"Batı, hayatımızın bütün kalelerine oturdu"
Özgür-Der Bingöl Şubesinin gerçekleştirdiği 2021-22 dönemi aylık seminerler dizisinin beşincisinde Araştırmacı Yazar Şefik Sevim’in sunumuyla “Aileyi Ayakta Tutan Dinamikler’’ konu başlıklı seminer gerçekleştirildi.
‘Aileyi Ayakta Tutan Dinamikler’ başlığı altında değerlendirmelerde bulunan Şefik Sevim sözlerine “Ne yazık ki, aileyi değersizleştiren bir dünya ile karşı karşıyayız. Her gün gerçekliğini ve yıkıcılığını daha yakından gördüğümüz kutsalları tanımayan ve kutsallarla problemi olan düşüncelerin, maalesef harsı ve nesli bozduğunu üzülerek gözlemliyoruz.” dedikten sonra Aliya İzzetbegoviç’in de aynı endişeleri paylaştığı şu söze dikkat çekti: “Batı, hayatımızın bütün kalelerine oturdu. Geriye sadece ailemiz kaldı.” yaklaşımı konumuz ile ilgili önemli bir tespit içermektedir. Zira fıtrata ve vahye uygun bir aile kurulmadığında gelişen ifsada karşı aile kurumunun yıkıma uğraması kaçınılmazdır. İyi bir müminden beklenen de bu gerçekliği görerek örnek alınabilecek bir ailenin temellerini atmak olmalıdır.’’ dedi.
Sevim, “Modern yaşamda bizlere dayatılan kadın erkeğin her ikisinin de karşı karşıya getirilerek bir çatışma ve rekabet içinde gösterilmeye çalışılması aile kurumu açısından büyük bir talihsizlik olarak görülmelidir. Hâlbuki inancımızda Yüce Allah, (Hz.) Âdem’i ve (Hz.) Havva’yı yarattı, birini diğerinden değil her ikisini de aynı özden, topraktan yarattı. Biri diğeri için değil her ikisini de yeryüzünü birlikte imar etsinler diye yarattı. İkisi birlikte Allah’ın hitabına muhatap oldular, ikisi birlikte şeytana kandılar, biri diğerini aldatmadı, ikisi de birlikte aldandılar. İkisi birlikte pişman olup tövbe ettiler, dünyadaki sorumluluğu da birlikte üstlendiler, ikisi de halife olarak gönderildiler. Örnek alınması gereken bu tespitler doğrultusunda evlilik kurumunun inşa edilmesi gerekmektedir.” dedi.
Sevim, daha sonra ise “Kuran’ın tarifini yaptığı ev, esasen bir “şahsiyet okulu” hükmündedir.” Bu şahsiyet okulunun bozulma sebeplerini sıralarsak;
1- Kadın erkek tasavvurumuzu gözden geçirmemiz lazım. Bunun için bir hukuk belirlemek şarttır.
2- Fazla özel veya bir o kadar kontrol dışı bir yaşam tarzının benimsenmesi de yine sorunlar doğuracaktır.
3- Ayrıca eşlerin ekonomik bağımsızlığının evliliğe etkisi de sorun olarak karşımıza çıkabilir.
4- Eşlerin birbirlerine karşı tahammülsüz davranması.
5- Bekârlık kültürün kanıksanması.
6- Hakemlik kurumunun yok olması.
7- Eşlerin beklentilerinin yüksek olması ve bunların karşılanmasında yaşanılan sorunlar olarak tespit etti.
Sevim, son olarak bu tür sorunların çözümleri için bir takım önerilerde bulundu. “Bizler öncelikle kendi gerçekliğimizi yani hakikatimizi kabullendiğimiz oranda sorunlarımızın üstesinden gelebiliriz. Bu yüzden öncelikle kendi hakikatlerimizi görebilme imkânı sağlayacak mütevazı bir ortamı inşa etmemiz gerekmektedir. Gerçeğimizle yüzleşmenin bir gereği olarak, öncelikle toplumumuzdaki kadına olan bakış açımızla ilgili algıyı düzeltmemiz gerekir. Çünkü geçmişe dayanan bir anlayışın tezahürü olarak aile ile ilgili sorunlar genellikle kadın üzerinden analiz edilmekte, aynı hatayı yapan erkek ve kadından erkeğe bir şey denmezken tüm suç kadına yüklenebilmektedir. Benzer durum, aile kültürünün zayıflaması, boşanmaların artması, mahremiyete uyulmaması gibi konuların analizinde de ortaya çıkmakta; sorunların ana aktörü kadınmış gibi davranılmaktadır.”
Sevim ayrıca, genç evliler birbirini yargılamadan dinlemeyi becerebilmeli, taraflar yargılayıcı iletişimden uzak durarak tamamlayıcı ilişkiyi seçmeliler. Her hafta belirli bir gün ve saatte tüm aile fertlerinin bir araya gelerek iletişimi engelleyen unsurları kapatıp bir saat bile olsa sohbet edip kaliteli zaman geçirmeleri gerekir. Evimizi kalbimiz bilmeli ve akraba komşu gibi misafirleri ağırlayabilmeyi, hikmetli istişare mekanizması ile ailede gündemli oturumlarda buluşabilmeyi, kendi değerlerimizle barışık bir mekân ev modelini benimseyebilmeli, hikmetli ve suçlayıcı olmayan bir iletişim kurabilmeyi, ortak paydaları güçlendirecek hassasiyetleri geliştirmeliyiz. Sağlam duruşlu örneklikler önceliğimiz olmalı. Aileye ruh katan hayâ ve sadakat gibi fıtri ve kimliksel kazanımlar pratik bir forma dönüşmeli. Unutmayalım ki, hayâ hayattır. Son olarak sosyal hayatımız içerisinde bir şekilde hukukumuzun olduğu büyüklerimize karşı bir aidiyet taşımamız ve bu aidiyete bağlı olarak “bir büyüğü dinleme” nezaketini gösterebilmeliyiz.
Program katılımcıların soru ve katkıları ile nihayete erdirildi.