi desteklediler.
Yaklaşan seçimlerde hükümetin hangi dengeler üzerine kurulacağına yönelik bir soruya ise adına halk cephesi verdikleri bir halk hareketi başlattıkları ve 12 partiden oluşan bu siyasi oluşumda kendilerinin etkin olacağı düşüncesine sahipler. Nahda ile aralarındaki temel farkın onların dine dayalı bir devlet kurma isteğinden kaynaklandığını söyleyen parti yetkilileri, kendilerinin ise böyle bir isteklerinin söz konusu olmadığını ifade ediyorlar. Nahda ve diğer İslami oluşumlar ile aralarında ilkesel bir ayrım olduklarını ancak dine karşı prensip anlamında saygılı olduklarını dile getiriyorlar. Kültürel anlamda kendilerini Müslüman olduklarını, ama siyaset sahnesinde bunun belirleyen bir özelliğe haiz olamayacağını da ekliyorlar. Onlara göre bunun siyasete taşınması demek şer’i anlamda bir İslam’a denk geleceği ve bunun sosyal devlet ve teknokrat hükümet anlayışları ile uyuşmayacağını söylüyorlar. Anayasa metninde İslam yerine Tunus halkı Müslümandır ibaresinin bu anlamda yeterli olacağınıda ekliyorlar.
Aziz Avar gerçekleştirdikleri temasların genel hatlarını bu sözler ile sınırlandırırken, dinleyicilerden gelen yoğun sorulara verilen cevaplar ve yine dinleyicilerden yapılan katkıların ardından program sona erdirildi.
Haksöz-Haber: Abdurrahman Yıldırım