Amasya'da Mavi Marmara Konulu Seminer Yapıldı
Amasya Özgür-Der Temsilciği'nde Mavi Marmara ve Filistin direnişi konulu bir seminer düzenlendi.
İsrail’in Mavi Marmara Gemisini Saldırısı neticesi 10 Müslümanın şehadetinin 4. yıl dönümü münasebetiyle gerçekleştirilen seminer, kendisi de Mavi Marmara’nın yolcularından olup, İsrail askerlerinin saldırılarına bizzat şahit olan Özgür-Der Genel Başkanı Rıdvan Kaya tarafından verildi.
Seminer öncesi İHH ve Özgür-Der Amasya Temsilcisi Serdal Benli bazı açıklamalarda bulundu.
Benli, İHH Amasya Temsilciliği öncülüğünde Amasya Merkez ve çevre ilçelerde yürütülen, 10 Şehit İçin Suriye’ye 10 Tır Yardım Malzemesi kampanyasının devam etmekte olduğunu bildirdi.
Benli, Gök-Bir (Amasya Gönüllü Kuruluşlar Birliği) ile Amasya Belediyesi tarafından, Şehzade Gezi Yolunda 26 Mayıs – 1 Haziran arasında düzenlenen Kitap ve Kültür Fuarına, İHH ve Özgür-Der – Ekin Yayınları adına açtıkları stantı tüm halkımızın ziyaretini beklediklerini söyledi.
Benli ayrıca, Mavi Marmara Saldırısının 4. yıldönümü münasebetiyle İHH Amasya Temsilciliği adına en az bir otobüs katılımcıyla İstanbul’a giderek, 31 Mayıs Cumartesi günü saat 17’de, Sultanahmet Camiinden Sarayburnu’na yapılacak yürüyüşe katılacaklarını, katılmak isteyenlerin kendileri ile temasa geçmesini istedi.
Benli’nin ardından söz alan Rıdvan Kaya özetle şunları söyledi.
MAVİ MARMARA BİZİM AÇIMIZDAN NE İFADE EDİYOR?
Bilindiği gibi İsrail askerlerinin Mavi Marmara Gemisine saldırısında 9 şehit vermiştik. Saldırı neticesi komaya giren ve 4 yıldır komada kalmak suretiyle kendisi ve ailesi ağır bir imtihandan geçen Uğur Süleyman Söylemez kardeşimizin geçen hafta şehadete erişmesiyle şehit sayımız 10 oldu. Bu şehitlerinin hepsi şahsen tanıdığım, bölgelerinde ciddi İslami çabaları olan ve çevrelerinde takdir edilen kıymetli Müslümanlardı.
Mavi Marmara, Türkiyeli Müslümanların yıllardır söz, yazı ve eylemlerle sahiplenmeye çalıştıkları Filistin davamıza fiili katkımızı ifade etmekte olup, sözümüzün eyleme dönüşmesidir. Filistin mücadelesinin sadece Filistinlilerin yada Arapların değil, tüm ümmetin ve ümmetin bir unsuru olan Türkiyeli Müslümanların mücadelesi olduğunun 10 şehitle ispatı, Türkiye Müslümanlarının ümmete olan ahdinin vefasıdır.
Siyonist İsrail zorbalığı Mavi Marmara ile başlamadığı gibi, bitmemiştir de. Ta 1918’de, 1.Dünya Savaşı neticesi Filistin’i İngilizlere bırakmak zorunda kalan Osmanlı’nın ardından, İngilizlerin himayesinde Filistin’e göç ettirilen Yahudi göçmenlerce başlatılıp, 1948’de 2.Dünya Savaşı sonrası ABD ve diğer batılı güçlerin himayesinde kurdurulan sözde İsrail Devleti denen Siyonist çete tarafından devam ettirilen ve halen sürmekte olan zorbalık ve zulümlerin bir halkasıdır sadece.
Mavi Marmara Türkiye Halkına yada devletine değil, Müslümanlara bir saldırı olup, Türkiye ile İsrail arasında değil, Müslümanlarla İsrail arasındaki bir sorundur. Bu sorun tüm Filistin işgalden tamamen kurtuluncaya, İsrail denen sözde devlet ortadan kalkıncaya kadar devam edecek bir sorundur, sadece Gazze ambargosunun kalkması ve Gazze’nin özgürleşmesi sorunu değildir.
MAVİ MARMARA SALDIRISININ GELİŞİMİ VE SONUÇLARI
2008’de terörist İsrail’in Gazze’ye saldırısı ve yüzlerce Filistinli’yi şehit etmesine Türkiyeli Müslümanların tepkisi hükümeti de İsrail’e karşı tavır almaya zorladı ve 2009’da Davosta gelişen “van minut” kırılmasıyla bu tavır keskinleşti. 31 Mayıs 2010 günü Mavi Marmara Gemisine yapılan saldırı neticesi 9 güzide Türkiyeli Müslümanı şehit vererek, Filistin davası için ilk bedelimizi ödedik. Lakin terörist İsrail bunun karşılığında çok çok büyük bedel ödedi. Dünya’dan aldığı tepki ve iyice bozulan imajı bir yana, Türkiye ile ilişkilerinin bozulması en büyük kaybı oldu.
Çünkü Türkiye batıcı yöneticiler iktidarında İsrail’in İslam dünyasındaki en önemli müttefiki, 14 Mayıs 1948’de kurulan İsrail isimli sözde devleti 28 Mart 1949’da tanıyan İlk İslam Memleketi idi. Bu İsrail işbirlikçiliği 28 Şubat 1997 sürecinde zirve yapmış, Sincan’da İsrail aleyhine yapılan bir kongre 28 Şubat darbe sürecini tetiklemişti. Mavi Marmara saldırısı ile Türkiye – İsrail ilişkileri adeta kopmuş, İsrail İslam Dünyasındaki en önemli destekçisini yitirmiştir.
Bu nedenle Mavi Marmara şehitlerinin yakınları İsrail’den tazminat istemiyor. Saldırıyı gerçekleştiren askeri ve sivil tüm sözde İsrail Devleti yetkililerinin yargılanıp cezalandırılmasını; İsrail’le ilişkilerin hiçbir zaman tekrar kurulmamasını istiyor. Hükümet reel politikayı gerekçe göstererek İsrail’le ilişkileri normalleştirse bile, şehit yakınları ve Türkiyeli Müslümanlar bu durumu asla kabul etmeyeceklerdir.
FİLİSTİN MESELESİ ÜMMETİN MESELESİ
Filistin, Yüce Allah’ın Kur’anda Musa, Süleyman ve Davut (as) peygamberlerimiz vesilesiyle bereketli kıldığı bir coğrafya, bizlerin Kabe’den önceki ilk kıblemizdir ve bu açıdan öncelikle bir iman meselesidir. Halife Ömer (rah)’ın fethiyle başlayıp, Osmanlı ile devam eden 1300 yıllık bir İslam Toprağı meselesidir. Yani Filistin sorumluluğumuz hem Kur’ani, hemde tarihsel bir sorumluluktur.
Üstelik Filistin Yahudiler’den değil Hristiyanlardan alınmış olup, Filistinin Hristiyanlar ve Yahudilerden önceki sahipleri de Filistinlilerdir ve bu nedenle Filistin’in Yahudilerce işgali aynı zamanda açık bir zulüm – haksızlıktır. Tüm bu nedenlerle Filistin’in Yahudilerce işgali ile İsrail isimli sözde devleti tanımamız demek, imanımıza, Kur’ana, tarihimize ve adalete ihanet etmemiz anlamına gelecektir.
Tüm bu nedenlerle Filistin Meselesi sadece Filistinlilerin yada Arapların meselesi değil, tüm İslam Ümmetinin, ben Müslümanım diyen herkesin meselesidir. İsrail’i tanımak, Müslümanlığını inkar etmekle eş anlamlıdır. Bu nedenle bizler, uzaklarda bir yerde İsrail’e karşı mücadele eden Filistinlileri desteklemiyor, kendi davamızın mücadelesini yapıyoruz. Konum gereği Filistinliler ön saflarda savaşırken, bizlerde onlara maddi ve manevi açılardan lojistik destek sağlayan destek birlikleri durumundayız. İşte Mavi Marmara bu sorumluluğumuzun ve desteğimizin ete kemiğe bürünmüş bir göstergesi idi ve 10 şehidimizde bu iddialarımızın kanıtı oldu.
DİRENİŞ DİRİLİŞTİR
Filistinli Müslümanlar imkansızı, tüm batıya rağmen Filistin’in tam özgürlüğünü hedeflemiş durumdalar. Çünkü onlar dünyevi başarıları değil, ahiret başarısının peşindeler. Hayat iman ve cihattır diye, dünya bir imtihan alanıdır diye olaya bakıyor, direnişle diriliyor, zillete boyun eğmiyorlar. Çünkü direnişsiz kulluk ve imtihan olmayacağını, dünyada izzet, ahirette cennetin ancak kesintisiz direnişle mümkün olacağını biliyorlar.
Gerek Filistin’de süregelen mücadele, gerekse Türkiye – İsrail arasında ilişkilerin bozulması, duyarlılık ve çabaların ve kesintisiz direnişin meyveleridir. Eğer Filistinliler 1918’den bu yana, neredeyse imkansız bir davanın, Filistin’in Yahudilerden tamamen kurtarılması davasının peşine düşmeselerdi, bu gün Filistin mücadelesi diye bir davamız olmayacak, Filistin tamamen Yahudi memleketi haline gelecekti. Evet Filistin’de batının tam desteğini almış 100 yıllık bir işgal var ama, Allah’tan başka destekçileri olmayan bir avuç Filistinli Müslümanın 100 yıllık kesintisiz bir direnişi de var.
Türkiyeli Müslümanlar imkansız gibi görülen bu davayı kesintisiz desteklemeselerdi, bu gün ne van minut, ne Mavi Marmara olayı gerçekleşmeyecek, Türkiye İsrail’in İslam Dünyasındaki bir numaralı işbirlikçisi olarak zillet içinde kalmaya devam edecekti.
Aynı durumu başörtüsü direnişinde de görüyoruz. 80 yıllık bir zulme direnen Türkiyeli Müslümanlar, özellikle 28 Şubat Sürecinde tavan yapan başörtüsü zulmüne teslim olmadılar. Ödenen bedellere rağmen, bu direnişin hükümetin olumlu tutumlarının da katkısıyla ciddi oranda aşıldığını, düne kadar İmam – Hatipler ’de bile sorun olan başörtüsünün, bu gün çoğu kamu kurumunda bile sorun olmaktan çıktığına şahit oluyoruz. Elbette bununla yetinilmemeli, Başörtüsü tüm okullarda ve tüm kamu kurumlarında sorun olmaktan çıkana değin direnişimizin devam etmesi gerekmektedir.
DİRENİŞ TÜM ORTADOĞUDA
4 yıl önce başlayıp halen devam etmekte olan Ortadoğu intifadası – kıyamı da, tıpkı Filistin direnişi gibi onurlu bir direniş eylemidir. 100 yıllık batıcı – laik - despotik rejimleri yıkmaya, özgürlük ve İslam onuruyla onurlanmayı hedeflemektedir.
Bugün Mısır’da katledilen, hapsedilen, işkence edilen, idamla tehdit edilen Müslümanların olduğu bir gerçektir. Lakin bu Müslümanların tüm bu zulümlere rağmen yılmadığı, boyun eğmediği, katillerden özür dileme zilletine düşmediği; peygamberimizin sahabesinin örnekliğini günümüzde tekrarladıkları da bir gerçektir.
Mısırda kızı şehit edilip idamla yargılanmakta olan Bilatici, oğlu şehit edilip idama mahkum edilen Bedii gibi Müslüman önderlerin boyun eğmedikleri, şehadete gülümseyerek gitmeye hazırlandıkları vakıası hepimizin gözleri önünde cereyan etmektedir.
HER DİRENİŞİN BİR BEDELİ VARDIR
Direniş izzeti, elbette bedel ödemeyi gerektirir. Filistin’de, Mısır’da, Suriye’de bu bedeli ödemeyi göze alanlar onurumuz olup, onlarla övünmeli ve örnek almalıyız. Peygamberimiz zamanında cihada gidipte şehit olan yakınları için, gitmeselerdi öldürülmezlerdi diyen münafıklar gibi olmamalıyız.
Buralarda bedel ödemeyi göze alarak kıyam edipte bedel ödeyen onurlu Müslümanlar için, yanlış yaptılar, ne gerek vardı, pisi pisine öldüler diyenler; peygamberimiz zamanında şehit olanlar için yanımızda kalsalardı öldürülmezlerdi diyen münafıkların durumuna düşmüşlerdir.
Elbette kimseyi kıyam etmeye, bedel ödemeye zorlayamaz; kıyam etmediklerinden dolayı kınayamayız. Lakin böyle bir bedeli göze alıp kıyam edenlere saygı duymak, onları takdir etmek, maddi ve manevi yönlerden desteklemek imanımızın mutlak bir gereğidir.
Hüseyin (ra)’nun adeta imkansız bir hedef için kıyam ederek Kerbela’da en yakınlarından olan 72 Müslümanla kıyıma uğratılmasını nasıl onurla anıyor, nasıl onlarla gurur duyuyor ve imreniyorsak; aynı durum Filistin, Mısır, Libya ve Suriye’de kıyam eden ve bedel ödeyen Müslümanlar içinde geçerlidir.
SURİYE DİRENİŞİNDE BOĞULANLAR
Filistin’de, Mısır’da, Libya’da direnişi destekleyenlerin bir kısmı, iş Suriye’ye gelince durakladılar. Diğer direnişlerin arkasında aramadıkları batı parmağını Suriye direnişinin arkasında aradılar.
Direnişin ilk zamanlarında belki bu duraklama mazur görülebilirdi, lakin bu gün Suriye direnişinin arkasında Allah’tan başka kimsenin olmadığı, sadece İran ve Rusyanın değil, ABD ve tüm batının bile (dolaylı da olsa) Esed’i desteklediği ortaya çıkmasına rağmen, halen Suriye direnişine çamur atmaya devam etmeleri afvedilecek bir tutum değildir.
Suriye’de kıyam eden Müslümanların haklılığı çok açıktır. Müslümanlar haksız olsaydı bile, Esed rejiminin canavarlığı çok açık olduğundan dolayı, kesinlikle Esed’in arkasında durmamaları gerekirdi.
Elbette batılıların ve içimizdeki batıcıların Esed’i desteklemesi, zulümlerini görmezden gelmesi onların küfürlerinin tabiatı gereğidir. Bizi asıl yaralayan, kendini tek gerçek İslam Devleti diye tanımlayan İran ile başta Hizbullah olmak üzere eklentileri ile, kendilerini İslamcı diye tanımlayan kişi ve grupların Esed’i desteklemeleri, zulümleri görmezden gelmek bir yana, bizzat zulüm yapmalarıdır.
SURİYE DİRENİŞİNİ DEĞERSEZLEŞTİRMEYE YÖNELİK İTİRAZLAR
Suriye direnişi eleştirenler diyorlar ki; madem direnişçiler haklı idi, o halde niye başarılı olamadılar, Esed’i deviremediler. Soruyu yanlış sorunca, tabiatıyla cevabı da yanlış oluyor. Doğru soru şöyle sorulmalı idi, Esed başta İran olmak üzere neredeyse tüm dünyanın desteğine rağmen niye başarılı olamadı, direnişçilere bitiremedi?
Başka bir eleştirileri de şöyle; direnişçiler haklı ama, bu kadar acı ve kayba değmedi. İyi ama Suriye’li Müslümanlar böyle zalim bir rejime karşı ne yapacaklardı? Kıyamete kadar zillete ve zulme boyun mu eğeceklerdi?
Bu eleştiriyi yapanlar, Hüseyin (ra)’ın kıyamı ile Filistin direnişini niye destekliyorlar? Elbette uzayan direnişler ağır bedellere sebep olup, yılgınlık ve tereddütler oluşturabilir. Bu durum peygamberimiz zamanında, özellikle Hendek savaşında görüyoruz. Ama izzet bedel gerektirdiği gibi, tüm bunlar aynı zamanda kulluk imtihanımızın gereklerindendir.
Bu gün Suriye’de İsrail’den bin kat daha zalim, cani bir rejim var. Üstelik Filistin’in tamamen kurtuluşu bu günkü dünya şartlarında neredeyse imkansızken, Esed rejiminin devrilmesi imkansız değil. Hatta sadece İran destek vermese idi şimdiye kadar çoktan devrilmiş, bu kadar bedel ödenmemiş olacaktı. Buna rağmen Filistin direnişini desteklediğini iddia edip? Bu direnişin selameti açısından direniş hattını kırılmaması bahanesiyle Suriye direnişini desteklememek, hatta kösteklemek nasıl bir mantıktır?