“Allah’tan Başka Hiç Kimse Dini Hüküm Koyamaz”
Özgür-Der Amasya Temsilciliğinde, din adamlarını rableştirmek ve ilahlaştırmak suretiyle dolaylı ve açık şirke düşmenin mahiyeti ve bundan kaçınmanın yolu konusu işlendi.
Özgür-Der Amasya Temsilcisi Mustafa SİEL tarafından Temsilcilik Salonunda Cuma günü Kur'an ayetleri ışığında, din adamlarını Rableştirerek ve ilahlaştırarak dolaylı ve açık şirke düşmenin nasıl gerçekleştiği, bu şirkten korunmanın önemi ve yolları konusu işlendi.
Din Adamlarını Rabler Ve İlahlar Edinmek Suretiyle Şirke Düşmek
Tevhit ve şirkin anlamı ile açık ve dolaylı şirk konularını daha önce işlemiştik. Şirkle ilgili ele alınması gereken çok önemli bir konuda, insanların din adamlarını Allah adına konuşmaya yetkili yol gösterici görmek suretiyle Rableştirmek ve Allah'tan aldığı insanüstü güçler ile insanlara tabiatüstü yollarla fayda yada zarar vereceğine inanmak suretiyle İlahlaştırmak suretiyle dolaylı şirke ve hatta bazen açık şirke düşmeleridir.
Yahudi Ve Hristiyanların Din Adamlarını Rableştirmeleri
9.Tevbe Suresi 31. ayette Hristiyanların İsa (s) ile beraber din adamlarını da Allah ile beraber rabler ve hatta ilahlar konumuna getirerek ibadet etmek suretiyle şirk koşmalarından bahsedilmektedir.
Hristiyanların İsa (s)'a tabiatüstü güçlere sahip bir rab ve ilah olarak inandıkları malumdur. Lakin peygamberimizden gelen bir rivayette de açıklandığı gibi, Hristiyanların din adamlarını Rableştirmeleri din adamlarının Hristiyanlık adına söylediklerini kayıtsız şartsız doğru kabul etmeleri olduğu gibi, onlara aziz diyerek bizdeki evliya anlayışı gibi tabiatüstü güçler tanıyarak ilahlaşatırmaları suretiyle olmaktadır.
Nitekim bu gün Katoliklerin lideri Papa ve Katolik kilisesinin Allah adına konuştuğu ve söylediklerinin Allah'ın sözü gibi tartışılmaz olarak kabul edilmesi imanlarının gereği olarak görülmekte, bu nu kabul etmeyenler aforoz edilerek Hristiyanlıktan çıktı kabul edilmektedirler. Yine Katoliklerde bizdeki evliya kavramının karşılığı olan Aziz (Saint) ilan edilen din adamlarının tabiatüstü güçlere sahip oldukları, bu güçler ile hayatlarında ve ölümlerinin ardından insanlara tabiatüstü yollarla fayda yada zarar vereceklerine inanmaktadırlar.
Şia'nın Ve Bazı Tasavvufçuların Din Adamlarını Rableştirmesi Ve İlahlaştırması
Yine Şia mezhebinde 12 Masum İmamın Allah adına konuştuğu ve hata yapmadıklarına, yani masum olduklarına inanmak Şia olmanın mutlak bir gereği olduğu gibi, günümüzde İran'ın eski dini lideri Humeyni ve mevcut dini lideri Hamaney'de imamların varisi olarak hata yapmaz olarak kabul edilmektedir. Şianın bu rableştirmelerinin acı sonuçlarını 1300 yıldır yaşadığımız gibi, son yıllarda Irak ve Suriye'de yakınen yaşamaktayız.
Yine Şia'ya göre 12 İmam ve çağın ğayıb imamı tabiatüstü güçlere sahip olup, kainat bu imamların ve ğayıb imam sayesinde ayakta durmaktadır ve bu imamlar insanlara tabiatüstü yollarla fayda yada zarar vermektedirler. Doğrusu masum olduklarına inandıkları bu kişileri Allah'tan vahiy olan mutlak yol göstericiler olarak Rableştirmeleri ile kainatın üzerinde idareci tanımaları dolaylı şirki aşan ve açık şirke varan inanışlarıdır.
Abdallar, Kutublar, Ğavslar Şirkleri
Benzeri inanışları Ehli Sünnet içinde yer alan özellikle tasavvuf ve tarikatlarda yaygın olarak görmek mümkündür. Abdallar, kutuplar, ğavslar, evtadlar, üçler, yediler, kırklar diyerek yaşayan yada ölmüş şeyhlerin kainatın ayakta durmasında ve işlerinin yürütülmesine yer aldıkları inanışı, bu kişileri ilahlaştırmaları nedeniyle dolaylı şirki fazlasıyla aşan çok çok tehlikeli şirklerdir.
Yine Ehli Sünnet içinden çıkan Fetö'nün lideri içinde böyle bir Rableştirmenin ve İlahlaştırmanın dünyevi acı sonuçlarını son yıllarda yaşamaktayız. Fetöcüler tarafından tıpkı Şia'nın imamları gibi kainat imamı kabul edilen tabiatüstü güçlere sahip olduğu ve insanlara tabiatüstü yollarla fayda veya zarar verebildiğine inanılmak suretiyle ilahlaştırılması yanında; yanılmaz ve şaşmaz, Allah ve peygamberden direk talimat alan mutlak itaat edilmesi gereken yol gösterici kabul edilmesi suretiyle Rableştirilmesi dolaylı şirki aşan ve açık şirke varan inanışlardır.
İslam'da Din Adamı Yoktur, Her Müslüman Dininin Adamı Olmalıdır!
Kur'an'daki ilgili ayetler ve peygamberimizin hayatından anladığımıza göre, öncelikle İslam'da din adamı diye bir sınıf olmayıp, tıpkı peygamberimiz zamanında olduğu gibi istisnasız her Müslüman aynı derece de dininden sorumlu – dininin adamı olmakla sorumludur.
Bu gün din adamı diye vasıflanan ve peygamberimizin vefatından sonra ortaya çıkan ilahiyat, tefsir, hadis, fıkıh gibi alanlarda uzmanlık kazanan yada Eğitim kurumlarındaki ilahiyatçı öğretmenler ile, camiler ve Kur'an Kursları gibi düzenli işlerde istihdam edilen imamlar gibi kişilerin diğer Müslümanlardan tek farkları, dini konularda diğer insanlara göre daha fazla eğitim olarak uzmanlaşmış ve görevlendirilmiş olmalarıdır.
Lakin bu eğitim onların Allah adına konuşmalarını ve istedikleri gibi dini hükümler koymalarını değil, Kur'an ve Sünneti iyi anlayıp İslamı insanlara doğru anlatmaları ve yol göstermeleri anlamında konumda olmalarını doğurmaktadır sadece. Zira Hayatın her alanında yanılmaz yol gösterici ve hüküm koyucu tek hRab (terbiye edici) Allah olup, değil din adamları, peygamberlerin bile hüküm koyma yetkisi yoktur. Bırakın din adamlarını, Peygamberlere bile hayatın her alanında yanılmaz yol göstericilik ve hüküm koyma yetkisi tanımak Tevbe 31. ayete göre dolaylı şirktir.
Değil Din Adamları, Peygamberler Bile Dini Hükümler Koyamaz!
Nitekim 6. Enam Suresi 50 ile 46.Ahkaf Suresi 9 ve 7.Araf 203 ayetlerde, peygamberimizin sadece kendisine indirilene uymakla sorumlu olduğu ve kendisinin din ve hüküm koyucu olmadığı bildirilmektedir. Lakin peygamberler Allah adına direkt görevlendirildiklerinden korunmaları nedeniyle Kur'an'a ve Allah'ın rızası zıttına söz konuşmazlar, sadece vahiy olmayan hususlarda içtihatlarında bazen yanılırlarsa da, bu yanılmalar da bizzat vahiyle düzeltilerek korunmuşlardır. Bu nedenle peygambere itaat, Allah'a itaat anlamına gelir.
Lakin en önemli sahabeler dahil peygamberimizden başka (masum imamlar, mezhep imamları, şeyhler vs) hiç kimse peygamberimiz gibi Allah adına konuşamaz ve O'nun gibi korunmuş olmadığından pek çok hatalar ve günahlar işleyebilir, işlemişlerdir, işlemektedirler ve kıyamete kadar da işleyeceklerdir.
İslam'da din adamı olmayacağından, kendi çabalarıyla İslami konularda uzmanlaşmış ve din görevlileri diyebileceğimiz Müslümanlar, Allah'ın koyduğu bu hükümleri doğru anlamaya ve ictihatla gelişen yeni olaylara Allah'ın hükümlerine uygun çözümler bulmaya çalışırlar ve hata edebilirler.
İslam'a Göre Tasavvuf Şeyhlerinin Konumu
İslam'da niçin din adamı olmadığını açıkladık. İslam alanında uzmanlaşmış ve görevli kişilerin ise, Allah'ın dinini anladıkları kadarıyla açıklayan ve hata yapabilen kişiler olduklarını kabul etmek, onları insanüstü konuma yükseltmemek, söyledikleri her sözü Kur'an ölçeğine vurmak gerektiği de açıktır ve her Müslüman bunu yapmakla sorumludur. Zira her Müslüman dinini adamı olarak taklidi iman ve amele değil, tahkiki iman ve amele sahip olmak, bunun için dinini iyi bilmekle birinci derecede sorumludur.
Özellikle tasavvuftaki hata yapmaz, ilham alan ve masum şeyh anlayışının İslam'la bağdaşması asla söz konusu olamaz. Tasavvuf şeyhlerinin hayatlarında ve ölümlerinden sonra Allah'ça verilen tabiatüstü güçlere sahip oldukları, kainatın idaresinde söz sahibi oldukları, hesap günü insanların yargılanmasında şefaat hatta söz sahibi oldukları, insanlara tabiatüstü yollardan yardım edebilecekleri, onların kalplerini okuyabileceklerine inanmak onları ilahlaştırma suretiyle dolaylı ve hatta bazen açık şirkin yansımaları olduğu gibi; şeyhlerin ilham alan, hata yapmayan şaşmaz yol gösterici olarak kabul edilmesi de, din adamlarını Rableştirme suretiyle dolaylı ve hatta bazı durumlarda açık şirk olmaktadır.
İslam'da peygamberlere dahi verilmeyen bu güçler ve konumu şeyhlere tanımak asla İslam'la bağdaşmaz. Alim, hoca, şeyh ve başka isimlerle anılan İslami alanlarda uzmanlaşmış yada din görevlilerini, Kur'an ve peygamberimizin gerçek sünnetinden anlayabildiklerini kendilerine gönüllü olarak tabi olanlara anlatan ve öğreten muallimler olarak görmek, bilgilerinin eksik ve hatalı olabileceğini kabul etmek ve İslam adına söyledikleri her şeyin Kur'an ve sahih sünnetten delillerini istemek gerekir.