“Aliya İzzet Begoviç’in Hayatı ve Mücadelesi”

“Aliya İzzet Begoviç’in Hayatı ve Mücadelesi”

Batman Özgür Der Şubesinin bu haftaki seminer konusu Öncü Şahsiyetlerden “Aliya İzzet Begoviç’in Hayatı ve Mücadelesi” idi. Semineri Remzi İNSEL sundu.

Semineri sunan Remzi İnsel’in sunum notları şöyleydi:

Hayatı

Boşnak Müslüman lider Aliya İzzet Begoviç 8 Ağustos 1925'te Bosna'da doğdu. Avukat olan Begoviç'in siyasete ilgisi büyüktü. Savaş sonrası yıllarda Müslümanlar kendi kimliklerini açıkça duyurmak amacıyla Miladi Muslimani (Genç Müslümanlar) adlı bir grup oluşturduklarında bu grubun önemli üyelerinden birisi de oydu. 1941'de oluşturulan bu grubun amaçları İslâmi düşüncenin ve kültürün, aslını kaybetmemiş ve dinamik formuyla ihyası, Müslümanların, tarihleri ve dini geleneklerine uygun olarak yeniden eğitilmesi ve Müslüman mültecilerin, yetimlerin ve savaş mağdurlarının ilgilenileceği sosyal ve hayır kurumlarının gelişimiydi. Terörist bir teşkilat olmakla suçlanan bu grup yasaklandı ve üyeleri keyfi bir biçimde hapse atıldı. Hapse konanlar içinde İslâm Birliği (Pan-lslamic) faaliyetlerinden dolayı üç yıl cezaya çarptırılan 21 yaşındaki Aliya İzzet Begoviç de vardı. 1949'da da dört Miladi Muslimani liderine ölüm cezası verildi.

Aliya izzet Begoviç, İslâm birliğine yönelik çalışmaları nedeniyle 1946-1948'de olduğu gibi 1983-1988 yılları arasında da Yugoslavya'da ki totaliter rejim tarafından hapis cezasına çarptırıldı. Yugoslav medyası onu ve diğer Müslüman liderleri Osmanlı işgalcilerinin hayaletleri ya da İmam Humeyni'nin Balkan versiyonları olarak tasvir ettiler.

Miladi Muslimani (Genç Müslümanlar) Teşkilat nasıl çalışıyordu?

Teşkilatta yapılan görev dağılımında Liseliler ve Üniversiteliler diye iki ayrı grupa ayrıldı. Aralık 1940'da yaptığımız bir toplantıda ilk defa biraraya geldi. Ocak ve Şubat aylarındaki toplantılarda Boşnak halkının içinde bulunduğu sıkıntılar ve çıkış yolları tartışıldı. İslam'ı daha iyi anlamak için İslam dini dersleri başlamıştkı. Avrupalıların İslam'a bakışı ve Haçlı Seferleri'nin sebepleri ve Müslümanlara karşı başlatılan yok etme kampanyalarının sebepleri, en çok tartışılan konularıydı. O tarihte İslam ve Müslümanlar aleyhinde büyük bir karalama kampanyası başlatılmıştı. Müslümanım demek suç olmuştu. Aleyhimizdeki bu yoğun kampanyaya karşı kendi başlarına İslam'ı öğrenmek ve İslam'ın hoşgörüsünü tanıtabilmek için yazılar yazmaya çalışıyordular.

"Gizlice İslami eğitim alıyordu"

Aliya İzzetbegoviç, Bosna-Hersek Müslümanları için çok önemli olan ve İkinci Dünya savaşı yıllarında kurulan Genç Müslümanlar Teşkilatı'nın Komünist Sırp yönetiminin baskıları ve Sırp gizli servisinin takiplerine rağmen Boşnak gençler arasında yayılıp örgütlendiğine ilişkin ilginç anekdotlar anlatıyor. İzzetbegoviç, 16 yaşında girdiği Genç Müslümanlar Teşkilatı'ndaki fikri çalışmaları şu sözlerle anlatıyor:

"O sıralarda, Ali Mutevelliç tarafından kaleme alınan ve büyük bir hayranlık duyduğum 'İslam Işığında' adlı eseri okudum. Bu, çok kıymetli bir eserdi ve benim üzerimde büyük etkisi olmuştu. Ayrıca Osman Nuri Haciç'in yazdığı 'Hz. Muhammed ve Kur'an da bana yön veren eserlerdendir. Yaklaşık 300 sahife olan bu kıymetli eser, idealist bir uslûbla yazılmıştır. Bu ve benzeri kıymetli eserler o zamanlar Mostar şehrindeki faaliyet gösteren 'Kalaycı' Kütüphanesi tarafından bastırılmıştı. Bu çok büyük bir hizmet olmuştu ve teşkilatımız üyeleri bu eserlerden büyük ölçüde istifade etmişlerdi. Bu eserler teşkilatımızda okunuyor ve tartışılıyordu. Böylece ilk aylardan başlayarak İslam'ı gerçek kaynaklarından öğrenmeye başlamıştık. Üyelerimizin sayısı büyük bir hızla artıyordu. Müslüman gençlik içinde teşkilatımız büyük bir kabul bulmuş oldu."

Müslümanlar olarak ayakta kalabilmeyi neye borçlu?

Biz o zamanki şanlı mücadelemizin bu günlere gelişimizde büyük rolü olduğu inancındayım. Biz mensubu olduğumuz mukaddes dinimiz İslamla varlığımızı sürdürebileceğimize inanmıştık ve öyle de oldu. Bu şuna benzer: Bir çiçek düşünün, eğer onun köklerini keserseniz; o,topraktaki gıdayı ve suyu alamaz. Bir süre yaşar ve sonunda kurur ve en ufak rüzgar, onun alır kötürür. Kısacası Müslüman Boşnak halkının geleceği İslam'dadır. Bu benim değişmez, sâbit fikrimdir

Aliya İzzet Begoviç 'İslam Bildirisi' nasıl kaleme alındı?

1970'de müslümanların mevcut durumunu göz önüne alarak 'İslam Bildirisi'ni kaleme aldım. Bu bildiri aslında bir çağrıydı, sadece Bosna ve Yugoslavya müslümanlarına değil, tüm dünya müslümanlarına hitap ediyordu. Çağrımda müslümanlara yeniden uyanış ve dirilişin öncüleri olma ve İslam'da şuûrlanmayı işlemeye çalıştım. Baskılar ve yasaklara karşı siyasî bir şuûrlanmanın başlatılması ve haksızlıklara karşı haklı bir siyasi başkaldırının başlaması gerektiği düşüncesinden hareket etmiştim. Bildiri Yugoslavya'da olduğu gibi İslam dünyasında da büyük yankı uyandırdı ve çokca tartışıldı. Büyük bir kısmını ceza evinde yazdığım "Doğu ve Batı arasında İslam" kitabım da öyle oldu. Kitabın çeşitli dillere tercüme edilerek tartışılmaya başlanması Komünist yönetimi endişelendirdi. Ağustos 1983'te Genç Müslümanlar Teşkilatı üyesi arkadaşımla yeniden tutuklandım, 14 yıla mahkum oldum.

Hapisten çıktıktan sonra, siyasi çalışmalarını SDA (Demokratik Eylem Partisi) çatısı altında sürdürdü. 1990'da partinin başkanlığına getirilen Begoviç, aynı yıl Bosna'nın başkanlığına seçildi. Demokratik Eylem Partisi (SDA) Aliya İzzet Begoviç ve arkadaşlarının siyasi arenada Müslüman kimliğini vurgulamak amacıyla kurduğu bir partidir. Bu teşkilat da şeriat amaçladığına dair bir emare göstermemiştir. SDA, Bosna'daki Müslümanları, Sırpları ve Hırvatları ortak menfaatler için bir araya gelmeye teşvik etmiştir.3 Bu nedenledir ki, SDA, 240 sandalyeli Bosna Meclisi'nin 87'sini yani oyların %37,8'ini almayı başarmıştır.4 Bu parti ılımlı bir çizgi takip etmiştir. Aliya İzzet Begoviç İslâmi Deklarasyon adlı kitabıyla her ne kadar fundamentalistlikle suçlansa da bu kitabında ne Bosna'da bir İslâm devleti kurmak istediğini belirtmiş ne de böyle bir şeyi lideri oldu SDA'nın programına koymuştur.5

Begoviç, 1940'lardan bu yana Avrupa'nın gördüğü en büyük barbarlık eylemi olan Müslümanlara yönelik bu zulümler karşısında halkından ayrılmadı ve onları kum çuvallarının ardındaki ofisinde örgütledi. İhtilaflı olduğu Sırp ve Hırvat siyasetçilerle 1995'te Dayton Barış Anlaşması'nı imzaladı. Eylül 1996'da da Bosna'nın üçlü başkanlık yönetiminin liderliğine oturdu. 2000 yılında da başkanlığı bıraktı.

Begoviç, uzun süredir kalbinden rahatsızdı ve Slovenya'da, Suudi Arabistan'da tedavi görüyordu. İki defa kalp krizi geçirdi ve en son geçirdiği krizde yere düşerek kaburga kemiklerini kırdı. 19 Ekim 2003'te iç kanama sonucu hastanede hayatını kaybetti.

Bosna tarihi boyunca kişisel yolculuğunun sonunda Begoviç, "Tekrar hayata dönmem teklif edilseydi, reddederdim. Tekrar dünyaya gelmek zorunda olsaydım, kendi hayatımı tercih ederdim." diyordu. Aliya, baba, filozof, eylemci, siyasetçi, devlet adamı ve çoğuna göre de tarihin göz kamaştırıcılığından uzak bir hayat yaşamaya çalışan hırstan uzak bir kahramandı. O, Tito yönetimine isyan eden liderlerden birisiydi. O, "Amacımız, Müslümanların İslâmlaşmasıdır. Yöntemimiz inanmak ve mücadele etmektir." diyordu.

Eserlerine Kısa Bir Bakış

Aliya, politikacı olduğu kadar saygın bir bilgin ve yazardı. İslâmî Deklarasyon, İslâm Rönesansının Sorunları ve Özgürlüğe Kaçışım  ve Doğu ve Batı Arasında İslâm bazı eserleridir. Ancak en iyi eseri yukarıda zikrettiğimiz eserlerin sonuncusudur. Yazar Doğu ve Batı Arasında İslâm adlı eserinde sanat, ahlâk, kültür ve hukuk konusunda, seküler ve İslâmi medeniyetlerin ayrıldığı ve birleştiği noktaları gösterir. Bu eseri 1984'te henüz kendisi komünist Yugoslavya iktidarı döneminde hapisteyken yayınlanmıştır. Bu kitap Fransa'da yasaklanmış olmasına rağmen 1990'lerde Avrupa'da en çok satan eserler arasına girmiştir.

Begoviç'in en çok tartışma konusu olan eseri ise İslâmi Deklarasyon adlı çalışmasıdır. Bu eser Müslüman toplumların İslâmlaşması gerektiğini ve Müslümanların manevi muhtaçlık içinde ve maddi ve siyasi olarak bağımlı olduğunu vurguluyordu.

Bu kitabın I. bölümünde Begoviç:  Müslümanları yakın bir gelecekte yok olmaktan kurtarmak için İslâmi yenilenmeye ve Kur'an-ı Kerim'i daha sıkı bir okumaya tabi tutmaya ve onu tatbik etmeye çağırıyordu.

Genel olarak diyoruz ki beş büyük dini görev vardır.    Şahadet, namaz, oruç, zekat ve Haç.Bugün kü bicimde şartları tanımlayan kimdir bilmiyorum, fakat bu şartların öğrenilmesi ve ezberlenmesi Kur an ı anlayarak öğrenmenin yerini aldı.

Bence islamın özü İman etmek ve iyi amel işlemektir.

Namaz kılınabilir zekat verilebilir oruçta tutulabilir.Fakat yinede ameller boş olabilir. Bir insan Kur an ın iyilik yapma emrini insana dönüşmeden ve öylede kalmadan olmaz.Çünkü Namaz hedef değil…kötülükten uzaklaşmak için bir araçtır…Eğer senin ruhun Allaha olan imanla ve davranışların iyilik etmekle doluysa onlar İslam a aittir.Yok eğer bunlar yoksa bu ibadetler diğer bütün boş inançlar gibi anlamsızdır.

Bu durum bütün yorumlara rağmen İslam kaynağı Kur  an a neden dönmemiz gerektiğini açıklamaktadır.

Allah Resulü Muhammed (A.S)

Özellikle Kur an ı kerimde ifade etiği gibi bizim için en güzel örnek Peygamber a.s olduğu için onun hayatını bilmek gerekir. Onu hayatta çeşitli durumlarda görüyoruz:Hz Hatice nin mutlu ve heyecanlı eşi, Hira tepesinde düşüncelere dalmış bir derviş, Uhud savaşında cesur bir savaşcı  ,Hubeydiyede mahir bir diplomat,ölü dostunun mezarında ağlıyan normal bir insan ,ve her şeyden önemlisi misyonunun Dünya için önemine sarsılmaz bir biçimde inan ve Dünyanın dör bir tarafına mesaj gönderen lider olarak görüyoruz.

Muhammed a.s güzeldi  fakat manken değildi, iyiydi fakat enayi değildi, Cesurdu fakat acımazsız değildi,Akılıydı fakat filozof değildi, basiretliydi fakat hayalperest değildi.Bilgeydi fakat ukala değildi.Bütün bunlar onun şahsında bulunan üstün insanlıkla Muhammed as çevresini fetheden özellikleriydi.

Kavramlar ve eşya içinde hakikati ve özü seviyordu, ölene dek de  öyle kaldı.Yaşlandığında ve zaferi elde ettiği halkının lideri ile bütün Arabistanın tartışmasız lideri olduğunda da onun evi en mütevazi evlerden,onun yemeği ise çoğu zaman arpa ekmeği ve bir avuç hurmadır.Kendi mütevazi örtüsünün yırtık ve ayakkabısının söküğünü kendi elleriyle diken,aynı zamanda devlet işlerini yürütürdü.Bütün bunları bildikten sonra bu insanı sevmemek mümkün mü :

Müslümam Mı Yoksa Tebaa Mı Yetiştiriyoruz

Müslüman olan yakın bir arkadaşım Müslüman gencliğin eğitimi hususunda bir makalesini inceledim.Dinin ruhuna uygun bir eğitimde ısrar ederken çocuklar nezdinde nezaket, iyi davranma,tevazu ,kendini ön plana cıkarmama,merhamet,bağışlama,kadere boyun eğme,sabır vs…çalışmaları devam ediyor.O çocukların sokaktan,kovboy ve polisiye filimlerden,faydasız basından,saldırganlık ve yarışmacılık ruhunu tahrik eden sporlardan vs… uzak tutulmaları konusunda eğiticileri özellikle ikaz ediyordu.Özellikle itaat kavramı çok işlenmekte evde ana,babaya,okulda öğretmene,sokakta polise,işte müdüre karşı itaatkar olmalıydı…..

İdealini tasvir etmek maksadıyla her türlü,sokakta dövüşmeyen,polisiye filmi izlemeyen,futbol oynamayan,uzun sacı olmayan,kızlarla konuşmayan bir çocuğu tasvir ediyordu.Çocuk her yerde ve her zaman teşekkür eder ve özür diler.

Yazar söylemiyor ama edebiliriz…Hakkını yiyorlar o susuyor,şamar vuruyorlar o susuyor,karşılık vermiyor sadece bunun iyi bir şey olmadığını ortaya koymaya çalışıyor….

İslam toplumunun asırlardır gerilemesinin en temel sebeplerinden biride hatalı eğitim olduğunu düşünüyorum..

İslam gençliği yanlış eğitilmektedir.Düşmanımız sert ve pervarsız, Müslüman ülkeleri teker teker işgal ederken biz gençliğimize nazik olmasını kaderine boyun eğmesini her türlü iktidarın Allahtan olduğuna göre her türlü iktidara itaat içinde olmasını öğretiyorüz…

Müslüman değil tebaa ……Mükemmel sakin tam tebaa,fitne,esaret ve adaletsizlik dolusu olan bir dünyada,gençliğe sakınmasını,sakin olmasını itaat etmesini öğütmek aynı zamanda kendi halkının ezilmesini ve esir düşmesine ortak olmaktır.

Bügün atalarımızın yaptığı camileri saymaktansa mahallemizdeki caminin catısını tamir etmek daha önemlidir…

En az elli yerinde mücadele ve direniş prensiplerinin zikredildiği  Kur an adına öğütlenmesi ayrı bir paradokstur.Rahatlıkla söylenebilirki Kur an teslimiyetciliği yasaklamıştır.Çok sayıda sahte büyüklük ve otorite yerine Kur an sadece,tek ve biricik teslimiyeti tesis etmişitir:Allah a olan teslimiyet.Ancak  Allah a olan teslimiyet bu teslimiyette Kur an insan için özgürlük inşa ederek,onun bütün korkularından ve diğer bütün teslimiyetlerden kurtarır..

İslam ın ilerlemesi sakin ve teslimiyetçi kimseler değil,cesur itiraz (isyankar) ruhlu kimseler gercekleştirir..

O, Batı'yı günah keçisi yapmak yerine en sert eleştirilerini tutucu veya modernist olan Müslüman liderlere yöneltiyordu. Çünkü onlar İslâm'ı dünyayı yönetme tarzı yerine salt bir din olarak görüyorlardı.

Ona göre tutucu şeyhler çağdaş dünyayı anlamaktan uzaktı.

 Çoğunlukla hükümette bulunan modernistler de Batı'da eğitim almış ve döndüğünde İslâm konusunda bir alçaklık kompleksi sorunu yaşayan kimselerdi. Bunlar Avrupa ve Amerikan değerlerini kendi toplumlarını kurtarmak ve reformize etmek için çabalamaktadır.   

Türkiye  ve Japonya örnegi

Tabii Begoviç her ne kadar modernist Müslüman liderleri Batı'nın büyüsüne kapılmakla suçlasa da o Batılı değerlere toptan karşı değildir. Modernistlerin sandığı gibi Batı'nın gücü, yaşam biçiminde değil, nasıl çalıştığında; kuvveti modada, ateistlikte, gece kulüplerinde, kontrolden çıkmış genç nesilde değil insanlarının olağanüstü sabır, bilgi ve sorumluluk duygusundadır.

Begoviç'in Batı'yı övmesi, yoksulluk ve az gelişmişlik gibi Müslümanların karmaşık sosyal problemlerine aceleci çözümler bulmaya çalışan modernistlerin göreceli tembelliğini ve dar görüşlülüğünü göstermek içindir. Daha iyi bir topluma ulaşmak Müslümanların büyük kararlılığını ve Kur'an'ın disiplinli okunmasını ve uygulanmasını gerektirir.

Kitabın II. bölümünde yer alan "İslâmi Düzen", Begoviç'i çoğunlukla dünya politik arenasında zor durumda bırakmak amacıyla şiddeti destekleyen kısım olarak lanse edilir.

Begoviç'e göre İslâmi yönetimin en kısa tanımı onun bir inanç ve yasa bütünlüğü, terbiye ve güç, idealler ve maslahatlar, maneviyata sahip bir toplum ve devlet, özgür irade ve kuvvet oluşu şeklindedir. Bu bileşenlerin sentezi olarak İslâmi düzen şu iki temel üzerine kuruludur:

İslâm toplumu ve İslâm otoritesi. İslâm toplumu İslâmi iktidar olmadan eksik ve zayıftır. İslâmi otorite İslâm toplumu olmadan ya ütopya ya da şiddetin kendisidir.

Bu sözler bağlamından koparıldığı zaman Yugoslavya'daki Müslüman olmayan insanları korkutmakta kullanılabilir ancak Begoviç'in bu sözleri modernist ve tutucu İslâm" liderliğin kurumlaştığı siyasi ve sosyal sistemlere sahip İslâm ülkeleri ile ilgilidir. O Batı ülkeleri hakkında konuşmamaktadır. İslâmi yönetim sadece Müslüman nüfusun çoğunlukta olduğu yerlerde icra edilebilir. Aksi takdirde yönetim şiddete dönüşür.

III. bölüm "İslâmi Düzenin Günümüzdeki Problemleri" ise İslâmi yenilenmenin reçetesi niteliğindedir.

Begoviç'e göre güce dayalı olarak kısa yoldan İslâmi düzene geçiş bir sapmadır. Doğru olan, eğitim ile ve ahlaki ilkelerin tebliği edilmesiyle yapılacak bir geçiştir.15 Cihadın zor olanı insanın kendisini kontrol edebilmesine yönelik olanıdır. Dikkatli bir okuma Begoviç'in Müslümanların azınlıkta olduğu (eski Yugoslavya gibi) ülkelerde siyasal değil kültürel bir devrimi desteklediğini gösterir.

Begoviç, bu eserinde İslam'ın bireyin kişisel hayatının tüm alanlarında, ailede ve toplumda pratiğe dökülmesi gerektiğini vurgular. İslami düşünce yenilenmeli ve Fas'tan Endonezya'ya kadar yek vücut bir İslam toplumu oluşturulmalıdır.

Begoviç, İslâmi Deklarasyon kitabında Atatürk'ün reformlarına da büyük eleştiriler getirmiştir. Ona göre İslâm, tüm Müslümanların birleşip manevi, kültürel ve siyasi tek bir toplum oluşturmaları eğilimindedir. İslâm bir ulus değil, uluslar üstü bir dindir. İslâm'ı kabul eden bir ulus ya da birey başka bir ideal için artık hayatını feda edemez. Bir Müslümanın, adı ne olursa olsun bir yönetici için ya da herhangi bir ulusun, partinin şerefi için kendisini feda edemez. Bir Müslüman sadece Allah'ın adıyla ve İslâm'ın onuru için ölebilirdi.

Müslüman milletler İslâm'a karşı olan hiçbir şeyi kabul edemezler, İslâm'a karşı gelenler direnişle karşılaşacaklardır. Tek çıkış yolu İslâm'a uygun düşünen ve hisseden yeni bir zihniyetin oluşturulmasıdır. Bu zihniyet İslâmi düzenin bayrağını yükseltecektir ve Müslüman kitleler de bunu pratiğe geçireceklerdir. Müslüman, genelde birey olarak var olamaz. Müslüman olarak yaşamayı arzuluyorsa, bir çevre, toplum ve düzen oluşturma gayreti içinde olmalıdır. Dünyayı ve kendisini değiştirmelidir. Ulusun yetişmesi ve özellikle yazılı basın, tv ve film sektörü İslâm' ahlâka ve bilgi birikimine sahip insanlar sahip olmalıdır. İslâmi uyanış siyasi devrim olmaksızın hayatiyetini başarılı bir şekilde sürdüremez.23 İslâmi düzen için mücadele cinayet hariç her yöntemi benimseyebilir. Hiç kimsenin kontrolsüz ve aşırı güç kullanımıyla İslâm'ın güzel adını ve bu mücadeleyi lekelemeye hakkı yoktur. İslâmi hareket ahlâki ve sayısal olarak yeterli güce kavuştuğunda mevcut gayr-i İslâmi yönetimi yeni inşa edilecek bir İslâmi otoriteyle değiştirmelidir.

Günümüzde İslâm" düzen için mücadele ve İslâm toplumunun yeniden inşası sadık ve homojen bir organizasyonda teşkilatlanmış deneyimli bireylerle başarılı bir şekilde tesis edilebilir. Bu organizasyon siyasi bir parti değildir.

O, net bir ahlaki ve ideolojik kritere sahip İslâmi ideoloji üzerine kuruludur.

 İkinci olarak, İslâmi düzen için mücadele İslâm'ın temel unsurlarını icra çabasıdır. Bu, pratikte bir Müslümanın insanların dini ve ahlâki gelişimini garanti altına alması ve sosyal adalet için temel unsurları tedarik etmesi anlamına gelir.

Üçüncü olarak İslâm cumhuriyetinin işlevi, temelde salt insanların ve Müslümanların kardeşliğini deklare etmek değil, bu yüksek ahlâki ilkeleri pratiğe geçirmektir. Uyanan İslâm daha adil bir düzen için her toplumda bayrağı eline almalıdır. İslâmi mücadele aynı zamanda cahilliğe, haksızlığa, yoksulluğa karşı bir mücadeledir.

İslâmi yönetimin tabii fonksiyonu tüm Müslümanları dünya ölçeğinde bir araya getirmektir. Günümüz şartlarında bu Fas'tan Endonezya'ya tropikal Afrika'dan Orta Asya'ya bir İslâm federasyonu kurmak anlamına gelir.

Begoviç, kitabında Kudüs meselesiyle de ilgilenir. Ona göre Siyonistlerin Filistin'deki politikası dünyadaki tüm Müslümanlara yönelik bir provakasyondur. Kudüs ne salt Filistinlilerin ne de Arapların problemidir. O, tüm Müslüman ulusların meselesidir. Yahudiler Kudüs'ü almak istiyorlarsa İslâm'ı ve Müslümanları yenilgiye uğratmak zorundadır. Hamdolsun bu onların takatinin üstündedir. Siyonist Yahudiler istikbar yolunu seçerlerse İslâm hareketi ve tüm Müslümanlar için tek çözüm vardır: Günden güne, yıldan yıla verilen kurban ve harcanan zamanın miktarı ne olursa olsun savaşa devam etmek, mücadeleyi güçlendirmek ve yaymaktır. Bu mücadele işgal edilen toprakların her karışının alınmasına kadar sürebilir: "Bu temel konuda Filistinli kardeşlerimiz için, her müzakere ve her uzlaşma dünyamızın ahlâkı" sisteminin özünü yok edebilecek bir hiyanet olacaktır."

İzzet Begoviç'in bu eseri, Sırp ve Hırvat ulusçular tarafından stratejik olarak düşmanı tanımlamak için kullanıldı. Aynı zamanda 1983'teki yargılama esnasında ve sonrasında Sırbistan ve Hırvatistan'da ayrıca 1980'li yılların sonlarında ve savaş boyunca yurt dışında yaşayan göçmen Sırp ve Hırvatlar'a İslâmi tehdidin delili olarak dağıtıldı.

Günümüzde Bosna

Mayıs 1991'de Yugoslavya dağılmaya başladı. Hırvatistan ve Slovenya, Sırp ağırlıklı Belgrad merkezi yönetiminden bağımsızlığını ilan etti. İzzet Begoviç, Bosna'nın bağımsızlığı konusunda bir referandum düzenledi. Sırplar referandumu boykot etti. 3 Mart 1992'de Begoviç, Bosna Hersek'i bağımsız bir cumhuriyet olarak deklare etti.

Bağımsızlık ilanının ardından Bosna'daki Sırp azınlık isyan etti ve ülkede bir silahlı mücadele patlak verdi. Askeri donanımı yüksek olan Sırplar Bosna'yı Müslümanlardan arındırmaya yöneldiler. Müslümanları topraklarından sürgün ettiler, toplu tecavüzlerde bulundular. Temerküz kamplarında topladılar ve soykırım yaptılar.

Begoviç ve diğer Bosnalı entelektüeller İslâmî Uyanış tabirini komünist sınırlamalardan ve Sırp, Hırvat ulusçularının iddialarından uzak bir şekilde kendi kültürel miraslarını sürdürmek ve geliştirmek olarak tanımlıyordu. Onlara göre komünist Müslümanlar ve komünistlerin seçtiği dini liderler uysal ve kurallara bağlı kimselerdi ve diğer Müslümanlara karşı yabancılaşmışlardı.

Sonuç

Aliya İzzet Begoviç birikimli ve ferasetli bir lider olarak Bosna'da Müslüman kimliğin ortaya çıkmasında ve şekillenmesinde arkadaşlarıyla birlikte önemli bir rol üstlenmiştir. Boşnaklar karşılaştıkları insanlık dışı saldırıların ardından Kur'an ile ve İslâm ümmetine aidiyet duygusuyla tanışmış ve Kur'ani anlamda hızlı bir İslâmlaşma sürecine girmişlerdir. Şu anda Bosna Boşnak, Sırp ve Hırvat unsurların gevşek bir federasyonu halindedir. Avrupa'da bu seviyede bile olsa temsil imkânına kavuşmuş olmalarında Begoviç ve arkadaşlarının rolü kadar dünya Müslümanlarının da işgale karşı gösterildiği duyarlılığın büyük payı vardır.

batman-20130323-2.jpg

 

Önceki ve Sonraki Haberler