Islah Ekolünün Çabaları ve Türkiye'ye Yansımaları
Amasya'da Islah Ekolünün Çabaları, Türkiye'ye Yansımaları ve Şahitliğimiz konulu seminer yapıldı.
Haksöz Dergisi yazarı Hamza Türkmen Amasya Özgür-Der'de "Islah Ekolünün Çabaları, Türkiye'ye Yansımaları ve Şahitliğimiz" konulu bir seminer sundu.
Seminerden notlar:
ISLAH KAVRAMININ ANLAMI VE ÖNEMİ
Islah kulluğumuzla ilgili olarak Kur’an’da kullanılan en temel ve önemli kavramlardan birisidir. Lakin Osmanlı’nın son zamanlarda çarpıtılarak kullanılmış ve anlam kaymasına uğratılmış, tahrif edilmiş bir kavramdır. Batılılaşma ve İslam’dan uzaklaşmanın temelinin atıldığı, batılılaşma reformlarının başlatıldığı fermana ISLAHAT FERMANI denilerek, ıslah kavramı çarpıtılmakla kalmadı, neticesinde içi boşaltıldı ve değeri düşürüldü.Öyle ki bu gün ıslah deyince, asıl anlamı olan hak yönünde köklü değişim değil, durumu kurtarmak, idare etmek, idareyi maslahatçılık gibi olumsuza yakın anlamlarda kullanılır oldu.
KUR’ANDA ISLAH KAVRAMI, tevhid kavramının toplumsal açılım ve yansımasını ifade ederken, zıttı olan FESAD KAVRAMI ise, şirkin toplumsal açılım ve yansımasını ifade eder. Bu nedenle ıslah ve fesad kavramları en az tevhid ve şirk kavramları kadar önemlidir. Onun içindir ki Kur’anda peygamberler ve salih kullar için en önemli vasıflardan birisi de MUSLİHUN (ISLAHÇILAR) kavramıdır.
Son peygamber olan Muhammed (as)’ın vahiyle – Kur’anla kendisine tabi olanları ıslah etmesiyle ortaya çıkan İslam ümmetinin, zamanla Kur’anı terkedip uzaklaşmasının kaçınılmaz bir neticesi olarak ıslah edilmiş olan ümmet fesada uğramış, bozulmuş, çürümüş ve çökmüştür. Bizler fesada uğrayıp çökmüş olan bu ümmeti tekrar vahiyle – Kur’anla buluşturup ıslah etmek suretiyle gerçek İslam ümmetini tekrar ortaya ayağa kaldırmaya, inşa etmeye çalışan ISLAHÇILARDANIZ (MUSLİHUN).
ISLAH KAVRAMI İLE DEVRİM KAVRAMI AYNI ANLAMDA DEĞİLDİR. Devrim ulus toplumlarda iktidarı devirerek ele geçirmek anlamında iken, Islah iktidar devirmeyi değil toplumu vahye göre düzeltmeyi hedeflemektir. Lakin Türkiye’de tevhidi dönüşüm sürecinin başladığı 1970 sonrası Kur’ani Islahçılık yerine batılı bir kavram olan devrimcilik hakim söylem oldu ve 1979 İran Devriminin de etkisiyle Islahçılık neredeyse tamamen gündemde çıkarılarak, toplumu tabandan tavana doğru vahiy yönünde dönüştürmeyi hedefleyen Islahatçı İslam yerine iktidarı bir şekilde ele geçirip toplumu tavandan tabana doğru vahiy yönünde değiştirmeyi hedefleyen DEVRİMCİ İSLAM anlayışı hakim hale geldi.
A- ISLAH EKOLÜNÜN ORTAYA ÇIKIŞI VE GELİŞİMİ
1100’lerde İslam Ümmetinin iyice fesada uğradığını gören İbni Tumert, ümmetin Kur’an ve sünnet vasıtasıyla ıslahını hedefleyen küçük risaleler hazırlayıp dağıttırır. Bu çalışmalar neticesi Muvahhidler hareketi oluşup, Endülüsten Afrikaya yayıldı ve iyice yozlaşmış olan Murabıtlar devletini yıkarak şuraya dayalı bir devlet yapısı oluşturdu. 10’lar, 50’ler ve 70’ler meclisleri oluşturarak, şuraya ehil kişiler ile tüm halkın temsilcilerinin sürekli yaptıkları istişareler neticesi alınan kararlarla devlet işleri yürütüldü.
Lakin zamanla bu devlet yönetimi yozlaştı ve 1300’lere girerken çöktü. Bu hareket ümmetin ıslahı için son imkandı ve ardından Kur’an ve sünnet merkezli ve şura temelli bir yönetim bir daha tesis edilemedi. Muvahhidlerin ardından 6 büyük İslam devleti kuruldu ise de, hiçbirisi Kur’an ve Sünnet merkezli ve şura temelli değildi. Mesela Osmanlı Devleti şuraya değil saltanata dayalı olup, halka şeriatı uygularken, devlet yönetiminde örfü hukuku uyguladı.
Kur’an ve sünnete dayalı ve şura merkezli İslam devleti ortadan kalkınca, oluşan boşluğu ıslah önderleri doldurmaya çalıştı. Mesela 1300’lerde İbni Teymiyye eksik ve yanlışları olmakla beraber böyle bir ıslah önderi idi. Osmanlı’da 1550’lerde ortaya çıkan Kadızadeler Hareketi de önemli bir ıslah hareket olup, türbelerden medet ummanın şirk, ezanı teganni ile okumanın bidat olduğu gibi, o dönem için çok sivri olan hususlarda halkı ıslah etmeye çalışmış ve ciddi başarılar kazanmışlardır. Ne zamanki üst derecedeki yöneticiler üzerinde etki etmeye ve saltanata değil şuraya dayalı bir yönetimi dillendirmeye başladılar, iktidarı kaybetmekten korkan dönemin sultanı tarafından 1570’lerde bir kısmı idam edilmek ve bir kısmı sürülmek suretiyle tamamen tasfiye edildiler.
1700’lere gelindiğinde özellikle tasavvuf kökenli şirk ve hurafelerin İslam dünyasını baştan başa işgali üzerine Hicazda (Arabistan) Muhammed Bin Abdulvehhab, Hindistanda ise Şah Veliyyullah Dehlevi eksik ve yanlışlarıyla beraber önemli başarılar sağlayan ıslahat önderleridir.
B- ISLAH EKOLÜNÜN 19. YÜZYIL İSLAM COĞRAFYASINDAKİ FAALİYETLERİ VE OSMANLI COĞRAFYASINA YANSIMALARI.
19 yüzyılın ikinci yarısına gelindiğinde, tek bağımsız İslam devleti olarak, Avrupalılarca ölüm hastası olarak tanımlanan Osmanlı devleti kalmıştı. Bu esnada Cemalettin AFGANİ ile onun arkadaşı ve talebesi olan Muhammed ABDUH ve O’nun talebesi olan Reşid RIZA’nın oluşturduğu ıslah hareketi ortaya çıktı. Bu hareket daha sonra Türkiye’de Mehmet AKİF, Mısırda Hasan EL BENNA ve Seyyid KUTUB, Hindistanda MEVDUDİ gibi takipçileri oldu ve gelişerek devam etti.
Cemalettin AFGANİ Muhammed ABDUH’la beraber Urvetül Vusga dergisini 15 günde bir çıkardı ve islam dünyasının dört bir yanına dağıtımını yaptırdı. Bu dergi kapanınca Abduh Menar dergisini ve takiben Menar tefsirini çıkardı.
URVETÜL VUSGA ISLAH HAREKETİNİN TEMEL İLKELERİ ŞUNLARDI
1-Yeniden Kur’an ve Sünnete dönülmeli.
2-Yeni ortaya çıkan sorunlar için Kur’an ve Sünnete dayalı ictihad yapılmalı.
3-Ümmeti şirke bulaştıran tüm hurafelerden kurtarmalı.
4-Saltanat ve istibdadi yönetimden şuraya dayalı yönetime geçilmeli.
5-Batı sömürgeciliğine karşı konulup islam memleketleri sömürü ve işgallerden kurtarılmalı.
Bu 5 ilke, 20. Yüzyılda ortaya çıkan Hasan El BENNA tarafından Menar ekolünden etkilenerek kurulan İHVANİ MÜSLİMİN dahil tüm ıslahatçı hareketlerin temel programıdır.
Osmanlı yönetimi 18. Yüzyıl ortalarında tercüme odaları kurup iyi İngilizce, Fransızca ve Arapça bilen elemanlar yetiştirdi. Mehmet AKİF, Babanzade Ahmet NAİM, Said NURSİ gibi İslamcılar buralarda yetiştiler.
1870’lerde İngilizler Afgani’yi Hindistandan Mısıra sürdüler. Dönemin padişahı Abdulaziz Afgani’yi İstanbula çağırır ve devlet adamlarına dersler verdirir. Fakat Afgani saltanat ve istibdata karşı olduğu için dönemin şeyhülislamına iftira attırarak Avrupa’ya sürdürür.
Abdulhamit Osmanlıyı parçalanmaktan kurtarmak için İslam Birliği – İttihadı İslam Politikasını uygulamaya başlayınca, bu konuda faydalanmak için Afgani’yi tekrar İstanbula çağırır. Son bağımsız islam devleti olan Osmanlının çöküşünün ümmetin tamamen çöküşü olacağının bilincinde olan Afgani, Osmanlıyı ayakta tutmak ve batılı sömürgecilerin işgallerini engellemek için saltanat ve istibdada olan karşıtlığını geçici olarak askıya alır. İslam dünyasının tamamındaki 600 civarında önder şahsiyete mektuplar yazarak Abdulhamit’in İttihadi İslam siyasetine destek ister ve çoğundan olumlu cevaplar alır.
Bu dönemde Mehmet AKİF, Ahmet Hamdi AKSEKİ, Eşref EDİB, Elmalılı Hamdi YAZIR, Said NURSİ gibi önemli kişiler Afgani’yi ziyaret edip O’nun fikirlerinden etkilenirler. Bu arada Afgani’nin kendisi aleyhinde çaba sarfettiği vehmine kapılan Abdulhamid tarafından 3 yıl süreyle ev hapsinde tutulur ve bu esnada ölür. (yada öldürülür?)
Afgani’den etkilenen Mehmet AKİF Sebilürreşad dergisini yayınlamaya başlar. Bu dergi Afgani ve öğrencisi Abduh’un yazılarını tercüme ettirip yayınladığı gibi, Afgani’den etkilenen Osmanlı ıslahatçı İslamcılarının yazılarını da yayınlar.
1923’te Mustafa KEMAL’in bir sivil darbe ile birinci meclisi feshetmesi ve arrkasından Cumhuriyet adı altında laik ve Türk Ulusçusu tek adam diktatörlüğünü oluşturmasının ardından ıslahatçı İslamcılardan İskilipli Atıf Hoca asılır, Mehmet AKİF asılmamak için Mısır’ı hicret eder, Elmalılı Hamdi YAZIR şapka giymemek için evinden camiye gitmek hariç dışarı çıkmaz, Said NURSİ sürgünden sürgüne, hapisten hapise girer, 10 bin civarında islami kanaat önderi idam edilir. Netice olarak Urvetül Vusga Islahat Hareketinin Osmanlı ayağı ve halk sindirildi ve ekolün zamanla etkileri ve izi tamamen silindi. Değil Islahtçı İslamcılık hareketi, halkın bozuk ve eksiklerle dolu İslam anlayışına bile izin verilmedi ve İslam adeta kökünden kazınarak silinmek istendi.
C-ISLAH EKOLÜNÜN CUMHURİYETİN İLANI İLE BAŞLAYAN KOPUŞUN ARDINDAN 1970’TEN SONRA TÜRKİYE’YE YANSIMALARI.
2.Dünya Savaşı sonrası 1945’lerde Sovyet tehdidinden ürken İsmet İNÖNÜ yönetimindeki Türkiye Devleti ABD ve İngiltere liderliğindeki batı blokuna sığınmak isteyince, batı Türkiye Devletinden demokratikleşme ve kominizim tehdidine karşı kontrollü laik - ılımlı İslam anlayışına yol vermesini talep eder. Bunun neticesi bazı türbeler açılır, İmam Hatip Okulları ve Ankara İlahiyat Fakültesi kurulur.
Batının demokrasi dayatması neticesi Demokrat Parti iktidara gelir ve o zaman kadar Allah demenin bile yasak olduğu bir baskı ortamı gevşeyerek dini yayınların önü kısmen açılır. 1949 ile 1960 arası çıkan dine dergilerde milli türk dindarlığı anlayışı hakimdir. Çünkü 1923 - 1949 arasa sindirilen Müslümanlar bunun etkisiyle ve kafalarının karışması nedeniyle karşıtına sığınarak var olmak kaygısıyla hareket ederek, kendilerini ezip sindiren Türk Ulusçuluğu şemsiyesi altında var olmaya ve hareket etmeye yönelmişlerdir.
1960’larda yayınlanmaya başlayan Hilal Dergisi ile Islah çizgisinin İslam dünyasındaki yayın ve yazıları çevrilerek Türkiye İslamcılığının gündemine getirilmeye çalışıldı. Lakin tesbih ve seccadin irtica suçunun delilleri ve suç sayılmaya devam ettiği bu baskı ortamında bu yazı ve yayınlar1972’lere kadar ciddi bir ses getirmedi.
1972’lerde Mevdudi’nin Kur’ana Göre Dört Terim kitabı ile Seyyid KUTUB’un Yoldaki İşaretler kitabı ve Fizilalil Kur’an isimli tefsirinin ciddi etkileri görülmeye başlandı. 1976’larda Ankara da bu etkilenme ile hareket eden bazı gençler Düşünce Dergisini çıkarmaya başladılar. 1960 sonrası Ercüment ÖZKAN Hizbuttahrir’den etkilenerek İslam Partisini kurdu.
1978’de gençlerin Ankara’da çıkarmaya başladığı Aylık Dergi MSP’nin gençlik teşkilatı olan Akıncılarıetkiledi. Şura, Tevhid, İslami Hareket ve Hicret dergileriyle; daha basit, sade sloganik yayınlarla Akıncılar ve Ülkücülere seslenildi ve bu kesimlerde ciddi yankı buldu.
Tüm bu etkiler 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra özellikle genç kesimlerde İslami bilinç olarak olmasa da İslami duyarlılık olarak ortaya çıktı. Lakin ciddi bir yazılı ve tecrübevi birikim olmadığından bu birikim ıslahçı çizgiye dönüştürülemedi. İran devrimininde etkisiyle devrimcilik yoluyla iktidarı ele geçirme hedefine yönelen radikallerin yanında, takiyyeye dayalı particilik – evrimcilik yoluyla iktidarı ele geçirme hedefine yönelen particiler olmak üzere iki ana akım oluştu. Islah yerine acilen iktidarı hedefleyen, halkın İslam anlayışını ıslah için açık tebliğ ve şahitlik yerine gizli yada takiyyeci örgütlenmeyi tercih eden bu sapmalar amacına ulaşamadığı gibi, süreç içinde olumsuzluklara ve umutsuzluğa yol açtı.
Bu olumsuzlukların yanında, ciddi bir teorik birikim ve tecrübeye sahip olmamıza ve birbirinden bağımsız Kur’an öbeklerinin oluşmasına imkan sağladı. Bu gün artık elimizde şeker, un ve yağın yanında bunları karıp helva yapabilecek bir tecrübeye ve kadroya sahibiz. Bu gün en önemli meselemiz, Kur’an öbeklerinin şura temelinde bir araya gelip gerekli ıslahat çabalarını gerçekleştirebilmeleridir.