Bursa'da Suriye Halkıyla Dayanışma Gecesi
Bursa'da "Suriye Halkı ile Dayanışma Gecesi" adı altında bir gece düzenlendi.
Abdurrahman Yıldırım / Haksöz-Haber
Bursa'da Suriye'de yaşanan vahşete dikkatleri çekmek ve sorumluklarımızın yeniden gündemleştirilmesi için "Suriye Halkı ile Dayanışma Gecesi" adıyla bir gece düzenlendi. Asır-Der, Gül-Der, İHH ve Özgür-Der'in birlikte organize ettikleri gece Ördekli Kültür Merkezi'nde gerçekleştirildi.
Özgür-Der Bursa Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi Oktay Sari'nin yönettiği gecede Hamza TÜRKMEN, Ramazan KAYAN veOsman ATALAY birer konuşma yaptılar. Yoğun bir ilginin olduğu gecede sunumların ardından GRUP YÜRÜYÜŞ direnişe destek parçaları ile bir konser verdi.
Oktay SARİ sözü konuşmacılara vermeden önce Müslümanların gündeminde olması gereken bir kaç notu düşerek “Bugün aynı zamanda 19 yıl önce Bosna Cihadında şehit olan İlhan ATLI ve Filistin’in efsanevi liderlerinden Abdülaziz Rantisi’nin şehadet yıldönümleridir. Bu güzel insanların nezdinde, canını hakkın şahitliği uğruna hesapsızca feda eden tüm şehitlerimizi özlemle anıyor ve onların bizlere bıraktığı mirasın koruyucuları olacağımızı bu vesile ile yeniden beyan ediyoruz. Diğer yandan şu sıralar yine bizi yakından ilgilendiren bir hadise olarak, Siyonist İsrail’in hapishanelerinde yatan 4.700 Filistinli kardeşimiz açlık grevine girmiş bulunmaktadırlar. Zalimlere karşı başlattıkları bu onurlu mücadelede sonuna kadar destekçisi olduğumuzu belirtiyor ve Rabbimizden kendilerini muvaffak kılmalarını niyaz ediyoruz.” ifadelerini kullandı.
Sari devamında “Değerli kardeşlerimiz, bildiğiniz üzere geçen sene Mart ayında başlayan Suriye intifadası bugün halen devam etmektedir. Beşşar Esad hükümeti kamuoyunda “muhalifler” olarak bilinen Suriyelilerin başlattığı özgürlük hareketine karşı, hiç bir ayrım gözetmeksizin, vahşice bir muamelede bulunmuş, resmi rakamlara göre 10.000 aşkın mazlum insanı amansızca öldürmüştür. Bugün dâhil olmak üzere hemen her gün ajanslara Suriye’de onlarca kişinin öldürüldüğü haberleri düşmektedir. Yaşanan bu vahşet tüm dünyanın gözleri önünde cereyan etmesine rağmen verilen tepkiler diplomatik manevralardan öteye geçememektedir. Gösterilen bu ilgisizlik adeta zulmü normalleştirmektedir. Müslümanlar olarak bu ve benzeri yaklaşımların hiç birini kabul edemeyiz. Aynı zamanda üzülerek ifade etmemiz gereken bir diğer önemli nokta ise bahsettiğimiz normalleştirme çabalarına katkısı olanlardır. Adalet ile şahitliği hiçbir güce payanda kılmamakla görevli kişilerin Suriye’de yaşanan katliama karşı aldıkları tavır ve geliştirdikleri refleksleri üzüntü ile izliyor ve buna hiçbir şekilde anlam veremiyoruz.” Sözleriyle Suriye’deki mevcut duruma ve alınan tavırlara dikkat çekti ve konuşmacıların takdimini yaptı.
İlk konuşmacı olarak sözü alan Ramazan KAYAN, “İlhan ATLI'yı Bosna'ya gittiğim dönemlerden tanırım. Samimiyeti ve azmine şahidim. Rabbim şehadetini kabul etsin İnşallah. Bu vesile ile Müslümanların özgürlüğü için canını feda eden tüm şehidlerimizi rahmet ve özlem ile anıyor, onların yolunun takipçisi olacağız inşallah.” dedi ve sonrasında “Suriye olayları bize birçok şey öğretti. Bunlar iç ve dış etkiler olmak üzere iki kategoriye ayırmak mümkün. Dış faktörler bağlamında öğrettiklerinden ziyade ben içe dönük bir değerlendirme yapmak istiyorum. Suriye bizim için bir laboratuardır. Burada biz sadakati ve teslimiyetimizin hangi düzeyde olduğunu yeniden görebiliriz. Suriye'de yaşanan vahşet kimin hangi hesabı güttüğünü ve ayaklarını hangi zemin üzere sabitlediğini bize çok açık ve tartışmaya mahal bırakmayacak şekilde göstermiştir. Ve Suriye olayı bize şunu da göstermiştir ki dünyevileşme, sekülerleşme çok yakınımızda bir yerlerde durmaktadır.” İfadelerini kullandı.
Kayan konuşmasının devamında, “Suriye'de akan mazlum kardeş kanını hangi mazeret ile görmezden gelebiliriz? Bir seneden bu yana durmaksızın devam eden bu vahşete duyarsız kalmak, şüpheci yaklaşmak bir Müslümancın işi olamaz. Hangi hesap ve kaygı çerçevesinde ele alırsanız alın zulme karşı sesiz kalmak ilk olarak imani bir problemdir. Zalim Baas diktasına karşı bugün Müslümanların sergilediği çekimser, pasif, ikircikli ve duyarsızlığı başka ne ile tarif edebilirsiniz ki? Suriye'de kardeşlerimizin verdiği mücadeleden biz tutarlılığı ve özgürlüğün gerçek anlamıyla ne demek olduğunu öğrendik ve halen devam ediyoruz bu öğrenmemize. Velev ki şu saatten sonra zafere ulaşmasın. Ancak onlar kimliklerinin yok edilmesinin ve zulmün bir kader olmadığını artık çok iyi biliyorlar. Ve onlar mücadeleleri sonucunda kazandıkları bu bilinci; duyarsız, hesapçı, dünyevileşenlere karşı onları utandırırcasına çok net olarak göstermişlerdir. Bu onurlu direniş karşısında bize düşen sorumluklarımızı yeniden hatırlamaktır. Bu imani bir gerekliliktir. Kardeşler unutmayın ki Allah bizi dün Bosna-Çeçenya ile imtihan etti. Ve bugün de Suriye ile ediyor. Suriyeli direnişçi kardeşlerimiz diğer cihadlarda olmadığı kadar büyük bir oyunu bozmaya talipler. Uluslararası güç dengelerinin kirli oyunlarına karşı ısrarla ve imanla direnmektedirler. Direnmeye çalıştıkları sadece emperyalist ülkeler değil aynı zamanda bizi derinden üzen Müslüman ülke ve blokların İslam'ın asla kabul edemeyeceği stratejilerine karşıda direniyorlar. Bosna cihadını hatırlayın. Evet, büyük katliamlar yaşandı ve zalim emperyalistler her türlü oyunu oynadılar. Ancak hiç değilse İslam dünyası onlara sırtını dönmemişti. Verilen desteklerin yeterliliği ayrı bir konu ancak en azından sırt dönmediklerini biliyoruz. Peki ya Suriye'de öyle midir? İçerden ve dışarıdan her yerden kuşatılmış, ağır silahlara karşı direnmeye çalışan bu mazlum ve mustazaf kardeşlerimiz öyle midir? Her gün ölüyorlar. Her gün üzerlerindeki baskılar artıyorken, kardeşlerinin takındıkları tavır tek kelime ile utanç verici. Bunun hesabını Allah'a veremeyiz. İslam coğrafyasının selamete erişmesi ancak ve ancak Suriye'nin özgürleşmesinden geçtiğini bilmek zorundayız. Kudüs'un yolu Şam'dan geçiyor. Bunu anlamak ve kardeşlerimize gereken her türlü desteği vermek zorundayız. İnşallah Rabbimizin bizi sınamak için önümüze getirdiği Suriye sınavını yüz akı ile geçeriz.” sözleriyle önemli noktalara değindi.
Daha sonra söz alan Osman ATALAY gelinen son duruma üç farklı yaklaşım üzerinden değinilerde bulunarak, “Bugün Arap dünyasının göbeğinde Mekke’ye 1000 km. mesafede Müslüman Suriye halkı katlediliyor. Dün Bosna’da katledilen halka seyirci kalanlar, bugün Suriye’de tecavüz, işkence, katliam ve sürgünlere karşı konferanslar zinciri ile çözüm peşindeler. Şimdi size vereceğim rakamlar olayın vehametini daha net gösterecektir. Suriye'de şu anda resmi verilere göre ölenlerin sayısı 13.705 kişidir. Bunun 933 ü 0-16 yaş grubundaki çocuklardan, 855 i ise kadınlardan oluşuyor. 65.000 kişi kayıp. Kimse akıbetleri hakkında bir bilgi alamıyor. Göz altında hukuksuzca ve işkence ile tutulanların sayısı ise 212.000'dir. Bu istatistiksel veriler her geçen gün artmakta ve İslam coğrafyalarında hiç bir örneği olmayan bir hale dönüşmektedir.” ifadeleriyle istatistiklerin vahim durumuna dikkat çekti.
Atalay daha sonra, “Sol-sosyalist parti ve sendikalar genellikle Esed-Baas cuntasını hem laik-ulusalcı sosyalist hem de ABD ve İsrail’le yaşadığı gerilimli siyaseti dolayısıyla hemen doğal bir ‘müttefik’, sahip çıkılacak bir ‘direniş hattı’ olarak görüyor. Gayet indirgemeci şablonlarla yürütülen ve hiçbir esaslı analize yer vermeyen çarpık bir anti-emperyalist duruşla malul CHP-ÖDP-EMEP vd., Esed'e karşı bir komplo olduğunu ve yaşananları bir emperyalist oyun şeklinde yorumlamaktadırlar. Alınan bu tavra daha yakından baktığınızda sergilenen bu tavrın arka planında müslüman halka ve direnişlere karşı bilindik tepkisellikle yaklaştıklarını rahatlıkla görebilirsiniz. Bu yaklaşımı destek verdikleri Beşşar Esed'in; "biz bir İslam devleti değiliz. Ancak muhalifler bizden bunu istemektedirler" sözüde yeterince açıklamaktadır. Oysa Suriye'nin nüfus dağılımına baktığınızda %10 Nusayri, %10 Hristiyan %80 i ise Sünni Müslüman olduğunu görürüsünüz. Bu veriler bile kimin hangi amaç içinde olduğunu çok net ortaya koymaya yeterdir.
Diğer yandan geçtiğimiz aylarda İstanbul’da yapılan sosyalist enternasyonalin düzenlediği CHP’nin ev sahipliğini yaptığı Arap dünyası özel komite kapsamında gerçekleşen toplantıya, Avrupalı sosyalistler ve 15 Arap ülkesinin sol parti temsilcileri katıldı. Bu toplantıda Arap devrimleri ve yaşanan süreç değerlendirildi. Arap devrimleri demokrasi, özgürlük, insan hakları, şeffaflık, insani değerlerin arayışları olarak ele alındı. Suriye’de yaşanan olaylarda rejimin, özgürlükler ve hak ihlallerini baskı altına aldığı ve rejimin daha fazla ayakta kalamayacağı görüşü savunuldu. Lübnan’ın tecrübeli, sol siyasetçisi Velit Canbolat ise Suriye’de siyasi çözüm olamayacağını tek çarenin bu halka kendini koruyacak silah yardımı yapılması ve insani yardım için müdahale edilmesini gerektiğini söyledi.
Bizim camia içinde ise acabalar üzerinden oluşturulan bir bulanıklık söz konusu. Acaba Suriye giderse İran ne olur? Ve yine acaba İran giderse Filistin ve İslam coğrafyası ne olur? gibi ayağı yere basmayan tespitler ardına sığınılmaktadırlar. Evet reel politik bağlamda bir değerlendirme yapıldığında bir takım kaygıların oluşması siyaseten mümkündür. Ancak olasılık dahilinde olacak bir stratejik kaygı ile olmuş olan bir katliam/cinayet/zulüm asla kıyas yapılamaz. En azından biz müslümanlar böylesi bir durum ile karşılaştığımızda hiç düşünmeksizin kardeşlerimizin yanında olmak gibi imani bir mükellefiyete sahibiz.
Türkiye'de, Suriye olaylarına genel anlamda ilgisizliğin önemli nedenlerinden biri de laik-kemalist rejimin 100 yıldan bu yana Arapları kötü olarak göstermesidir diyebilirim. Bilinçli olarak üretilen bu önyargı zaman içinde insanların köpeklerine Arap ismini takmasına kadar vardırıldı. İslam coğrafyalarına ekilen bu nifak şimdilerde çok daha yakından görülmektedir.
Yaşadığımız yüzyılda meselelere İslami ve dini açıdan bakmamızın ne kadar karmaşık ve zor olduğuna şahit oluyoruz. Bu bakımdan adalet ve vicdanla merhametle Suriye'ye bakabilme zahmetini göstermeliyiz. Gazze için Bosna için ağlamanın kolay olduğunu fakat Suriye için ağlamanın ne kadar zor olduğuna şahit oluyoruz. İki benzer durum karşısında gösterdiğimiz tavır akılcı, reel politik kaygıların ötesine gidememe zavallılığıdır. İslam dünyası önümüzdeki yıllarda İsrail ABD ve İngiltere fitnesinden ziyade, kendi basiret feraset irade ve samimiyet probleminden ötürü çok büyük bir iç çatışmanın kucağına sürükleneceğe benziyor.” sözleriyle derinlemesine analizlerde bulundu.
Son konuşmacı olarak söz alan Hamza TÜRKMEN Ortadoğu'da hızla yayılan özgürlük hareketlerinin ardında sıkıştırılmış ve birikmiş, durdurulması mümkün olmayan bir öfke olduğunu vurguladıktan sonra, “Suriye'de Müslümanlar Arap ırkçısı Baas rejimi tarafından acımasızca katl ediliyorlar. Bu rejim kendi meşruiyetini ve devamını tıpkı kendisi gibi bir başka emperyalistlere karşı olmak gibi bir bahane ile sağlamaya çalışıyor. Ve bunu ortaya çıkaracak her şeyi gözü dönmüşçesine ve hiç bir kural gözetmeksizin yok etmeyi sürdürüyor. Baas rejimin işlediği kitlesel cinayetleri ortaya çıkaranları, irticacı, radikal İslamcı ve terörist olarak itham etmekte ve hedef göstermektedirler. Osman kardeşin ifade ettiği istatistikler Müslüman coğrafyalarında yaşanan vahşetlerin ilk sırasında Suriye'nin geldiğini, gösterir türdendir.” ifadesiyle genel tabloya dikkat çekti.
Türkmen devamında, “Suriye hakkında yapılacak değerlendirmelerde hiç bir zaman göz ardı edemeyeceğimiz en önemli husus öldürülenlerin bizim kardeşlerimiz olduğudur. Bugün bizi derinden yaralayan sadece katil Baas rejimi değil, Müslüman olarak bilinen kişi ve kurumların üzülen ama seyretmekten de öteye gitmeyen tutumlarıdır. Hemen yanı başımızda bulunan bir ülkede yaşanan vahşete Türkiye Müslümanlarının sadece seyredici pozisyonda kalmaları anlaşılır gibi değil. Bunun nedenlerinden biride İslami cemaat ve kurumların önde gelen kanaat önderlerinin yeterli bilgi ve ilgisizliğinden kaynaklanan bir durumdur.
Suriye’deki Esad rejiminin katliamları anlık bir durum değildir; 1982’den buyana halkını katletmek konusunda sabıkalı olan rejim bir seneden beri de sistematik olarak Hak, adalet, şura ve özgürlük isteyen Müslümanları ve muhalifleri katletmektedir. Dolayısıyla Ortadoğu İntifada’sı içindeki İslami hareketlerin tüm Rasûllerin takip ettikleri sünnet doğrultusundaki tedrici ıslah ve stratejik merhale anlayışından meydana gelmektedir. Çift kutuplu dünyadan kalma bir bakış açısı ile gelişmeleri değerlendirmeye kalkışmak, sığlıktan ve ikircikli bir halden başkasını oluşturmaz.
Suriye’de senelerdir yaşamakta olan fiili zulüm, ABD emperyalizminin muhtemel fesadını bahane ederek insanlarımızı İslami ve insani istemleri nedeniyle sebepsiz yere öldürülmektedir. Maide Sûresi’nde Adem (a)’ın oğulları arasındaki çekişme aktarılırken haksız yere öldürülen bir insanın durumu ile, ölümden kurtarılacak bir canla bütün insanlığa hayat kazandırılacağı bildirilmektedir. Bu bağlamda acaba İslami İran ve Hizbullahın ortaya koyduğu gerekçeleri düşündüğümüzde ne kadar İslami olduklarını düşünmemiz gerekmiyor mu ?
İran ve Hizbullah, Suriye üzerinden muhtemel ABD yayılmasına karşı kendilerini en önemli direniş odağı ve her türlü İslami direnişin anası ve kaynağı ilan edip, Suriye’deki yaşanan zulme sessizliklerine teviller getirmektedirler. İslam coğrafyasında İran’ın bekasını asıl diğer İslami etkinlik ve oluşumları ikincil veya tali planda gören bu görüş aşırı genellemeci ve tahakkümcü bir asabiye oluşturmaktadır. Bu asabiyenin arkasında çift kutuplu dünyada ezberlenen siyasi literatürü aşamamış tek yönlü bir anti-emperyalizm fobisi; ayrıca İran İslam Devrimi’ni ıslah çizgisinde derinleştirecek olan istikameti tahrif eden ve gittikçe Huccetiyyenin gulat ufuklarına doğru yelken açan bir mezhepçilik hayalciliği belirginleşmektedir.
Suriye’deki Baas-Esed rejiminin sergilediği karşı propaganda oyununda kalkan yapılan Müslüman esirler veya mızraklara takılan Mushaf yaprakları, antiemperyalizm ve ABD karşıtlığı olarak karşımıza çıkıyor. Bu oyunu kuranlar, sıkıştığı için Müslümanları aldatmak kastıyla camide namaz kılarken poz veren müstebidlerdir.
Suriye’de muhalefetin nasıl bir İslami proje ve yönetim uygulayacağını tartışmaktan önce; Suriye’de Hak, adalet, şura ve özgürlük istedikleri için öldürülmekte olan Müslümanları ve diğer insanları nasıl kurtarabileceğimiz konusunda yoğunlaşmamız gerekmektedir. Suriye’deki katliamı durdurmak için özellikle Türkiye’yi, Ortadoğu İntifadası’nın ülkelerini harekete geçirmenin istikameti üzerinde olmalıyız. Bu ülkelerin yöneticileri siyasi demeçlerinde gösterdikleri katkıyı, tutarlı ve uygulanabilir icraatlere dönüştürmeleri için toplumsal ağırlık oluşturmalı, kamuoyu oluşturmalıyız. Suriye olaylarıyla ilgili “hakkı ve sabrı tavsiye” doğrultusunda bu kesimlerin küreselleşen kapitalistleşme sürecini sadece ABD ile değil Rusya’yı, Çin’i, Hindistan’ı da içine katarak doğru okumalarını, hikmetin, basiretin elinden tutmalarını dileriz ve katil-fasık Esed rejimi üzerinden yaptıkları stratejik hesaplarının apaçık olan yanlışlığını görmeleri için nefislerini ve akıllarını ıslah etmelerini Rabbimizden niyaz ederiz.” şeklinde yaptığı konuşmayla durumun incelemesini ve Müslümanların alması gereken tavrı/duruşu ifade etti.
Konukların konuşmalarının ardından dinleyicilerin de eşlik ettiği Suriye ve direniş temalı marşları ile Grup Yürüyüş doyumsuz bir konser verdi. Ardından geceye gösterilen ilgi ve alaka için teşekkür edilerek program sonlandırıldı.
Fotoğraf: Fatih Özçetin