“Müslüman Gençler Yanlışlara İtiraz Etmeli”
Batman’da geçekleşen 1. Kitap fuarına konuk olan Âdem Özköse, okuyucularıyla buluşmadan önce Özgür-Der Külliye binasında liseli gençler ile bir araya geldi.
Hasbihal havasında geçen buluşmada Âdem Özköse, özellikle gençlerin statükocu olmamaları gerektiğini, yani üslubunca ve edeplice yanlış gördükleri şeylere itiraz edebilme öz güvenlerinin olması gerektiğinin altını çizdi.
Bu hayatın üzerinde düşünülesi olduğunu, üzerine düşünülmeyen hayatın yaşamaya değer olmadığını, aynı bağlamda yaşanmayan hayatın da üzerinde düşünmeye değmediğini söyledi. Yaklaşık 80 ülke gezdiğini belirten Özköse, kendi gözlemine göre dünyada sadece iki tip insan olduğunu; bunların, birincisi ''Ben neden varım?'' sorusuna cevap vermiş, kendine bu soruyla beraber hedef belirlemiş insanların, bir de hayatını bu soruya muhatap etmemiş, hedefsiz insanların olduğunu belirtti. ''Şu an dünyanın adaletsiz oluşundan bahsediyorsak işe en başta kendimize bir hedef belirlemekle başlamalıyız. Sadece hedefi olan insanlar dünyayı değiştirebilir. İnsanın değeri de bu hayat içerisindeki misyonunu neye göre belirlediğinden gelir. Bugün bizim, Müslüman olarak ölüme dair verdiğimiz cevap -hem amel hem fikri boyutta- bizim hayatımızı nasıl sürdüreceğimizin cevabıdır. Bu anlamda da bir değişiklikten bahsediyorsak, bu düzenin böyle gitmeyeceğini söylüyorsak, bu değişimi sağlayacak olan tutulamayan gençler olacaktır.'' dedi.
''Kişileri ölümsüzleştiren, öncülerden olmalarını sağlayan temel prensiplerin samimiyet ve bir davalarının olmasıdır'' diyen Adem Özköse, bir davaya inanç varsa ve o davanın zafere ulaşmasını arzuluyorsak, o güttüğümüz davanın prensiplerini mutlaka ve mutlaka hayatımızda yaşamamız gerektiğinin özellikle altını çizdi. Orada burada yazı yazmanın, konuşmanın kolay olduğunu, Allah için ölmekten zor olan şeyin Allah için yaşamak olduğunu, bir değeri, bir inancı yaşamanın yüzlerce konferanstan daha çok insanlar üzerinde etkili olduğunu söyledi. Ayrıca işimizin bununla bitmediğini, dava adamının ''sadece kendim bireysel yaşayayım, etliye sütlüye karışmayayım'' diye bir tavırda olamayacağını, bir de yaşatma, yani başkalarını kurtarmak için emek harcama idealinin olması gerektiğini ifade etti.
Gençlerin özellikle ''Ben falan STK'ya girerken CV' me katkısı olsun diye mi giriyorum yoksa buraya ne katarım?'' sorularını kendine sorması gerektiğini söyledi. Zayıflayan karakterlerle beraber, rüzgâra göre savrulan insan tipinin Müslüman prototipi ile uyuşmadığını, şartlar ne minvalde gelişirse gelişsin Müslümanın yüreğinde bir umut taşıması gerektiğini, prensiplerimize sımsıkı sarılıp rüzgarın şiddeti ne olursa olsun ancak bu prensiplerle ayakta durabileceğimizi, umutsuzluk ve imanın asla bir arada bulunamayacağını belirtti. Bugün biz, yaşadığımız şartlar nasıl birilerinin rüyası ise, yarın sancağı devralacakların yolunu aydınlatma adına bizim de bir rüyamızın olması gerektiğini ifade etti.
''Bu sayılanları geçekleştirmek için ise en başta üslubumuzu iyi belirlemeliyiz. Çoğu zaman üslubumuz anlattığımız şeyden daha önemlidir. Bugün Müslümanların en büyük problemi bu. Kimse birbirini anlamaya çalışmıyor. Hemen birbirini yargılıyor. Genç kardeşlerimi özellikle siyasilerin diline özenmemeleri konusunda uyarıyorum. Aliya; ''Benim için iyi, güzel ve doğru ne varsa adı İslam'dır.'' der. İnsanlık İslam'la eşdeğerdir. Bir yerde insanlık yoksa orada İslam da yoktur. Bizim evrensel bir dile ihtiyacımız var. Bu dille beraber insanlığımızı da geliştirmemiz gerek.'' dedi.
Son olarak; bir insan topluluğunun yaşadığı coğrafyanın, o insanların kaderi olduğunu, burada yaşanan tarihin her zaman o insanları takip ettiğini söyledi. Tarihin Anadolu coğrafyasında yaşayan Müslümanlara belli bir misyon yüklediğini ve bu toprakların ruhunu yansıtan, hakikatin peşinde koşan bir gençliğin her zaman bu topraklarda olması gerektiğini söyleyerek konuşmasını tamamladı.