Batman’da “AK Parti ve Gülen Hareketi” Semineri
Batman Özgür-Der'de AK Parti ve Gülen Hareketi arasındaki gerilim ve özelde bu hareketin genel siyaseti konu edildi.
Batman Özgür-Der şubesi haftalık seminerlerinde bu hafta Türkiye’de son günlerde gündemi oldukça meşgul eden yolsuzluk operasyonları ile AK Parti ve Gülen Hareketi arasındaki gerilim ve özelde bu hareketin genel siyaseti konu edildi. Konuşmacı, Serdar Bülent Yılmaz’dı.
Yılmaz, konuşmasına bakanların istifasına yol açan rüşvet ve yolsuzluk operasyonlarının hükümet kadrolarına bulaşan büyük bir kirliliğe ışık tuttuğunun görmezden gelinemeyeceğini, gerek merkezi hükümet düzeyinde, gerekse de yerel düzeyde AK Parti’ye yakın kadroların akçalı işlere fazlaca bulaştığını ve AK Parti’nin yaşanan son gelişmeleri, meydana getirdiği derin siyasi sarsıntıdan bağımsız olarak, bu tür kirliliklerden arınma, çürümüş kadroları ayıklama vesilesi olarak değerlendirmesinin kesinlikle çok önemli olduğunu ve bunu bir fırsata dönüştürmesi gerektiğini vurguladı ve Müslümanların haram ve haksızlıkların karşısında olması gerektiğini, bu konuda asla müsamahakâr olamayacaklarını ifade etti.
Yaşanan son gelişmeleri daha iyi anlamak için Gülen Hareketinin genel anlamda siyasetle ilişkilerini dünden bugüne iyi okumak gerektiğini söyleyerek, Hareketin genel siyasete yaklaşımını şöyle özetledi.
Gülen hareketi, genel olarak Nur Cemaatlerinden eğitim, perspektif ve mücadele yöntemleri itibariyle farklıdır. Şakirtlerin eğitiminde sadece risaleleri kullanmazlar. Yanı sıra Gülen’in ve farklı kişilerin kitaplarını da kullanırlar. Said Nursi’nin önüne geçmiş veya en azından onunla eş değer bir Gülen motifi oluşturulmuştur. Bu yönüyle geçmişte bir çok Nurcu grup tarafından Nurcu olmamakla suçlanmışlardır. Diğer bir farkı da perspektif ve mücadele yönteminde ortaya çıkar. Gülen hareketi devlet içine sızarak kurumlarda bürokratik yapıda etkili olmaya çalışmakta. Bu yönüyle yayılmacı bir anlayışı var. Devletin stratejik kurumlarına sızarak kendilerine daha fazla yol açacak alanlar oluşturmayı hedefliyor. Öte yandan perspektifi ülkeseli aşan ve küresele yönelen bir perspektif. Bu yönüyle diğer Nur cemaatleri gibi içe kapanmamıştır. Cemaat bu hedefler ve perspektifine uygun bir dil / söylem geliştirdi. Hoşgörü, diyalog söylemi küresel perspektife, yerel iktidar odaklarına yönelik itaat söylemi ve iltifatkarane yaklaşım da yerel yayılma perspektifinin bir ürünü. Takiyye bu noktada cemaat için en hayati kavram. Aynı zamanda bu perspektif, küresel ölçekte kabul edilebilir bir söylem benimsenmesine neden oldu. “Radikal” İslami hareketlerle arasına bilinçli bir mesafe koydu. Küresel güç odaklarını rahatsız edecek söylemlerden ve ilişkilerden uzak durdu.
Anılan hedefleri itibariyle, devletin asli sahipleri ve onlara yaslanan siyasi iktidarlarla ilişkilerinde iyi geçinme politikası uygulamıştır. Kenan Evren gibi darbecileri, 28 Şubatçıları bile övmüş, 90’lı yıllarına karanlık döneminin liderlerini, 28 Şubatçı hükümet başkanlarını saygı, sevgi ve hürmetle anmıştır, anmaktadır. Ecevit gibi bir 28 Şubatçı İslam düşmanını rahmetle anan bir söyleme sahip.
Buna karşın, eskiden beri İslamcı siyaset izleyen kesimlerle arasına mesafe koymayı tercih etti. Mesela Refah Partisi’ne yaklaşımı böyledir. Erbakan’ın İslamcı siyasetini hiçbir zaman hoş karşılamadı. 28 Şubat sürecinde açıkça Erbakan’a karşı darbecilerle birlikte tavır aldı. MGK kararlarıyla ilgili ulu’l-emr ve içtihat söylemi hatırlardadır. Benzer durum Ak Parti iktidarı için de geçerli. İlk yıllarda kendilerine de yönelen Ergenekonculara karşı hükümetle ittifak içine girdi. Ancak sonradan hükümetin belli politikalarına karşı tavır geliştirdi hatta karşı eylemlilik içine girdi, bürokrasideki gücünü kullanıp operasyonlar yaptı. AK Parti ile birlikte hareket etmesi Ergenekon’un tasfiyesine kadar devam etti.
Yılmaz, konuşmasında, Gülen Hareketinin Refah-Yol hükümetiyle AK Partinin politikalarında karşı çıktığı konuları şöyle sıraladı:
Erbakan hükümetinin izlediği, yüzünü doğuya dönme ve dindarlarla yakınlaşma politikalarına sıcak bakmadı. Refah Yol hükümetinin darbeyle uzaklaştırılmasına destek verdiğini söylemiştik. Bu hükümetin hangi konularda sistemi rahatsız ettiğini hatırlamak gerekir. a- D-8, b- Havuz sistemi, c) Bu hükümetle birlikte gelişmeye başlayan daha çok muhafazakarlardan oluşan “Anadolu sermayesi”, d) Bu partinin evveliyatından beri İsrail karşıtı bir söyleme sahip olması.
Gülen Hareketi, AK Parti politikalarından ise şunlara karşı çıkıyor:
Kürt sorununun çözümünde hükümetin benimsediği müzakereci yöntemiyle çözme yaklaşımı ve KCK operasyonlarına bakış açıları,
1-Mavi Marmara ve sonrasında İsrail ile ilişkilerin geriletilmesi
2-İran’a küresel kuşatma karşısında müzakereci bir dil benimsemesi ve ABD’ye rağmen İran’a yapılan boykota karşı çıkması. Ayrıca bir çok politikasında ABD politikalarından bağımsız davranması
3-Kürt Sorununun müzakere yöntemiyle çözülmesi
4-KCK operasyonlarının yaygınlaştırılmaması, tutuklu siyasetçi, STK mensupları ve belediye başkanlarının tutuksuz yargılanması
5-Hükümetin Ortadoğu intifadalarına tam destek vermesi
6-Ergenekon ve Balyoz davalarında Hükümetin daha kontrollü bir seyri benimsemesine karşın, Hareketin yelpazeyi genişletmeye çalışması
7-Hükümetin eğitim politikaları
8-Hakan Fidan’ın MİT Müsteşarı seçilmesi
9-Hükümetin istihbaratları MİT’te oluşturduğu havuzda toplamak istemesi
Yılmaz sözlerine şöyle devam etti:
Bir cemaatin bu sayılan hususlarla ne alıp veremediği olabilir? Sıraladığımız tüm bu hususlar küresel sermaye ve güç odaklarının da hükümete muhalefet ettiği konular. Cemaatin, vesayet rejiminin çökertilmesiyle boşalan bürokratik boşlukları kendisine yakın kadrolarla doldurmak istemesi bile bu meseleyi açıklamaz. O husus başka bir sorun. Hükümetle bürokratik kadrolaşma konusunda anlaşmazlık içinde olabilir. Ancak kendisini bir cemaat olarak tanıtan bir yapının, hele de bugüne kadar her hükümetle iyi geçinip “Gelen ağam, giden paşam” düsturunu benimseyen bir yapının bu tarzını bu hükümetler söz konusu olunca bozması cemaatin hangi âli menfaatleriyle izah edilebilir? Hem de son kertede, 30 yıllık zorlu bir mücadeleyle kadrolaştığı yerlerden tasfiye edilme, yalnızlaşma, itibarsızlaşma ve bugüne kadar kendisine sonuna kadar açılan kapıların kapanması pahasına hükümetle geri dönüşü olmayan bir kavgaya tutuşması neyle açıklanabilir? Küresel güç odaklarının istemediği iki parti ve bu odakların karşı olduğu politikalar konusunda yaşadığı bu aynılaşma cemaatin sırtını gerçek güç sahiplerine, perde arkasındaki küresel güç odaklarına yasladığını mı gösteriyor? Bu kadar gözü kara davranması sırtını dayadığı kesimlerle mi ilgili?
Bu mevzuları anlayabilmek için belki bir soru daha sormak gerekir: Bu çetin kavga gerçekte Gülen Hareketi ile AK Parti arasında mı yaşanıyor?
Ben meseleye şöyle bakıyorum: 7 Şubat’ın da, 17 Aralık’ın da arkasında Gülen hareketi yok. Bu hareket bilakis bu kavganın önünde. Perdenin önünde gözümüze sokulan bir Gülen var. Gözümüze sokulan bir şeyler varsa bundan şüphelenmek ve perdenin arkasına bakmak icap eder. Perdenin arkasında bana göre küresel güç odakları var. Gezinin arkasında kimler varsa, 28 Şubat’ın arkasında kimler varsa, D-8’e kimler karşı çıkıyorsa, Erbakan’ı kimler darbeyle indirdiyse, hükümetin İsrail politikasından kimler rahatsızca bu işin arkasında onlar var.
Bu işte Gülen Hareketinin rolü ile ilgili iki ihtimal söz konusu: Birincisi, Gülen hareketi bu güç odakları adına hareket eden, çıkarları bu odakların çıkarlarıyla örtüşen, küresel sistemin İslam dünyasındaki operasyonları için kullandığı bir figür olabilir.
İkincisi ise; İslami kaygıyla hareket ettiğini iddia eden, sayısız mensubunun samimi, hasbi kaygılarla koşturduğu, faaliyet yürüttüğü bir yapının yanlış içtihatlar, takiyye gibi yanlış yöntemler ve yanlış İslami anlayışları nedeniyle, sırf kendi menfaatiyle uyuşuyor diye ümmetin çıkarlarıyla çelişen konularda ümmeti değil kendisini merkeze alan yanlış usulü bu camiayı yanlış işlerin içine sokuyor. Yerel ve küresel hedefleri ve perspektifi için kurduğu sağlıksız ilişkiler ağı onu bu rolü oynamak durumunda bırakıyor olabilir.
Açıkçası fertlerinin büyük bir kısmının samimiyetinden şüphe etmediğim böyle bir yapının küresel güç odakları adına hareket eden bir ihanet odağı olduğunu düşünmek istemem asla. Ben bu yapının, yanlış içtihatların esiri olduğunu düşünmek istiyorum.
Yılmaz, son gelişmeler karşısında ortalama bir Müslümanın ve ortalama bir Kürt’ün algısının; “Bu operasyonlar sonucunda Erdoğan giderse Cumhuriyet tarihinin hemen hemen tümünde olduğu gibi Müslümanlar yine ötekileştirilecek ve özgürlükler alanında tekrar eski sıkıntılı konuma gelinecek” ve “Erdoğan giderse Çözüm süreci muhatapsız kalacak ve Kürt sorununda tekrar eskiye dönülecek” şeklinde olduğunu söyledi. Sözlerine şöyle devam etti:
Ayrıca şunu da görmek gerekiyor, bu yapı sadece iktidarın bazı politikalarına karşı çıkmış olsa bunu görür geçeriz, ama Müslümanların destek verdiği ve İslam dünyasının lehine olan konularda küresel güç odaklarının işine gelecek şekilde iktidara ve iktidarın bir takım politikalarına operasyon yapıyor. Bu da Gülen Hareketine Müslümanların muhalefetini getiriyor. Gülen Hareketi, fark etmeli ki bu nedenle, Ergenekon davaları nedeniyle kazandığı sempatiyi yitiriyor. Böylece bu yapı, temel faaliyet alanları olan dershane, yurt, özel okullar, burs gibi hususlarda halktan aldığı finans desteğini, gazete-dergi aboneliklerini ve daha birçok alanda gördüğü desteği kaybedeceğini ve yalnızlaşacağını görmeli.
Yılmaz, seminerin son kısmında bu operasyonların sandığa yansıyıp yansımayacağı ve Çözüm sürecini nasıl etkileyeceği sorularıyla ilgili olarak; yaklaşan seçimlerde bu operasyonlar sonunda AK Partinin oylarının pek etkilenmeyeceği, Gülen Hareketinden gidecek oylardan daha fazlasının tepki oyları şeklinde AKP’ye geleceğini kanaatinde olduğunu söyledi. Çözüm süreci konusunda da önemli bir olumsuzluk olmayacağı kanaatinde olduğunu, bu süreçte artık geri dönülmez bir noktaya gelindiğinden sürecin çok zarar görmeyeceğini söyledi.