Bursa'da “Günümüzde Tasavvuf Algısı” Semineri
Özgür-Der Bursa Şubesinin bayanlara yönelik olarak düzenlemiş olduğu seminerlerin beşincisi dernek binasında gerçekleşti. “Günümüzde Tasavvuf Algısı” konusunu Nilgün KEPEZ sundu.
Nilgün Kepez sunumuna Kur'an ve sünnetten uzaklaşıp farklı kültürlerin getirdiklerinin dinimize girmesi ile yeni bir din oluştuğunu bunun adının da tasavvuf olduğunu söyleyerek başladı. Toplumda yaşanan yönetim bozukluğu ve ekonomik refahın yükselmesi gibi olgular sonucunda gücü elinde bulunduran kesimlerin gayretleriyle çeşitli grupların oluştuğunu, zamanla grupların birbirlerinin ibadetlerini beğenmez hale geldiğini belirtti. Ve bunun "bizim tarafa geçmezsen cennetin kokusunu uzaktan bile duyamazsın" gibi öğütleri söyleme derecesine ulaştığını söyledi. Kur'an'la irtibatları bozulan Müslümanların inandıkları değerlere olan güvenlerinin azaldığını, nefislerini ıslah etmek adına da kendilerini hakir gördüklerini ve kimi şahısları da olduğundan büyük görmekle onlar için hayali makamlar uydurulmaya başlandığını, sonra da bu şahısların kendilerine manevi yardımda bulunacaklarına inandıklarını ifade etti. Ayrıca alimlerin toplumdaki din algısının oluşmasında önemli etkileri olmuştur. Alimler dini Kur'an ve Sünnet kaynaklı olarak insanlara anlatmak yerine eski alimlerin eserlerini taklit etme yoluna gitmişlerdir. Bu uygulamalarıyla din algısını pasif ve hayattan uzak şekilde yönlendirmiş olduklarını söyledi.
İslam'ın ayırıcı özelliği ve bel kemiği olan "tevhid"i sunumunda açarak bunun tasavvuftaki izdüşümüne değindi. Tasavvuf; vahdet-i vücud, vahdet-i şuhud, hulul, fena fillah gibi teorilerle, kendine özgü olan dua ve ibadetlerle, aracılar ve kurtarıcılar koymakla İslam'ın tevhid inancını bozmuştur, ve bunu yaratan ile yaratılan arasındaki ilişkileri tahrip ederek, Adem'in Allah suretinde yaratıldığını söyleyerek, insanın Allah'tan geldiğini ve O'nunla bütünleşeceğini iddia ederek gerçekleştirdiğine değindi. İslam'daki "peygamber" tasavvurunu da konuşmasında açan Kepez, bunun tasavvuftaki yansımalarını şu örneklerle ifade etti: Peygamberimizi insan üstü göstererek bütün alemin kendisi için yaratıldığını, herkesten ve her şeyden önce var olduğunu, nuru Muhammedi inancıyla her şeyin O'nun nurundan yaratıldığını, hatta velilerinin Peygamberden daha üstün tutulduğunu anlattı. Öyle ki bu veliler keşf yahut ilham yoluyla ya da Peygamberle görüşüp-konuşarak kitaplarını O'nun isteği ve tavsiyesi üzerine yazmış olduklarını ileri sürerler.
Tasavvufun Müslümanların "Kur'an" algısını da bozduğunu ifade ederek şunlara değindi: Kur'an'ın zahir ve batın anlamlarının olduğunu, zahir anlamlarının kabuk, batın dediklerinin ise öz olduğunu ve bunu ancak le dünni ilimlere sahip tasavvufçuların bildiğini söyledi. Sohbet ortamlarında Kur'an'ın yerine kendi üstadlarının eserlerini okuyup, keşiflerini anlattıklarını belirtti.
Tasavvufun şeriat, tarikat, hakikat ve marifet olarak dört dereceye ayrıldığını, izzet ve şeref yerine zillet ve meskenet ruhunun aşılanarak dengeli din anlayışının bozulduğunu, Allah'ın sorumlu tuttuğu ibadetleri (namaz-oruç-zekat gibi) yeterli görmeyip bir sayı belirterek bu sayıya ulaşamayanların kurtuluşa eremeyeceklerini, kişinin Allah'la arasına aracı koyma anlayışını anlattı. Şeyhin elinde müridin cenaze yıkayıcısının elindeki cenaze gibi olduğu anlayışına dikkat çekti. Nefsi ıslah olmaz bir varlık olarak görüp ömür boyu insanı onunla kavga ettirerek bu mücadeleye de en büyük cihad adını verdiğini söyledi.
Son olarak seminerci şu dua ile sunumunu bitirdi: "Biz hepimiz Allah'ın korumasına sığınmalıyız. Ellerimizi, kalplerimizi sonsuz bir tevazu ve yakarış içinde Allah'a açarak bizlere gerçek imanı bağışlamasını ve hepimizi kurtuluşa erdirmesi için dua ediyoruz. Hak yolda kalplerimizi birleştirmesi ve sırat-ı müstakim üzerinde tutması için yalvarıyoruz."