“Dünyevileşme ve Müslümanlar” Semineri
Batman Özgür-Der de bu hafta “Dünyevileşme Kıskacında Müslümanlar” konulu seminer düzenlendi. Semineri Erdal EKER sundu.
Batman Özgür-Der de bu hafta “Dünyevileşme Kıskacında Müslümanlar” konulu seminer düzenlendi. Semineri Erdal EKER sundu. Yoğun katılımın olduğu seminer gündüz bayanlara akşam erkeklere sunuldu.
Dünyevileşme kıskacında Müslümanlar konusunu iki üst başlıktan ele alan Erdal EKER sunumunda kısaca şu konulara değindi.
1.Dünyevileşmenin Alt Yapısını Oluşturan Kültürel Kodlar Ve Sekülarizm Bağlantısı
Sekülarizm batıya ait bir doktrin (Dolayısıyla sekülerlik tam olarak bir yönetim teorisi veya dini otoritenin reddi değil bir doktrindir. Sekülerizm teorisi kendisini, nihai hakikatin bir kaynağı gibi kutsallaştırarak gösterir. )olup 13.yüzyılda kilise tarafından manastır dışındaki dini hayat için kullanılmıştır. Hıristiyanlık iki bedenli bir dünya algısına sahiptir.Kutsal ve kutsal dışı şeklinde ifadesini bulan bu mantalitede manastırdaki bekaret ve çilelerle dolu hayatı kutsal, kilise dışı dini hayatı kutsal dışı kabul etmiştir.Halka kilise dışında dini anlatan din adamlarına seküler din adamı denmiştir.
1800 lü yıllardan önce Katoliklikte bu şekilde yer bulan bu kavram daha sonra Rönesansla beraber sistematize edilmiş Luther tarafından Protestanlığın temel donesi olmuştur. Modernite dinamizmini sekülarizmin kilisesiz ve sivil dini algısından almıştır.
Kilise merkezli din anlayışı aşılınca da ahirete ve kişisel edinimlerin sonucunda cennet ve cehennem kazanma sorumluluğu olmayan Hıristiyanlık algıdan kurtularak merkezine dünyaya ait aklı ve pozitif alemi mutlaklaştıran aydınlanma felsefesi oturtuldu. Sekülarizm dini inkarı değil dinin formunu dejenere etmeyi hedeflemiştir.
Sekülarizmin felsefi arka planında ise nihilizm(hiççilik)vardır.(Hiçbir kutsal ve dokunulmazlık tanımayan şey nihilizmdir. Her anlam arayışını anlamsız kılar.)
Sekülarizmi ele alırken liberalizmi ıskalamamak ve onun bireyci ve değerleri tüketici boyutunu da vurgulamalıyız.(insan tüketen ve tükettikçe değer kazanan bir nesnedir. Yaşamın öznesi ise ihtiyaç ve tüketiciliktir.)
Bizim konuyu ele alma nedenimiz ümmetten kopuşla beraber o kültürün etkisi altına girmiş olmamızdır.
Zira ulus devletlerden önce toplumun ortak tutunum noktası dini değerler iken ulus devletlerden sonra yeni kutsallar icat edilerek ilerleme vizyonlu halklar yaratılmıştır.
2.İslam’ın Sunduğu Kişisel Ve Toplumsal Yapının Dünyevileşme İle Karşılaştırılması:
Batıdaki sekülarizm tecrübesine kısaca değindikten sonra bize sirayet eden boyutuyla dünyevileşme olarak adlandıracağımız konuyu şu alt başlıklarda değerlendireceğiz.
a- İslam Toplumunun İnşasında Ailenin Önemi
b- Müslüman Ve Eşya Arasındaki İlişkinin Mahiyeti
c- Nefis Tezkiyesi
a. İslam Toplumunun İnşasında Ailenin Önemi
Modern toplumsal yapı komformist ve bireycidir, değerlerin yaptırımcı ve sorumluluk yükleyici ağırlığından kaçar ve nihilist bir tutum sergiler, oysa Aziz İslam biz bilincini işleyerek bir ıslah ve imar çabasını mümkün kılar. Bu imkan ümmeti oluşturan cemaatsel ilişki ağını oluşturur. Cemaat merkezli toplumsal yapının temelini de en küçük cemaat birimi olan aile oluşturur. Adem ve havanın yaratılması ve yeryüzüne atılması da bir aile formu içerisinde gerçekleşmiştir. İslam aileye ve eve merkezi bir rol biçer.
Zira kuran,
‘’Ey Musa ve Harun evlerinizi İsrail oğulları için karşılıklı mescitler edinin’’
Buyruğuyla aile cemaat ve mescidin iç içeliğini vurgulamıştır.
Başka bir yerde
‘’ kendinizi ve ehlinizi ateşten koruyunuz ’’
Buyruğu da hayatın kaynağının aile olduğunu ve inşanın buradan başlayacağını vurgular. Kadın ve erkeği birbirini tamamlayan bir bütünün iki parçası olarak ifade eder.
İslam insana ait bir nefsi tanımlarken aynı zamanda toplumun da bir nefsinin olduğunu belirtir. Ayette “Bir toplum nefsinde olanı değişmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez” diye buyrulmaktadır.
b. Müslüman Ve Eşya Arasındaki İlişkinin Mahiyeti:
Dünyevileşmede beklide en önemli mesele eşyayla aramızda kurduğumuz ilişkinin mahiyetidir. Eşyaya bakış açımız ihtiyacımızı gideren ve emanet edilen bir meta olmanın dışına çıkmış egemen olma, sahip olma ve aidiyet hissinin ve iktidar güdüsünün kışkırtıcılığı ile maliklik pozisyonuna dönüşmüştür. Oysa Allah mala bakış açısında olumlu örnek olarak Allah’a hamdetmesini sağlayan Süleyman’ı ve olumsuz örnek olarak ta Karun’u verir. Bahçe sahipleri kıssası da bu anlamda malı kullanmaya iyi bir örnektir.
c. Nefis Tezkiyesi
İslam ilk dönem ayetleri ile beraber arınma ameliyesine yönelir. Dengeli ve tutarlı (vasat) ümmet iddiası olan bu din mala bakış açısını emanet kavramı ile düzenlemekle beraber malın zenginler arasında dönüp dolaşan bir güç aracı olmamasını istemiştir.
İslam toplumunda sosyal adaleti zedeleyecek düzeyde uçurumların olmamasını, vermenin bir ahlakının olduğunu Allah’ın buna ihtiyacı olmadığını takva ve kurtuluşun en güçlü vesilesinin infak olduğunu defalarca vurgulamış ve paranın sadece düzenleyici olduğunu toplumsal yaptırım kurallarının ise tamamen ahlaki ilkelerden neşet ettiğini de Resul’ün pak sünnetiyle beraber bize öğretmiştir.
Kurandaki iyilik algısı birr kavramı ile ifade edilir. Daha önce geniş ve büyük kara parçaları için kullanılan bu kavram(Ragıp) daha sonra genişlik ifadesinden dolayı bir bütün olarak iyiliği tasvir eden Bakara Süresi 177. ayettir. “Birr (iyilik) yüzlerinizi doğuya ya da batıya doğru çevirmeniz değildir. Lâkin birr, kişinin, Allah'a, ahiret gününe meleklere, kitaplara ve peygamberlere îmân eden ve sevdiği malını, Allah’ı hoşnut etmek için yakınlara, yetimlere, miskinlere, yolda kalan gariplere, isteyenlere ve boyunduruk altında kalıp hürriyetine kavuşmak isteyen köle ve esirlere veren, namazı hakkıyla ifa edip zekatı veren, sözleştiği zaman sözünde duran, hele hele sıkıntı ve hastalık hallerinde, savaşın sıkıntıları sırasında sabreden kimselerin davranışlarıdır. İşte onlardır iddialarında samimi olanlar ve işte onlardır her türlü fenalıktan korunan takva sahipleri.”
“Sevdiği mallardan infak etmedikçe “birr” mertebesine ulaşamazsınız. Bununla beraber her ne infak ederseniz Allah onu bilir.” (Ali İmran 92)
Belam örneği de nefis tezkiyesi açısından önemlidir. Verilen her şeyde arınma ve Allaha aitlik söz konusu olmalıdır.
“Onlara kendisine ayetlerimizi verdiğimiz kişinin haberini anlat. O, bundan sıyrılıp uzaklaşmış, şeytan onu peşine takmıştı. O da sonunda azgınlardan olmuştu. Eğer biz dileseydik, onu bununla yükseltirdik. Ama o yere meyletti (veya yere saplandı), hevasına uydu. Onun durumu, üstüne varsan dilini sarkıtıp soluyan, kendi başına bıraksan dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumu gibidir. İşte ayetlerimizi yalanlayan topluluğun durumu böyledir. Artık gerçek haberi onlara aktar. Ki düşünsünler.” (A’raf Süresi 175-176)
İnsan Allah merkezli bir varlık görüşünden hareketle kendisini ve çevresini değiştirme başarısı gösterirse vahyin hakiki amacına uygun olarak Allah’a teslim olur. Yok şayet insan kendini merkeze alan bir dünya görüşünden hareketle varlığa bakacak olursa nefsinin zebunu olur, kendisiyle ve çevresiyle çatışır ve tahrip eder. Kuran anlatımında bu dünyevileşme süreci “yeryüzüne çakılıp kalma” olarak tasvir etmekte, arka planında ise, ahiretten vazgeçip sadece dünya hayatına sarılma ufuksuzluğu ve kişilik kaybının varlığına işaret edilmektedir. Tevbe Süresi 38. ayette “Ey iman edenler! Size ne oldu ki 'Allah yolunda savaşa çıkın' denildiği zaman yere çakılıp kaldınız. Ahiretin yerine dünya hayatına mı razı oldunuz? Oysa dünya hayatının geçimliği ahirete göre çok azdır.” diye buyrulmaktadır.
Eker’in sunumu, izleyenlerin karşılıklı görüş belirtmeleriyle son buldu.
Haber: M. Şirin Oruç