Bursa'da “Siyasi Tarih Okumaları” Semineri
Özgür-Der Bursa Şubesi’nin düzenlemiş olduğu “Siyasi Tarih okumaları” dernek binasında yapıldı.
Tek parti İktidarı konusunu Ayşegül Yıldırım ele alırken, Kazım Karabekir’in yazdığı, Paşaların Kavgası, kitabının değerlendirmesini ise Ayşe Dağdelen yaptı.
Yıldırım özetle şu bilgileri verdi:
Konuşmasına başlarken, resmi ideolojinin korku ile tarih yazdığını belirten Yıldırım, İttihat ve Terakki’nin Osmanlı’nın ilk siyasi parti oluşunu ve kuruluş aşamasındaki savları ile iktidardaki tutumlarına değindi. Devamında Tek parti dönemini ele alan Yıldırım özetle şunları kaydetti:
“Cumhuriyet döneminde 1946’ya kadar iktidarda olan halk fırkası kendi dışında hiçbir siyasi güce izin vermemiştir. Terakki Perver fırkası ve serbest fırka halk arasında taban bulmaya elverişli iken hemen bastırılmışlardır. Zaten bu partilere izin verilmesi de Dünya konjonktürünün gereğidir.
Tek parti modern döneme ait bir kavramdır. Siyasi hayatın işleyişine tümüyle hakimdir. Alternatife izin vermez, dayatmacı ve zorbadır. Devlet, partinin ideolojik aracıdır. Seçkinlerden oluşan bir azınlığın elindedir ve vesayetçidir.
1929 Dünya ekonomik buhranının etkisi ile 30’lu yıllarda faşist yönetim modeli hakimdir. Bu yöntemle savaş yorgunu halkın tepkilerini milliyet duyguları üzerinden bastırarak iktidara yönelik müdahaleler önlenmiştir. Türkiye’ye de aynen kopyalama olumş ve uygulama bu yönde ilerlemiştir. Totaliter sistemin açıkça ilan edildiği dönemdir.
Recep Peker’in “İnsanlara tek tek bakıldığında değerleri sıfırdır.”, “‘Devleti gözet ki ihya olasın.” sözleri gelinen noktayı açıklamaktadır.
Kemalizm İdeolojisinin en önemli malzemesi milliyetçiliktir. Kendi varlıklarını sürdürmenin en masrafsız ve kestirme yoludur. Yeni kimlik oluşturmada birleştirici unsur Türklüktür. Dış düşman paranoyası ile Milliyetçilik halka benimsetilmiştir.
ikinci unsur Laikliktir. Din vicdanlarda kalmalıdır. Din ile dünyayı ayırmak yerine din dünyadan çıkartılmıştır. Din denetim altına alınmış, arap harfleri dinin sembolü düşüncesi ile harf inkılabı yapılmış, şapka kanunu çıkartılmıştır.
Halifeliğin kaldırılması ile kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı Laikliğin kurumsallaşmış modelidir.
Böylelikle devlete bağlı bir din hedeflenmiş, laikliğe karşı en küçük düşünce geliştirmek devlete karşı gelmekle eş tutulmuştur ve kanunlarla yasaklanmıştır. Binlerce alim dar ağaçlarında can vermiş, Kitaplar da imha edilmiştir.
Üçüncü unsur tarih üretmektir. Kendisinden öncekini yok sayan ve kendisini milat olarak dayatan tarih üretilmiş, toplum, türedi bir aidiyete zorlanmıştır.
Üstün ırk yaratma çabası olarak Sümerler ve Hititlerin Türk kökeninden geldiği iddia edilmiştir.
Tek partinin önde gelen icraatlarından biri de dili yozlaştırmaktır. Burada da Nazi Almanyası taklit edilmiştir. Türkçe, yabancı tasallutundan kurtarılacak, diyerek Arapça ve farsça kelimeler atılmış, uyduruk öztürkçe ile konuşmak denenmiş ve bu projeler İsmet İnönü’ye, Dilsiz kaldık konuşamıyoruz, dedirtmiştir. Daha sonra ise Güneş Dil Teorisi ile tüm dillerin Türkçe’den türediği kabul edilerek yabancı unsur sorununu ortadan kaldırmışlardır.
Kemalistler devlet politikaları ile halkı yoksullaştırmış, varlık vergisi ile daha çok gayrimüslimler, yol vergisi ile de yoksul halk inletilmiştir. ‘Geldi İsmet, kesildi kısmet’ sözü de o dönemin ekonomisini yansıtmaktadır.
Bu arada Ankara’da yeni zenginler devlet eli ile türetilmiştir. Devlet yönetimindekiler yozlaşmıştır. “
Yıldırım son olarak da Mustafa Kemal’e yazılan Behçet Çağlar’ın Mevliti’nden bölümler okuyarak bir insanın nasıl putlaştırıldığına değindi.
Yıldırım’ın ardından ise Ayşe Dağdelen, Kazım Karabekir’in yazdığı ‘Paşaların Kavgası’ kitabının değerlendirmesini yaptı.
Dağdelen sözlerine, kitabın kişisel dram anlattığının altını izerek başladı ve özetle şunları kaydetti:
“Savaş, Devrim, İhtilal gibi olağandışı zamanlarda, liderler çevrelerinde kendisi ile ideolojilerini paylaşan güçlü, vefakar insanlar bulurlar. Başarı kazanılınca da bunlardan kurtulmaya bakarlar. Çünkü hiçbir ülkede iki kral olmaz.
İşte M.Kemal ve arkadaşları arasında da böyle çatışma olmuştur. Bağımsız devletin biçiminde anlaşamamışlardır. Nasıl savaşta var gücü ile çalışılmışsa savaştan sonra da herşeye karışacak, akıl hocası olacaktırlar.
Karabekir, çoğu Türk aydının aksine millete, ve orduya güvenen M.Kemal ve arkadaşlarının gerekirse bolşevik olma kararına karşı çıkan ilk kişidir. Böbürlenmeyen, M.Kemali Erzurum kongresinde başkan seçtiren batı uygarlığı yanlısı birisidir. M.Kemal’i uygulamalarından dolayı usulünce eleştiren ve Halk tabanında da desteği fazla olan biridir. Bu eleştirilerinden dolayı CHP ondan kurtulmak ister ve O’nu irticacı olarak gösterir. Oysa Karabekir’in dine bakışı, ‘Din, vicdan kanaatidir münakaşaya gelmez, bunu kendi haline bırakmalıyız’ sözlerinden anlaşılmaktadır. Saltanatı da şöyle özetler: ‘Saltanat yerine Cumhuriyet getirilmelidir. Hilafet de bırakılmalıdır. Hilafet kalktığında İslam dünyasındaki itibarımız zedelenmez.’ Dar anlam içerdiği gerekçesi ile Kemalizm tabirine de karşıdır.
M.Kemal Lozan’a K.Karabekir’i göndermeyi düşünse de, K.Karabekir’in kafasına göre hareket etme durumundan dolayı, sözünden hiç çıkmadığını bildirdiği İnönü’yü gönderir, çünkü Karabekir tesir altına alınamaz birisidir.
Karabekir, CHP kurulunda M.Kemal’in başkanlığına karşı çıkar. Zaten muhalefet istenmediği için ikinci guruptan kimse mebus olamaz.
Geri kalmışlığa dini sebep gösteren M.Kemal’in 10 temmuz 1923’te söylemiş olduğu, ‘dini ve namusu olanlar aç kalmaya mahkumdurlar’ sözü Karabekir’i üzer ve buna karşın Karabekir, Meclisin Kur’anlarla Tekbirlerle açıldığını hatırlatarak, Din ortadan kalkarsa milli dram yaşanır, der.
‘Oraya insanı düşürmek için getirir’ diyerek M.Kemal’in oyununa gelmemek için Başbakanlığı reddettiğini açıklar.
Hilafetin lağvı ve hanedan’ın sınır dışı edildiğini kendi sorumluluk alanı olduğu halde sivil makamlardan öğrenir.
Musul’un asker kuvvetiyle alınmasını öneren M.Kemal’e karşı çıkar. Halkın çok yorgun olduğunu ve bunun bedelinin halka ödetilemeyeceğini söyler.
Daha sonrasında ise istifa eder ve İstifadan sonra tekaüt kanunu gereği tekaüte sevk olunur. İstiklal mahkemesine verilir. 15 yıl takip ve taciz olunur.
Ve kendi ağzından şunları söyler:
‘Fakat halk efendimizin çektiği bizimkinden daha acı olduğundan, vaktiyle millet kürsüsünden söylediği halde giremediği sine-i millete biz girmekle, şaşalı sorgusuz ömür süren M.Kemal paşa arkadaşımızdan çok daha mesut ve bahtiyar olduk.
Vatandaş, milletin hürriyetini tehlikede görürsen karşındaki kim olursa olsun tek dağ başı mezar oluncaya kadar mücadele vazifendir. Hür ol, Esir yaşama.”