"Küresel terörün silahı: Medya"
Özgür-Der Batman Şubesinin gerçekleştirdiği aylık seminerler kapsamında, Cahit Çekmen’in sunumuyla ‘’Küresel Terörün Silahı: Medya’’ konulu seminer gerçekleştirildi.
Cahit Çekmen sözlerine “Küresel güçler derken direkt olarak evvela ABD ve yandaşları Avrupa ülkelerini kast edildiği” tespiti ile başladı. “Avrupa ülkelerinin geçmişte uzun süren ve kilisenin tek hâkim olduğu, hiç bir toplumsal kurumun olmadığı siyasetin, ticaretin, hukukun ve eğitimin sadece tanrı adına konuşan despotik dini otoritenin güdümünde olduğu uzun ve skolastik bir dönem yaşanmıştır. Orta çağın bu derin karanlık dönemden bunalan Avrupa ülkeleri; Rönesans, Reform ve Fransız İhtilali ile bu çalkantılı dönemden kurtuluşunun batılı modern zihnin oluşumunda nasıl bir devrim oluşturduğu bu evreler hakkında kısa bilgilendirilme yaparak bu evrelerin oluşumunda oldukça etkili olan bilim adamları ve filozofların görüşlerine yer vermek istiyorum;
İlk olarak Rönesans’ta kilisenin Hristiyan itikadında önemli yeri olan Hz. İsa, teslis, Meryem Ana ve meleklerini resmeden resim ve ikonalarına karşı ressam ve mimarların farklı resim ve heykelleriyle kilisenin oluşturmuş olduğu o mistik tanrısal büyü bir darbe almaya başladı. Antik dönemin eserlerinin matbaa ile çeşitli Avrupa ülkelerinde yaygınlaşmaya başlayan çeviri eserler ile alternatif düşünce ve bilimsel yöntemler konuşulmaya başlandı. Akabinde Reform olarak kabul edilen, Alman papaz ve teolog olan Martin Luther tarafından 95 maddelik Protestanlık bildirgesiyle Katolik kiliseye karşı aykırı sesler güçlenmiştir. Çünkü halkın iradesini hiçe sayan her günahı ‘Endüljans’ ile paraya çeviren katı sınıfçı kiliseye karşı var olan bu tepki Protestanlık dini düşüncesiyle güç kazanmıştır. Akabinde yine kilisenin emrinde olan krala karşı Fransa’da gerçekleşecek olan Fransız İhtilali ile Ortaçağ’ın tahakkümcü dini ve siyasi yapısı olan teokratik monarşik yönetim yerini cumhuriyete bırakmıştır. Bu büyük değişim milyonlarca can alan mezhep ve otorite çekişmelerine yol açmıştır.” Dendi.
Çekmen, “Avrupa’yı bu aşamaya getiren çok önemli bilimsel gelişmelerin başında Aristo’ndan miras kilisenin tek hakikat olarak kabul ettiği dünya merkezli evren kozmolojisine karşı evrenin güneş merkezli yeni bir kozmolojiyi söyleyerek kilisenin katı bilimsel kabulüne karşı ilk itiraz, Keplerden esinlenen Galileo’nun “dünya dönüyor” tarihi sözü ile gelmiştir. Aslında bu gerçek bin yıl öncesinde Müslümanların kitabı olan Kuran’da zaten yazıyordu. Akabinde, Descartes’ın ‘düşünüyorum öyle ise varım’ sözü varlığın gerekçesini tanrıdan koparan dünya merkezli düşünceye yani bilimsel gerekçelere bağlayan Kartezyen düşüncenin, tek gerçek ve hakikatin Tanrının bildirdiği hakikat olmadığı, hakiki düşüncenin bilimle elde edileceği düşüncesi, ontolojik yeni bir kopuşu sağlamıştır. Thomas Hobbes’in ‘İnsan insanının kurdudur’ yaklaşımı ile insanı kötü karakterli tanımlayan sözü kaba tabirle ‘ben seni yemezsem sen beni yersin’ düşüncesi modern insanı kurtlaştırmak için yeni bir gerekçe üretmiştir. Newton’un ‘yer çekimi kanunu’ tespiti ile tanrının egemen olduğu ‘ilahi çekim’ tanımı yerini fizik kanunlarına bırakmıştır. I.Kant’ın ‘aklını kullan’ sözü ergenlik ile düşülen çaresizlikten insanın aklını kullanarak ve bilimle aşabileceğini vurgulamıştır. Çünkü daha önce tanımlanamayan her gücün sahibi olarak Tanrı merkezde yer alıyordu ve müsebbip olarak Tanrı görülüyordu. Aklın merkeze alınması batılı zihin için orta çağ karanlığından kurtuluş için tek araç olarak kabul edilmiştir. A.Comt’un üç hal yasasıyla Tanrı merkezli teolojik aşamanın bilimi ile aşılarak pozitivist aşamaya geçildiğini bu vesileyle ‘her şey bilimle açıklanabilir.’ Gibi bir anlayıştan, ‘her şeyi tanrıya bağlamaya gerek yok artık akıl ve bilimle her şeyi tanıyabiliriz anlayışıyla yer değiştirmiştir. Bu yeni anlayış evrenin öncesi sonu yoktur yani ahiret ve hesap ta yoktur anlayışını ifade eden materyalist Deterministik düşünceyi güçlendirmiştir. Darwin’in, ‘güçlü nesil(soy) ayakta kalır, zayıf olan yok olur’ tezi. Batılı için güçlü olmanın zorunluluğunu ortaya çıkarmıştır. Freud’un insanı fıtratını libido(cinsellik) ve şiddete indirgeyen yönüyle fıtraten insanın kötü olduğunu açıklayan (ki İslam’da insan fıtratının doğuştan temiz ve günahsız olduğunu sonradan insanın tercihlerine göre şekil aldığını söyler) görüşlerinin hepsi yan yana geldiğinde; bilim ile tanrıya ihtiyaç kalmadı ve insan insanın kurdu ve şiddete ve sapkınlığa meyilli olarak tanımlanan modern insan, Tanrı egemenliğinden, akıl merkezli hümanisttik bir egemenliğe evirilerek, adeta Tanrının tahtına oturtulmuştur.
Modern insanın bu evreler ile emperyalist zihinsel gelişimini tamamlayarak kültürel olarak üretilen yeni Protestan ahlakı teolojisiyle, Asketik düşünce ve yaşantıdan uzaklaşan ‘Tanrının şanına ulaşmak için güçlü Hristiyan olmak gerekir.’ düşüncesiyle de dünyada yok olmamak için güçlü olmak ve tek egemen olmak adına yıkıcı emperyalist faaliyetlere girişmiştir. Diğer coğrafyaların tüm zenginliklerini sömürmek için çıktığı seferlerde ötekiyle karşılaşınca da mekanik ve teknolojik üstünlüğünün getirmiş olduğu anlayışla da genetik kodlarını ‘ari üstün ırk’ tanımlamasıyla da dini, siyasi, kültürel ve bilimsel tüm gerekçeler üreterek dünyaya egemen olmak için yıkıcı uzun bir sömürü dönemini başlatmıştır.
Bu süreçlerin akabinde endüstriyel seri üretim teknolojilerinin Modernizm denen bir anlayışı ortaya çıkardığını söyleyen Çekmen, “Modernizm’in geleneksel olan her şeye bir karşı duruş içerdiğini, tek ölçünün insan ve madde olduğunu her şeyin yenisini özendirerek, eskisini karalayarak, son modele, yeni markaya, yeni ürüne ulaşmayı mutluluğuna gerekçe kılarak modern insanı sürekli tüketim nesnelerine bağlamayı başarmıştır. Modern üretim teknolojilerini destekleyen bu yaklaşımları da sürekli medya araçları üzerinden enforme edilerek cazip hale getirilmektedir. Ve şaşalı nesneler ile ve tükettikçe var olduğunu düşünen modern insan, ahiret ve ölüm duygusundan uzak ve çoğunlukla arzuları kamçılanan ümitlerini hep yarına havale eden ve hep daha iyisine ulaşmaya programlanan insan, ömrünün sonuna kadar sahte cennet arayışıyla bu dünyada debelenerek mutsuz ve hep psikolojik sorunlar ile boğuşmaktadır.”
“İşte evrim geçirerek gaddarlaştıran bu sözüm ona birçoğu bilimsel olarak iddia edilen bu gelişmeler ve bunlara dayalı batılı zihin yapısı güçlendikçe ötekini yok etmek için elinden gelen tüm imkânları kullanmıştır. Bu süreçlere baktığımızda batılı zihin ‘ya kendine benzetir, ya kullanır, kullanamazsa da yok eder’ temel anlayışına son birkaç yüz yılda ulaşmıştır. Şuan batılı ülkelerinin dünya nüfusu içindeki ağırlığı %10 olmasına rağmen hâkim olduğu ülkeleri vahşi modernleşme ve kapitalist teknolojik üstünlük ile acımasızca sömürerek dünya zenginliklerinin yarısından fazlasına sahip olmuştur. Ve bu kapitalist çarklar döndükçe de bu makas açılmaktadır. Bunların sonucunda; yeryüzünde temas ettikleri tüm coğrafyalarda savaşlar, göçler, açlık ve sefalet bir türlü bitmemektedir. İşte son yüz yıl içinde nesnel üstünlüğünü, en büyük silahı olan medyayı çok iyi kullanarak elde etmektedir.”
Medya için “firavunun büyücüsü” benzetmesini yapan Çekmen, büyücünün efsunladığını, hipnotize/enforme ettiğini, zihinsel kodlarla oynağını ve zihinsel kodları değiştirdiğini, medyanın da bugün aynı işlevi gördüğünün altını çizdi. Bugün medya görsel dünyaya hapsedilen modern insanın hayata tutunduğu büyük bir dönüştürücü ve yok edici güçtür aynı zamanda.”
Çekmen, “Küresel gücün medya üzerindeki hâkimiyetine baktığımızda aklımıza Hollywood geliyor. Amerikan film endüstrisi, pentagon birlikte çalışıyor. Amerika dünya üzerindeki emperyalist duyguları için film üretiyor. İnsan davranışlarının geri planında dini duyguların baskın olduğunu, dünyanın hâkimi olmak isteyen Amerikan’ında mesihçi bir zihniyetle hareket ettiğini ve bu düşünce tarzının kendilerini dünyanın süper gücü, yenilmez tanrısal kaynaklı bir güç olarak enforme edilmesinin yolunu açtığını” ifade etti.
Arıca medyanın ‘çerçeveleme’ yöntemiyle kadrajın içerisine istediği kadarını aldığını, yani hangi bilgiyi enforme etmek istiyorsa o bilgiyi çerçevelediğini, hedefin haberi iletmek olmadığını, istenen ideolojik algı ve çıkarları için bir propaganda malzemesine dönüştürdüğünü” söyledi.
Batı’da gelişen İslamafobi olgusuna da değinen Çekmen, “Batı medyasının İslamafobi olgusunu medyada nasıl işlendiğinin çeşitli örneklerini verdi. “İslamofobi’nin geçmişinin çok eskilere dayandığını Dante’nin ‘İlahi komedyası’ ile ve akabinde kültür sanat ve özellikle komedi ve mizah etkinlikleri içinde İslamofobi’nin nasıl yerleştirildiğini” örnekleyerek açıkladı. “Son zamanlarda Avrupa’da artık nüfusun artmadığını ve hatta son yıllarda nüfusun azaldığını, yıllar önce Avrupa’ya köle olarak zorla götürülen, çalışmak için göç eden veya oraya savaşlardan kaçıp Avrupa’ya sığınan Müslümanların torunlarının nüfusu artırdığını ve gelecekte onların güçlü aile yapısı ile onları katlayacağını düşünmektedirler. Ve atalarına yapılan zulümlerin yavaş yavaş farkına vardıklarını ve tepki vermeye başladıklarını söyledi. Bu durumun batılıları çok korkuttuğunu ve yakın zamanda Avrupalıların sağlıklı aile kuramadıkları için Avrupa’da azınlık durumuna düşeceklerini ve bu durumun tek müsebbibi olarak İslam’ı görmelerinden dolayı İslamafobi faaliyetlerine devlet destekli katı yasalar ile destek verdiğini açıkladı.
Ayrıca medyanın ‘demokratik ilizyonuna’ değinerek; “medya üzerinden herkesin demokratik bir şekilde fikrini beyan edebileceği algısı vardır fakat bu doğru değildir. Medya organları sadece kendi yayın politikalarına uygun yayınları veya kişileri ekranlarda gösterirler. Ve dünyada tarafsız hiçbir medya kuruluşunun olmadığı” tespitinde de bulundu.
‘Bilinçaltı zehirlenmesiyle’ çok hızlı akan görüntülerin, çok hızlı bir şekilde verilerek hızlı akan görüntüler arasında insanların bir çeşit şok geçirmesi sağlanmaktadır. Örneğin Filistinde zulme uğrayan veya öldürülen bir aileyi gösteren medya bu acı olayla hemhal olmadan haberinin akabinde yayınlanan bir eğlence haberiyle ölüm haberinin bize unutturulduğunu, bizlerin bunu tam algılayıp/özümsemeden o duygusal hissedişin yok olduğunu, bununda zamanla duygusal bir yozlaşmaya neden olduğunun altını çizdi.
“Medya bizi yönlendiriyorsa/yönetiyorsa, algılarımızla oynayıp bize istediğini yaptırıyorsa medya bir dindir diyebiliriz. Neden medya dini diyoruz. Çünkü medyada aynen dindeki ayetler gibi haberi bilgiye, bilgiyi hakikate dönüşüme yeteneği vardır. Medyada kendi hakikatlerini üretme, kendi kutsallarını üretme yeteneğine sahiptir.” dedi.
Çekmen, “Müslümanların medya/kültür/sanat konularında geride kaldığını, seküler kesimin bu alanları domine ettiğini, kaybettiklerimizin yeni yeni farkına vardığımızı söyledi. Bununla beraber alternatif olmak ve boşluğu doldurmak adına ve özgün olmayan taklit programlar üretilmiştir. Mesela bu programlara örnek olarak; moda defilesine, tesettür defilesi, güzel ses yarışmasına, güzel Kuran tilaveti ve yılbaşı kutlamalarına Mekke’nin fethi gibi alternatif programlarla komik manzaraların ortaya çıktığını” ifade etti.
Çekmen, “medyanın dini anlamda kişiyi geliştiren kişilik ve ahlak kazandıran tefekkür derinliğinin, medya ekranlarında görsel olan imgelere ve gösteriş gibi daha çok kişinin insani erdemlerini askıya alarak medya ahlakıyla yer değiştirmektedir. Kapitalist batılı dünyanın bizi tüketim nesnelerine çevirdikten sonra bizleri bir müşteri olarak kendine bağladığını, onun gözünde insan değil seri numarası olan bir müşteri olduğumuzu ve alım gücümüze göre bizi kategorilere ayırarak dijital iletişim araçları ve reklamlar ile istediği gibi enforme ederek yönlendirmektedir.”
Çekmen, “Karl Marks’ın ürettiği ‘metafetişizm’ kavramının, modern yaşamla beraber insan ihtiyaçlarının talebe göre değil prestije bağlı olarak şekillenmesiyle ortaya çıktığını, örneğin bir malın değerinin beş lirayken, marka değerinden ötürü onu otuz liraya alınmasının o ürünlerle metafeşist bir boyuta ulaştığını, artık o ürünün kullanım değeri için değil değişim değeri ve prestiji için almaya başlaması ile sonuçlandığının” altını çizdi.
“Modern kapitalizmin madde tapıcılığını teşvik etmesiyle hayatımızın merkezinin değiştiğinin en bariz örneği hayatın merkezi konumunda olan görkemli ibadethanelerin yerini artık görkemli AVM’ ler yeni modern tapınaklar olarak hayatımızın merkezinde yer almasıdır. AVM’ lerin de kutsal günleri var. Sevgililer günü, doğum günleri vs. bizler artık bu mabetleri gezerek manevi huzur arıyoruz ve ferahlıyoruz. Alışveriş yaptıkça kurban adamış gibi huzur buluyoruz. Aldığımız nesneler arttıkça da kapitalist dünyanın en iyi müridi konumuna yükseliyoruz.” dedi.
Cahit Çekmen, “sosyal medya organlarının özellikle çocuklarımızı hedef aldığını, görsellerin ve kısa videoların devamlı akan enformasyonu içerisinde özellikle çocuklarımızın ‘medyatik fenomen’ diye tabir edilen rol modellere özendirildiğini ve bu medyatik rollerin daha çok inanç kültür ve değerlerimizden çocukları çok uzaklara sürüklediğinin” altını çizdi. “Medyanın aile hayatını hedef alarak ailenin rolleri arasında karmaşıklık ve çatışmalar üreterek batı modeli ahlaksız ve inançsız seküler bireyler üreterek aile hayatını bitirdiğini söyledi.” “Özellikle eğitim çağındaki çocukların büyük bir çoğunluğunda medyanın ekran akışının büyüsüne kapıldığı için sabırsız olduğunu ve odaklanma problemi yaşadığını” söyledi.
Çekmen “ayrıca modern dünyanın tüketime uyumlu modern bireyler üretmek için ‘kadın’ tüm ideolojilerde olduğu gibi hedef alınmaktadır. Değişimin büyülü kelimesi olan ‘özgürlük’ ile bunu yapmak istemesi bize hiç te bize yabancı gelmemektedir. Medya özgürlük derken zaten kadınların zihinsel dünyası ve sosyal hakları ve yaşantısı için değil, onun sadece bedenini/cinselliğini tüketim nesnesi yapmak istediğinden kaynaklanmaktadır. Ekranlarda boy boy alımlı mankenlerin cazip bir şekilde sahnelenmesi özellikle kadınların kendi bedenlerinden ve görünüşünden rahatsız olmalarını ve bunun sonucunda da mantar gibi her köşede açılan güzellik ve estetik merkezlerine rağbet etmelerinin görsel medyanın en dejenere edici yönlerinden birini oluşturmaktadır.”
Son olarak sözlerine “bu küresel ifsadın en büyük ayağı olan küresel medyaya karşı ne yapmalı? Sorusuna da” cevap olarak; “yeni duyanın medya üzerinden inşa edildiğini medyada yoksan toplumda da yoksun anlamında olduğundan topluma bir sözü olan bizlerin mutlaka bu dijital mecralarda özgün eserler yapmak zorunluluğu vardır. Özellikle 70’li yılların efsane filimi olan ‘Çağrı’ filminin dünyada İslam’a girişte milyonlarca insanı olumlu etkileyerek çığır açmıştır. Bizim elimizde Allah’ın verdiği ve peygamber efendimizin bizlere örnek olarak sunduğu sağlam hakikatlerimiz, yaşanmış kıssalarımız ve örnek şahsiyetlerimiz var bunları sahaya yani dijital alanlarda kullanmamız gerekmektedir. Yani bizimde; kliplerimiz, filmlerimiz, dizilerimiz, bilgisayar uygulamalarımız, çizgi filim ve animasyonlarımız olmak zorundadır.” denilerek sunum tamamladı.
Haber: Ömer Faruk Çelik
Foto: Muzaffer Polat