“İslam Dünyasında Değişim ve Sorumluluklarımız”
Özgür-Der Amasya Temsilciliğince “İslam Dünyasında Değişim Ve Sorumluluklarımız” Konulu Panel Düzenlendi.
Amasya Belediyesi Düğün Salonunda gerçekleştirilen panele konuşmacı olarak Haksöz Dergisi yazarı Murat AYAR ile Gazeteci – Yazar Adem ÖZKÖSE katıldı.
Panelin sunuculuğunu Emin Fatih KÜÇÜK yaparken, paneli Özgür-Der Amasya Temsilciliğinden Faruk SİLDİR yönetti.
Yoğun ilginin olduğu panele, Merzifon, Taşova, Erbaa ilçelerinden misafir dinleyicilerde katıldı. Ziyaret amacıyla Amasya’da bulunan Emekli İlahiyatçı Tarih Profesörü Mikail BAYRAM hocada panele dinleyici olarak katıldı.
Panel Fatih AKGÜN tarafından Kur’anı Kerim ve meali okumasıyla okunmasıyla başladı. Ve ardından Suriye intifadası konulu bir sinevizyon gösterimi sunuldu.
Panel yöneticisi Faruk SİLDİR, Suriye halkına yardım amacıyla Özgür-Der Amasya Temsilciliği ve Hızır-Der tarafından devam eden çalışmalar neticesi, 16 Ekim 2013’te 5 veya 6 tır insani yardımın bizzat dernek yetkilileri nezaretinde Suriye’nin iç bölgelerindeki ihtiyaç sahiplerine ulaştırılmak üzere Amasya’dan yola çıkacağını, bağış yapmak isteyenlerin bu tarihe kadar yapabileceğini bildirdi ve konu hakkında şu bilgiyi verdi.
Yardım tırlarına bağış yapmak isteyenlerin kuru gıda, kullanılmamış giysi, un, battaniye, ayakkabı, mazotlu soba ve nakit olarak yapılabileceğini ve konu hakkında isteyenlerin 533.7257174 nolu telefondan ayrıntılı bilgi alabileceğini söyleyen Faruk SİLDİR, tüm Amasya halkını mazlum ve mağdur Suriye halkına yardım için bağış yapmaya davet etti.
Panel yöneticisinin panelistleri kısaca tanıtmasıyla başlayan panelde
İLK KONUŞMACI MURAT AYAR ÖZETLE ŞUNLARI SÖYLEDİ.
Bu gün Ortadoğu islam coğrafyasında, Mısır, Suriye, Filistin, Libya, Tunus’ta çok ciddi İslami mücadeleler söz konusudur. Bu mücadelelerin Türkiye yansıması ise Gezi Olaylarıdır. Özellikle Suriye ve Mısır’da Müslümanlar çok ciddi ve destansı mücadeleler vermekte olup, Mısırda direniş silahsız devam etmekte iken, Suriye şartlarının zorlaması nedeniyle silahsız başlayan direniş mecburen silahlı direnişe dönüşmüştür.
Suriye direnişi bazıların iddia ettiği gibi batı komplosu olmadığı gibi, direnişçiler 6 ay barışçıl gösterilerle rejimi protesto etmişler ve rejimin sürekli göstericileri hedef gözetmeksizin tarayarak katletmesi üzerine silahlı direnişe başlamak zorunda kalmışlardır.
Suriye direnişi Mart 2011’de Deraa kentinde Baas rejimi ve diktatör Esed aleyhine duvarlara yazı yazan çocuklara işkence edilmesiyle başladı. Bu durumu protesto eden halkın üzerine rastgele ateş açma emrini yerine getirmek istemeyen askerler kendilerini savunmak için bir araya geldiler. Bu askerler önce sivil göstericileri korumaya çalıştılar. Bilahare rejimin gün geçtikçe dozu artan katliam ve tecavüzlerine karşı halkı korumak için savunma savaşına başladılar.
Suriye’de korkunç bir kıyım söz konusu olup, muhalif direnişçiler neredeyse tüm dünyaca yalnız bırakıldılar. Bununla da kalınmadı, İran rejimi Yemen, Afganistan, Lübnan, Pakistan ve Türkiye gibi memleketlerden gelen 50 bin civarında Şii gönüllüyü askeri eğitimden geçirerek Esed rejiminin emri altına verdi. Bütün yalnız bırakılmışlığına ve imkansızlıklarına karşın muhalifler 1 yıl önce zaferin eşiğine gelmişlerken, İran, Rusya, Hizbulesed ve PKK-PYD’nin açık askeri desteğiyle rejim yıkılmaktan kurtarıldı.
Suriye halkı için savaşarak rejimi yıkmaktan başka bir çıkış yolu bulunmayıp, ya rejim yıkılacak yada muhalifler kitleler halinde imha edilip, halk tekrar azınlık diktatörlüğünün köleleri haline getirilecek. Suriye halkının bu haklı ve şanlı direnişi, Rusya ve ABD güdümünde iki ayrı cephe gibi görünen emperyalist batı, İran ve eklentileri ile Türkiye’de Ulusolcular ile Şii ve alevi kesimlerce tamamen iftira niteliğindeki çirkin propagandalarla kirletilmeye çalışılıyor.
Buna karşılık Suriye halkının ve kıyamının yanında durması gereken Türkiye İslamcıları olarak çok kötü bir imtihan verdik. Bir kısmımız kıyamı bir komplo olarak nitelendirerek değersizleştirirken, Reyhan’lıda hem saldırı yapıp hem de bu saldırıyı El Kaideye yükleyerek Esed’e açık destek veren Türkiye Esedseverleri kadar Reyhanlı’da ölenlere sahip çıkamadığımız gibi, bu terör saldırısını gerçekleştiren Esed ve destekleyen Esedseverlerin gerçek yüzünü kamuoyuna tanıtamadık.
Batı Suriye’de asla İslamcı bir iktidar istemiyor ve Esed’i sonuna kadar destekliyor. Esed vasıtasıyla İsrail’in gerçek düşmanlarını, Filistin ve Kudüs’ün gerçek savunucularını katlediyor. İsrail Gazze saldırısında 1500 Gazzeli’yi katletmişken, Esed Suriye’de sadece Suriyeli muhalifleri değil, Suriye’de muhacir durumda olan 2000 civarında Filistin’liyide katletmiştir.
Türkiyeli Müslümanlar olarak islam dünyasındaki direniş ve intifada sürecine uygun yeni bir söylem, direniş dili geliştiremedik. PKK lideri ÖCALAN yakalanınca devletime hizmet etmek istiyorum diye zillete düşmüşken, Mısırda MURSİ’nin kendisini yargılayan hakimleri ve yargılamayı ret etmesi gibi izzetli tavırları bile doğru tahlil edip bu direnişlerin kıymetini kavrayamadık.
İslam memleketlerindeki batıcı rejimlerin devrilmesi yeryüzünde Allah’ın dinini en üstün kılma ve Allah’ın rızasını ve cenneti kazanma nihai hedeflerimize giden yoldaki barikatlardan sadece birisi olup, bu yolda daha çok barikatlar vardır aşmamız gereken.
Bizler Ulus Devlet zindanlarına hapsedilmiş bir dünyanın paramparça edilmiş yetim kardeşleriyiz. Bu gün artık tüm ulus devlet zindanlarındaki yetim halkların kalpleri tek bir ortak kaygıyla, tüm dünya çapında İslam ümmetinin kaygısıyla bir araya gelmelidir ve gelmeye başladığının işaretleri ortaya çıkmaktadır.
Bu ortak kaygı çok büyük bir imkan olup, bu kaygıyı Kur’an ışığında bir araya gelmek, bir - iri ve diri olmak için bir birlerimize ellerimizi uzattığımızda Allah’ta bize yardım elini uzatacaktır inşaallah. Asla Allah’tan ümidi kesip yeise düşmemeliyiz, çünkü yeise ancak kafirler düşer.
İKİNCİ KONUŞMACI ADEM ÖZKÖSE ÖZETLE ŞUNLARI SÖYLEDİ.
Suriye’de eğitim amacıyla 4 yıl kaldım ve direniş başladığı günlerde Suriye’de idim. Gerek direniş başlamadan önce ve gerek başladıktan sonra Suriye rejiminin gaddarlığına dair pek çok olaya şahit oldum. Suriye halkı sadece direnişten sonra zulüm görmedi, direnişten öncede daimi bir zulüm ortamında yaşıyordu.
Nitekim 1982 yılında Beşer Esed’in babası Hafız Esed Hama’da en az 40 Müslümanı şehit ettiği gibi, on binlerce Müslümanı da hapislere tıkıp yıllarca işkence etmiş, bu esnada çoğu öldürülmüştür. Bu süreçte binlerce Müslüman kadına dışarıda ve hapishanelerde tecavüz edilmiştir. Ben son Suriye direniş sürecinde 7 kız akrabası tecavüze uğrayan bir avukatla görüştüm. Yine bu süreçte 20 kadar istihbarat görevlisinin ellerinde beyzbol sopaları ile gösterici bir genci kafa göz ayırt etmeden vurarak linç ettiğini gözlerimle gördüm.
Öyle ki, rejim muhalifliği suçlamasıyla, ve hele hele İslamcı ve İhvan üyesi ithamıyla rejimin eline düşenlerden yıllarca haber alınamıyordu ve bu durumda olan on binlerce insan vardı Suriye’de. Ben bizzat bu şekilde kendisinden yıllarca haber alınamadığından dolayı öldü diye tahmin edildiğinden dolayı hanımı başkasıyla evlenipte, 13 yıl sonra serbest bırakılıp evine gelince hanımının yeni kocasıyla karşılaşan bir muhalifle tanıştım.
Suriye rejimi tam bir istihbarat rejimi idi. Baba oğulun, oğul babanın devlet muhbiri olabileceğinden endişe ederdi. Yıllarca bu despotik ortamda yaşayan ve zulüm gören halk, Mart 2011’de Deraa’da duvarlara rejim aleyhtarı yazı yazdıkları için işkence gören çocuklar vakıasıyla kendiliğinden patladı.
Ben o günlerde Suriye’de idim ve yaşananların bir kısmına bizzat şahit oldum. Az sayıda gösterici üzerine ateş açılıp birkaç kişi şehit olunca, ertesi gün daha fazla kişi ve daha fazla şehit şeklinde göstericilerin sayısı gün geçtikçe arttı ve bütün Suriye’ye yayıldı. Göstericiler 6 ay silah kullanmadı ise de, rejimin rastgele göstericilerin üzerine ateş açıp her gösteride yüzlerce kişiyi şehit etmesi üzerine göstericilerde silahlanmaya mecbur kaldı ve böylece silahlı direniş aşamasına geçildi.
Ben bunlara bizzat şahit olurken, Türkiye’de İran ve Esed ajanları ile sempazitanları halkı direnişçiler aleyhine ve Esed lehine uydurma iddialarla kandırmaya çalışıyorlardı. Bir görüntüde, ölmüş küçük kızını göğsüne basıp ağlayan ve “nerede islam ümmeti, islam ümmeti olsa idi biz bu hale gelmezdik, bize yalan söylemişler, islam ümmeti yokmuş diye” bağıran bir Suriyeli kadını izleyince, İran ve Esed ajan ve sempazitanlarının yalanlarını bizzat yerinde tespit ve teşhir etmek için bir belgesel çekmek amacıyla yanıma Hamit isimli bir kameraman genci de alarak Suriye’ye gittim.
Belgesel için çekim yaptığımız bir köyden başka bir köye gitmek isterken silahlı bir grup yolumuzu kesip bizi esir aldılar. Gözlerimiz bağlı götürüldüğümüz bir yerde Lübnan Hizbullahı Lideri Hasan Nasrallah’ın posterini görünce sevindim. Çünkü İsrail’in Lübnan Hizbullahına saldırdığı süreçte Hizbullah lehine haberler yapmıştım ve bizi esir alan kişilerin Hizbullah sempatizanı olmaları nedeniyle bizi bırakacaklarını düşündümse de yanıldığımı anladım. Bizi takas için bir müddet köyde tuttuktan sonra Şam’a naklettiler ve burada bizi sorguya aldılar.
Beni ve kameraman arkadaşımı yerin altında 2x1 m. Ebatlarında birer hücreye attılar. Yatak yoktu ve betonun üzerinde yatıyorduk. Bizler şanslı idik, çünkü bu hücrelere Suriyeli muhaliflerden 5-6 kişiyi birden atıyor, yani üst üste yığıyorlardı. Suriye’li muhalifleri tuvalete çıkartmıyor ve su vermiyorlardı. Öyleki, yan hücrelerde ortaya çıkan pis kokudan dolayı burnuma havlu sarmak zorunda kalıyordum. Mayıs 2010’da meydana gelen İsrail’in Mavi Marmara baskınında bende vardım ve bu esnada İsrail zindanlarında kaldım. İsrail zindanları Suriye zindanlarına göre 5 yıldızlı otel gibi idi.
Türkiyeli olmamız ve Türkiye hükümetinin bizi kurtarmaya gayret etmesi nedeniyle torpilli idik. Bir işkence görmedik. Lakin Suriyeli muhaliflerin durumu korkunç idi. Gösterici gençlerden yakalananlar hapishane getirilir, iç çamaşırlarına kadar soyulur, 5-6 kişi 2x1 m. Ebadındaki hücrelere tıkılırdı. Elleri ve gözleri bağlı olarak atıldıkları hücrede günlerce ayakta durmak zorunda idiler ve duvara yaslananlar ölesiye dövülürdü.
Bu zindanda 2 ay kaldım ve bir gece bile 2 saatten fazla deliksiz uyku uyuyamadım. Çünkü gecenin bir anında bir kadın yada çocuğun çığlıklarıyla irkilerek uyanırdım. Zindanda her gün en az 10 saat Kur’an okuyarak direndim. Böylece hem Kur’anı adeta yeniden keşfettim, hem de hafızlık ezberimi tazeledim.
Ben ve kameraman arkadaşım, İHH ve Özgür-Der’in eylem ve çabaları ile hükümetin gayretleri neticesi, takas aracılığıyla kurtulduk ve evimize geldiğimizde adeta yeniden doğmuş gibi olduk. Lakin halen Suriye’de bizim durumuzda olan 20 milyon mazlum Müslüman var ve rejimin açık hapishanesinden kurtulmayı, özgürlüklerine kavuşarak yeniden doğmayı bekliyorlar.
Ha Amasya, ha Halep, aramızdaki bu ulus devlet sınırlarını biz çizmedik, batılılar çizdiler ve bizi bu yapay sınırlara mahkum ettiler. İçimizdeki batıcılarda bizim bu köleliğimizi kabullenmemizi, içselleştirmemizi sağlayıp, bizi Türk, Kürt, Arap diye böldüler. Bizim Misakı Millimiz Türkiye sınırları değil, bütün İslam coğrafyasının sınırlarıdır.
Suriyeliler savaşla, açlıkla, katliamla, tecavüzle imtihan edilirken, bizler onların dertleriyle dertlenip dertlenmediğimizle, elimizden gelen yardımı yapıp yapmadığımızla imtihan ediliyoruz.
Suriye’lilerin bizim yardımlarımıza ihtiyacı olduğu malum, lakin bizlerin ahiret kurtuluşu için onlara yardım etmeye daha fazla ihtiyacımız vardır. Suriye’de yaşananlardan uykularımız kaçmıyor, gözlerimizden yaşlar dökülmüyorsa, imanımızı sorgulamamız şarttır.
Kalbimizin bir yanı Hama, bir yanı Arakan, bir yanı Kudüs, bir yanı Kahire olmalı. Biz zulmün olmadığı, hem Müslümanların ve hem de bütün mazlumların katledilmediği, tecavüze uğramadığı bir dünya istiyoruz ve böyle bir dünya mümkün.
Panelin ikinci bölümünde dinleyicilerin soruların panelistlerce cevap verildi ve böylece panel sona erdi.
Panelin ardından, Özgür-Der Amasya Temsilciliğine geçilerek, panelistler ile Mikail BAYRAM Hocanın katılımlarıyla panel konusu değerlendirildiği bir sohbet gerçekleştirildi.