Kurbanoğlu, Cumhuriyetin İlk Yıllarını Anlattı
Amasya Özgür-Der Temsilciliğinde “Cumhuriyetin İlk Yıllarında Kemalizm Uygulamaları” semineri yapıldı.
Amasya Özgür-Der Temsilciliğinde 12 Ocak 2013 Cumartesi günü saat 19.30’da araştırmacı-yazar Bahadır Kurbanoğlu, “Cumhuriyetin İlk Yıllarında Kemalizm Uygulamaları”nı anlattı. Kurbanoğlu, seminerde özetle şunları söyledi:
Müslim gayrı Müslim halklar olarak günümüzdeki sıkıntılarımızın kökeni, cumhuriyetin ilk yıllarında atılan yanlış temellere dayanmaktadır. Bu nedenledir ki sağ ve sol çevreler kendi bakış açılarından, bu ilk yıllarda temelleri atılan resmi Kemalizm ideolojisiyle yüzleşmeye çalışmaktadırlar.
Lakin bu yüzleşmenin, Cumhuriyet dönemi İslam düşmanlığına dayalı yapısı ve icraatları anlaşılmadan yapılabilmesi mümkün olmamasına rağmen, seküler çevreler bu dönemdeki İslami yapıyı görmezden gelerek analizler yapıyorlar. Mesela bu çevrelerce Ermeni ve Rum halklarının ya da mesela vakıflarının başına gelenler -haklı olarak- gündeme getirilirken, Müslümanların yok edilen 2500 civarında vakfı, kapatılan camiler ve katledilen binlerce İslam alimi, mütefekkir, kanaat önderi ve geniş halk kitleleri görmezden geliniyor.
Oysa bu İslami sosyo-politik ve kimliksel yapı ve bu yapının tahribatı görülmeden o dönemin gerçek tarihinin ortaya konması mümkün olmadığı gibi, bugünkü sıkıntılarımızın nedenlerinin doğru teşhis edilmesi ve de doğru tedavi yollarının ortaya konması asla mümkün değildir.
Resmi tarih anlatıları, M.Kemal’in 1919 yılında Samsun’a çıkışıyla başlar. Ardından Milli Mücadele ve peşinden ilan edilen cumhuriyetle birlikte çağdaşlaşmanın ve ilerlemenin başladığı ileri sürülür. Bize okullarda ezberlettirilen bu anlatı gerçek değil, kurgulanmış yapay bir tarihtir. Gerçek çağdaşlaşma cumhuriyetle değil, II. Abdulhamit’le ivme kazanmış, eğrileri doğrularıyla İslam ve İslami değerlerle meşruiyet kazanan bir devlet-toplum meşruiyeti içerisinde yol almış ve İttihat Terakki döneminde dahi görece işlerliği devam etmiş, adına cumhuriyet denen diktatoryal süreçte duraklamış ve onların kendi tabirleriyle söylersek irticai, arkaik, kadim putperest dinlerini andıran totemist, pozitivist, materyalist, sosyal darwinist bir geriye düşüş dönemi başlamıştır. Bu düşüş, insanlığın vahyi ve evrensel değerleri merkeze alındığında da böyledir, bir ülkenin kendi potansiyel insan gücünü heder etme ve teknik uygarlık bağlamında da aynıyla vakidir.
Öncelikle Milli mücadelenin başlamasına dair iddialar yanlıştır. Anadolu’ya ilk çıkan Mustafa Kemal değil, Kazım Karabekir ve diğer paşalardır. Mustafa Kemal ise İstanbul’da Meclis’e girmeye çalışma gibi bir takım siyasi beka beklentileri dolayısıyla bir müddet daha İstanbul’da kalır ve Padişah Vahdettin’in kendisi üzerinden yaptığı bazı hesaplar dolayımında onun sayesinde ve İngilizlerin de gözetiminde Anadolu’ya geçer.
İlk günden itibaren Milli mücadelenin hilafetin korunması amacıyla yapıldığı söylenir Mustafa Kemal ve diğerlerince. Aynı zamanda Kürtlerle anlaşmaya çalışılıp, onlara bir takım sözler de verilerek, Anadolu’daki mücadele temelde Kürt aşiret, ağa ve şeyhlerine dayandırılır.
Kalan bakiyenin ardından, Hilafete dair iddialar ve Kürtlere verilen sözler unutulup, laik- seküler Türk ulusu temelli ve jakoben (dayatmacı) bir Batılılaştırma projesi uygulanmaya çalışılır. Bu proje İslamı ve Kürtleri yok sayma esasına dayanmaktadır ve ilk önce Müslüman kanaat önderleri karşı çıkar bu proje.
Bu projeye aynı zamanda, dine daha müsamahakar ve tedrici bir Batılılaşma isteyen Kazım Karabekir gibi Milli mücadelenin ilk başlatıcıları olan paşalar da karşı çıkar. O nedenle Cumhuriyet, bu paşalar Anadolu’da ve Cumhuriyetin ilan edileceğinden haberleri yokken, bir gecede alınan bir kararla 29 Ekim 1923’te ilan edilir.
Milli mücadelenin ilk yıllarında asker kaçaklarını ve eşkıyayı cezalandırıp, orduyu korumak ve memlekette güvenliği sağlamak amacıyla teşkil edilen İstiklal Mahkemeleri, Cumhuriyetin ilanından sonra ve Şeyh Said hadiseleri bahane kılınarak Mustafa Kemal ve ekibine karşı her türlü muhalefeti sindirmek için tekrar çalışmaya başlamışlardır.
Cumhuriyetin ilanının ardından Hilafetin kaldırılmasına dair çabalara, Batılılaşmacı İstanbul basını bile karşı çıkmış, bunun çok büyük bir siyasi kayıp olacağını iddia ederek kıyasıya eleştirmişlerdir. Hilafet Mustafa Kemal ve ekibinin memleket üzerindeki mutlak iktidarını engelleyen bir müessese olduğundan kaldırdı ve uluslararası planda da bir tampon bölge olmanın nimetlerine yaslanan ulus-devlet iktidarını sağlamlaştırma adına. Ardından Batılılaştırma projesinin ilk adımlarından olan “Şeriye ve Evkaf Vekaleti –Şeriat ve Vakıf İşleri Bakanlığı” kaldırıldı.
Bu esnada Şeyh Said hadiseleri vesile kılınarak İstiklal Mahkemeleri tekrar çalıştırılmaya başlanıp, “Takriri Sükun-Sükunetin Sağlanması” yasası çıkarılarak tüm muhaliflerin sindirilmesi hedeflendi. Aynı zamanda “Hiyaneti Vataniye – Vatana Hiyanet” Kanununun 1. maddesi değiştirilerek, memlekette İslam hakkında hiçbir şey konuşulamaz bir ortam oluşturuldu. Tüm bu uygulamaların neticesi Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (TCF) ve sağ, sol ve İslami tüm basın tamamen susturuldu.
1925’te çıkan Şeyh Said hadisesi üzerine, “kan üzerinde oturmak istemediğini” ifade eden Fethi Bey hükümeti devrilerek, sertlik yanlısı İsmet Paşa hükümeti kuruldu ve hadise çok kanlı bir şekilde bastırıldı. Ardından İstiklal Mahkemeleri aracılığıyla muhalif İstanbul basınının önde gelen temsilcileri yargılanıp, Mustafa Kemal’den af dilenmek zorunda bırakıldılar. Yine bu vesileyle muhalif TCF (Terakkiperver Cumhuriyet Partisi) kapatılıp, muhalif siyaset bitirildi ve tek adam dönemi başladı.
1927 yılında Mustafa Kemal’e karşı tertip edildiği iddia edilen İzmir Suikastı davasına bakan İstiklal Mahkemesi, bu suikastı bahane ederek, suikastla hiç alakaları olmadığı halde, kapatılan TCF’nin kurucusu ve milli mücadelenin asıl başlatıcısı Kazım Karabekir ve diğer muhalif paşaları asmaya niyetlendi. Ordunun tepkisinden çekinen Mustafa Kemal, bu paşaları astırmadı ise de, bazı İttihatçıların idamı ve diğerlerininn siyasi hayattan tamamen çekilmeleri sağlandı. Artık ortam Mustafa Kemal ve ekibi için dikensiz gül bahçesine dönmüş, memlekette en ufak bir muhalefet kalmamıştı.
Bu ortamda Mustafa Kemal Meclis’te “Nutuk’u” okuyarak, Milli mücadelenin gerçek başlatıcısı paşaları itibarsızlaştırmaya, mücadelenin tek kahramanı olarak kendini göstermeye çalıştı ve Nutuk’ta ortaya sürülen bu çarpıtılmış iddialar, Türkiye Cumhuriyeti ve İnkılap Tarihinin temelini oluşturdu. Bu bağlamda Nutuk, kurulmaya başlayan diktatörlüğün ideolojik meşruiyet zeminini oluşturmak ve yalan bir tarihe yaslanarak yaşanan süreçte emeği geçenleri itibarsızlaştırmak için kaleme alınmıştır.
Muhalefetin sindirilmesinde Şeyh Said hadisesi bahane edilmiş olsa da, gerçekte Mustafa Kemal ve ekibi bu Batılılaştırma projesini gerçekleştirecekti ve bunun için Şeyh Said hadisesi olmasa başka bahane bulunacaktı yada oluşturulacaktı. Kurt kuzuyu yemeye azmetmişti çünkü.
Şeyh Said hadisesi olmasa bile Kürt illerine operasyon yapılacaktı. Bu operasyon, Mustafa Kemal ve ekibinin bir parçası olduğu İttihat ve Terakki Cemiyetinin klasik usulü ile; yani önce bu illerde provokasyonlar yapıp ortamı müsaitleştirmek, sonra da dilediği şekilde sindirmek şeklinde cereyan edecekti.
Yine Şeyh Said hadisesi bahane edilerek 80 bin civarında insan katledildiği gibi, 500 bin civarında insan da Batı illerine tehcir edildi. Şeyh Said’in yargılandığı İstiklal Mahkemesince, hadisede muhalif İstanbul basını ve TCF’nin parmağı arandı ve hiç alakası olmamasına rağmen bulundu!
1927 Eylül’ünde oluşturulan 3. Meclisle, tamamen Mustafa Kemal ve ekibine itaatkar bir meclis ve tek adam diktatörlüğü oluştu. Meclisi oluşturan vekiller kifayetsiz ve itaatkar kimselerdi. Bunlar da yakınlarını bürokrasiye yerleştirerek; Suriye’de hakim olan Baas rejiminin ilk örneği bu coğrafyada oluşturuldu.
İstiklal Mahkemeleri ve Takrir-i Sükun marifetiyle tüm muhalefet sindirilip ortalık süt liman olunca, diğer inkılaplara geçildi. Kadınların açtırılmasının oluşturacağı tepkiden çekinildiğinden, erkeklere şapka giydirilmek suretiyle, halka zorla Batılılaştırılacağı mesajı verildi ve kadınların açtırılması zamana yayıldı.
Şapka devrimine karşı sanıldığı gibi büyük tepkiler oluşmadı, çünkü milletin buna mecali kalmamış, mecali kalanlarda da şapka ya da başka bir şeyi takacakları kellelerini koruma derdine düşürülmüştü. Rize’ye top atışı yapılması, İskilipli Atıf’ın şapka kanunundan önce yazdığı bir kitapçık nedeniyle İstiklal Mahkemesince idam edilmesi, halkın olası direncini kırma ve artık nasıl bir devlet ve hükümet yapısıyla karşı karşıya olduklarını belletme amaçlı uygulamalardı.
Bilahare asimilasyon, dil ve tarih temelli laik-seküler Türk Ulusçuluğu’na dayalı jakoben-dayatmacı Batılılıştırma projesi tam gaz uygulanmaya koyuldu. Özellikle Kürt illerinde daha fazla yoğunlaşan bu proje uygulamaları (1925’te Şark Islahat Kanunu, 1934’te Mecburi İskan Kanunu vs.), Ağrı isyanından Dersim trajedisine kadar hadiselerinin ortaya çıkmasına ve büyük katliamlara sebep olmakla kalmadı, günümüze değin hala aşılamayan kadim sorunların da üretilmesini beraberinde getirdi.
Bu yüzden resmi tarihle yüzleşmek önemlidir. Çünkü halen “Ordu”dan “Eğitim”e, süregelen yasaklardan kanunlara kadar tüm sacayaklarıyla ayakta duran bu rejimin meşruiyet umdelerinin sarsılması ve bu sarsıntının halka hissettirilmesi gerekmektedir. Halka zorla benimsetilen ve nesilleri yıllar yılı ifsad eden bu proje fiiliyatta da çökecektir. Ancak bu, bizim emeklerimiz, gayret ve çabalarımızla olacak bir iştir. Resmi ideolojinin sorgulanması da bu çabaların önemli bir ayağını oluşturmaktadır.