Bursa'da "Kimlik ve Değişim" Konuşuldu
Özgür-Der Bursa Şubesi'nin düzenlediği "Kimlik ve Değişim" konulu seminer Rıdvan Kaya'nın sunumu ile yapıldı.
Özgür der Bursa şubesinin alternatif eğitim seminerlerinde bu ay Değişim, Kimlik ve Siyaset konusu işlendi. Rıdvan Kaya’nın sunumunu yaptığı program Ördekli Kültür Merkezinde gerçekleştirildi.
Değişim, kimlik ve siyaset birbirileri ile iç içe kavramlardır. Biri diğerini belirlediği gibi kendi içinde dolayımlı bir ilişkiye sahiptirler. Ele aldığımız konu içinde asıl üzerinde durulması gereken kavramın “değişim” olduğunu kanaatindeyim. Çünkü varılan nihai bir nokta olarak değişim anlaşıldığında, onun öncesinde yaşanan ve birbiri ile ilintili gelişmelerin nasıllığını da anlamamız mümkün olabilir, diyerek sözlerine giriş yapan Rıdvan Kaya şöyle devam etti:
DEĞİŞİM NEDİR?
Değişim daha çok modalaşmış ve abartılı bir yüceltme şeklinde olumlu anlam yüklenen bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun nedeni de tüketim toplumu kalıpları dâhilinde ele alınmasından kaynaklanıyor. Oysa burada bir mantık hatası var. Yön belirtilmeden içeriğinden bağımsız bir değişim niçin olumluluk arz etsin? Değişim söz konusu olduğunda sorulması gereken iki temel soru olduğunu düşünüyorum. Bunlar;
-Değişim hangi yönde ve neyin sonucunda gelişiyor?
-Değişim özgür bir irade sonucumu yoksa mecburen ya da gayri iradi mi gelişiyor?
Bu sorulara verilecek cevaplar içinde; İradi bir tercih, takva ve birr yönünde, gerçekleşen değişimler olumlanabileceğimiz bir hal iken diğer(ler)i için ise ancak yozlaşma, çürüme ve başkalaşmadır diyebiliriz. Diğer yandan değişimlerin illa iyi yönde olması gerekmediği gibi, terside söylenemez. Değişimin çift yönlülüğüne işaret eden ayetler arasında Bakara süresinde altı çizilen “zulümat ve nur kutuplaşması “dikkat çekicidir. Yine Araf suresinde israiloğullarının yaşadığı köklü değişime işaret eden ayetler de bozulma, sapma yönündeki değişime dikkat çekilmektedir.
Bugün Müslümanların değişiminde tetikleyici ve belirleyici faktörleri düşündüğümüzde, göze çarpan kırılma noktalarını şöyle sıralayabiliriz.
28 ŞUBAT VE DEĞİŞİM
İslami kesimde 28 Şubat süreci ve izleyen dönemde büyük bir değişim yaşandığı, bireysel tercihlerden siyasal tavırlara kadar pek çok alanda köklü bir zihniyet dönüşümü gerçekleştiği bir takım çevreler tarafınca ısrarla yapılmaktadır. İslami kesim içinde ise değişim-dönüşüm olgusu kimileri için açık bir savrulma, çözülme ve çürüme ifade etmekteyken aynı olguyu bir evrim ve gelişme göstergesi olarak tanımlayanlarda bulunmaktadır. Bu yüzden örneğin dün ısrarla, coşkuyla savunulan bir fikrin veya pratiğin bugün tümüyle ret edilmesi ya da dün kerih görülen bir kavramın veya tutumun bugün pervasızca dillendirilmesi, savunulması gibi durumlarla sıkça karşılaşabiliyoruz. Birilerince kimliksizlik, ilkesizlik olarak takbih edilen bu hal, başka birileri tarafından çocukluk hastalıklarından kurtuluş ve olgunlaşma olarak alkışlanabiliyor. Hatta iyi ki 28 Şubat oldu. Aksi halde zihinsel bağlarımızdan nasıl kurtulabilirdik? Türünden tezlere vardıranlar dahi çıkabiliyor. Şüphesiz akidevi/ideolojik zeminde nasıl bir kimlik taşındığı ve siyasi düzlemde hangi pozisyonda durulduğuna bağlı olarak beklenti ve tercihlerin yeniden şekillenmesi kaçınılmazdır.
İÇ İÇE SÜREÇLER: BİREYSELLEŞME VE LAİKLEŞME
Bireyciliğin öne çıkması şüphesiz kendiliğinden gelişmedi. Egemen sistem örgütlülüğü, muhalif kimlikli birliktelikleri, cemaat olgusunu kendisi için her düzeyde büyük bir tehdit kabul ettiğinden bu noktaya adeta çullandı. Öte yandan gelişmekte olan kapitalist zihniyet ve işleyiş içinde cemaat olgusu kabul edilemez bir şeydi ve bu yüzden tüketim kültürünün olmazsa olmaz bir şartı olarak bireycilik yaygınlaştırılmaya çalışıldı. Bu çifte kuşatma beraberinde İslami duyarlılıkların belli ölçülerde aşınmasını, törpülenmesini getirdi. Öyle ki egemen propaganda ağı marifetiyle kolektif kimlik ve dayanışma ruhu küçümsenip modası geçmiş takıntılar şeklinde aşağılanmaya tabii tutulurken ben merkezcik, hatta düpedüz bencillik saygın bir konuma oturtuldu. Artık sorumluluk yüklenme, sahip olduklarını paylaşma değil; sadece kendisinden sorumlu olma başkasına hesap vermek zorunda almamama, düşünce ve eylemlerinde temel belirleyici olarak kendi aklını öne çıkarma tavrı normal davranış kodları olarak öne çıkartılır oldu.
ÖRTÜK AMA SİSTEMATİK LAİKLEŞME
Kavramsal düzeyde tartışmaksızın laikliğin yaygınlaşması, benimsenmesi olgusu en temelde sığınma ihtiyacının bir uzantısı olarak gelişmektedir! İslami kimliğin geri çekilmesine paralel olarak egemenlerin dili, söylemi ve pratiğine “uyumlu”, en azından onların kabulüne uygun duran bir zemine taşınma durumu yaşanmakta. Yaşananlar İslam’ın, belirleyen olmaktan giderek uzaklaşılması ve giderek belirlenen konuma oturtulması halidir
TARİHSELCİLİK VE YERELLİK ANLAYIŞI
İslamcılık geçmişleri ile hesaplaşma ihtiyacı his eden pek çok şahıs ve çevrenin en belirgin tutumlarında İslami evrensellik anlayışını terk etme ve yerellik vurgusunu öne çıkartma olduğu yaygın biçimde gözlenmektedir. Ütopik olmama, toplumu kucaklama, kendi enginliklerimizden istifade etme ve benzeri söylemlerle temellendirilmeye çalışılan “yerellik” yaklaşımının somut tezahürü ise ümmetin ikincil plana düşmesi oluyor. Aynı şekilde evrensel İslami hareket geleneğinin küçümsenmesi ve yerli-milli damarın öne çıkması beraberinde sağ-muhafazakâr, gelenekçi çizginin yeniden güç kazanmasını getiriyor.
HİCAPSIZLAŞMA
Başörtüsü/türban tartışmaları İslami kimlikle yaşanan aşınmaların en somut yansıdığı alanlardan biri olarak belirginlik kazanmaktadır. Bu alanda yaşanan değişim olgusu, gerek “örtünme” düzeyinde bayanlar açısından, gerekse de başörtüsü yasağına karşı tavır belirleme düzleminde bayan-erkek açısından İslami, kuran-i zeminin uzağına düşüldüğünü ortaya koymaktadır. Başörtüsünün kişiselleşmesi ve içeriksizleştirilmesi de denilebilir buna. Tesettür kavramının İslami anlam dünyasına sahip olduğu hassas konumun aşınmasına paralel biçimde kuralsızlaşan ve içi boşaltılan türban olgusu öne çıkmaktadır.
PEDAGOJİK KAYGILAR VE SİSTEME TESLİM EDİLEN ÇOCUKLARIMIZ
Çocukların gerilim ortamının dışına çıkarılması kaygısı giderek kimliksizleşme hatta kişiliksizleşmenin zemini oluşturuyor. Son dönemlerde bir hayli revaçta olan pedagojik kaygıların belirleyicilik kazanması ile İslami terbiye, cahili düzene ve onun sembollerine karşı duyarlılık ve benzeri değerler arka plana itiliyor.
DEĞİŞİM Mİ SİSTEME ENTEGRASYON MU?
İslami kesime içeriden, dışarıdan bol miktarda tavsiye/telkin edilen “değişimin kaçınılmazlığı” mesajının etkili olduğu çok açıktır. Çoğu zaman değişim 28 Şubat zorbalığının ortaya çıkardığı sonuçların tedris edilmesiyle, modernleşme süreçlerinin doğal uzantılarının harmanlanması şeklinde ele alınıyor ve biraz daha yumuşak ve kaygan bir zeminde tanımlanıyor. Öyle ki klasik modernleşme teorilerinin zorlayıcı dayatmacı çerçevesinin dışında adeta kendiliğinden ve iradi temelde benimsenmiş bir olgudan söz ediliyormuşçasına sunuluyor. Oysa dayatmacı tutumun izleri o kadar açık ki! İstenirse sadece “değişimi gerekli kılan neydi? gibi bir tek soru bile her şeyi ortaya çıkarmaya yeter.
Değişenlerin değişim süreçlerini haklılaştırma, rasyonelleştirme, meşrulaştırma adına pek çok gerekçe, mazerete sahip oldukları bilinir. Zaten bu tarz tramvatik dönüşümlerde psikolojik savunma mekanizmasının devreye girmesi ve nefislerin temize çıkarılmaya çalışılması beklenen durumlardandır. Ama ortada çarpıcı ve izahı kolay olmayan bir durum var; birileri düzeni değiştirme isteği ile çıktıkları yolun bir etabında o düzene uyum sağlamış, statükoya tabi olmuşlardır. Değiştiremiyoruz bari biz değişelim türünden bir garabet söz konusudur. Bu çarpıklığı en temelde sahih bir kimlik ve ne bir zihniyet ve tutum geliştirememenin kaçınılmaz sonucu olarak görmek ve kimliğimizle beraber saflarımızda netleştirmek gayreti içinde olmak durumundayız.
Kavramsal bir çelişki olarak düzene teslimiyet, statüko savunuculuğu değişim kavramı ile savunuluyor. Genelde unutuluyor, görmezden geliniyor. Oysa homojenleştirici bir tekçilik dayatması var düzenin. Teslimiyet değişim veya sorgulama, gelişme kavramları ile meşrulaştırılamaz. Teslimiyet teorileri ya da yanlış hesaplaşmalar gündeme oturtulabiliyor. Örneğin başörtüsü sorunu/zulmü altında ezilenlerin, bu yükü kaldıramayanların, en azından dürüstçe ben yenildim demek yerine faturayı cemaatlere, erkeklere, aileye ya da eşe çıkartma hastalığı gibi. Hiç tartışmasız bir gerçek olarak şunu diyebilirim ki: kapitalizmin hedef tahtasında birlikteliklerimiz var, biz olma, cemaat olma bilinci var. Neyin peşindeyiz sorusunun cevabı net olmalı. Şartları değiştirmek mi? Şartları merkeze alıp değişmek mi?
Seminer katılımcılardan gelen yoğun sorulara verilen cevapların ardından sona erdi.
Haber: Abdurrahman Yıldırım / Fotoğraf: Fatih Özçetin
Haksöz Haber