Tatvan Özgür-Der’de “Senusi Hareketi” Konuşuldu
Tatvan Özgür-Der tarafından her hafta düzenlenen cuma semineri programında bu hafta Batman Özgür-Der’den Ramazan Çelikal’ın sunumuyla “Senusi Hareketi” konuşuldu.
Program, Muammer Demirkol'un okuduğu Kur'an-ı Kerim ve mealinin ardından başlarken Ramazan Çelikal konuşmasında şu hususlara değindi:
1837 yılında Mekke'de Ebûkubeys dağında açtığı zâviyede irşad faaliyetine başlayan Muhammed b. Ali es-Senûsî, Kuzey ve Orta Afrika'da mevzi kazanmış, Fas'tan Yemen'e kadar geniş bir coğrafyada etkili olmuş, dört Sünnî mezhep ile tarikat mensupları arasında orta bir yolda yürümeye, mezhep ve tarikatları birleştirmeye çalışmıştır. Filibeli Ahmed Hilmi Efendi bu hareketi "XIX. yüzyıl İslâm dünyasındaki siyasî ve fikrî yapılanmalar içinde mezhep, tarikat, siyaset ve içtimâiyye gibi dört unsuru bir araya getiren bir cemiyet" olarak tanımlar.
Bir tasavvuf ekolünden ziyade bir ıslahat hareketi olarak görülebilecek Senusi hareketi, tarikat ve tasavvufu asli güzelliğine döndürmeyi, onu bir miskinler ocağı olmaktan çıkarıp, hayatın her yönünü kucaklayan bir hizmet kurumuna dönüştürmeyi hedef almıştı. Merhum allame Üstad Ebul hasen en Nedvi "Hakiki tasavvuf" adlı eserinde Senusiliğin tasavvufla cihadı, mücahedeyle mücadeleyi birleştirmenin en parlak örneği olduğunu dile getirmektedir.
Senûsî ıslahat düşüncesinin uygulandığı yer Senusi zaviyeleriydi. Senusi zaviyeleri genellikle
Kavşak noktalarında, Sahil güzergâhında, Su kaynaklarının ve kuyuların bulunduğu yerlerde, Ticaret yollan üzerinde, Hac yolu güzergâhlarında kurulmaktaydı.
Senusi zaviye eğitimlerinde öne çıkan hususlar şu şekilde özetlenebilir.
Delile, nassa dayanmadan İslâmî bir konuda görüş beyan edilmesi tasvip edilmemekteydi.
Senusiliğe göre, müridin öncelikle sağlam, sahih bir akîdeye sahip olması gerekmekteydi.
Batıl inançlardan, bid'at ve hurafelerden, küfre, şirke düşürecek duygu ve düşüncelerden arınması esastı. Muhammed b. Ali es-Senusi hayatını dinden uzaklaşan toplumu bid'atlardan vazgeçirmeye adamış, kurduğu zâviyeleri Kur'ân-ı Kerîm ve diğer dinî ilimlerin öğretildiği merkezler haline getirmiştir.
Fıkhî noktada azami derecede duyarlı olması, helâl-haram çizgisini iyice bilmesi, şer 'î yükümlülükleri yerine getirmesi istenmekteydi. Müridin bu esaslara riayet etmesiyle, tasavvufun inceliklerine vakıf olabileceği düşünülmekteydi.
Muhammed b. Ali es-Senusi, şeyhi Ahmed b. İdris'in izlediği İslâmî çizgiyi devam ettirmiştir. Buna göre, ifrat ve tefritten kaçınan, Kur'ân ve sünnete uygun bir tasavvuf anlayışını benimsemiştir.
Müzik âletleriyle gerçekleştirilen zikir merasimlerini tenkit etmiş, zikrin dua boyutu üzerinde durmuştur.
Şeyh Senusi, daha önceki tasavvuf esasları, kendi yolunda (Senûsiyye) birleştirdiğini ve tasavvufu tarihin cürûfundan temizlemek istediğini ileri sürmüştür.
İbadetlerin taşkınlık olmaksızın yürütülmesini öngörmüştür.
Senusi zaviyeleri, halkın inançlanyla ilgilenen ve çevresinde "dine dayalı ve barışçı" bir toplum örgütleyen kurum hâline gelmiştir.
Muhammed b. Ali es-Senusi, düzensiz pratik sûfizmi ifrattan uzak, saf hâle getirirken, hep Ahmed b, İdris'in belirlediği hedefi, göz önünde bulundurmaktaydı. Gösteriye dönen zikir meclislerini, çalgılı zikir halkalarını tenkit etmiştir.
Bu özellikleri nedeniyle, Senusi, bir tarikat şeyhi olmaktan ziyade, bir ihya hareketinin lideri şeklinde tanımlanmıştır.
Hareketin Fıkıh anlayışına bakıldığında; Gerçekte tarikat biçiminde örgütlenen Senusiyenin ıslahçı ve reformcu yanı ağır basıyordu. Islahçı tutumu özellikle mezhep ve fıkıh alanlarında belirgindi. Senusi, mezheplerce oluşturulan tüm hukuk sistemlerini kendi içtihatları çevresinde birleştirdi. Senusiyeye giren kişi, hangi mezhepten olursa olsun, Senusi`nin belirlediği inançları paylaşmak ve yaşamını onun öngördüğü biçimde düzenlemek zorundaydı. Bu girişim mezheplere bağlı bilginler çevresinde bazı tepkilere yol açtıysa da geniş halk yığınlarınca benimsendi. Hareketin bu konudaki görüşleri şu şekilde özetlenebilir
Gerek fikrî, gerekse amelî boyutta Ehl-i Sünnet anlayışına bağlı bir ekoldür.
Ehl-i Sünnet mezheplerinde icma ve kıyas şer'î delil kabul edilirken, Muhammed b. Ali es-Senusi, amelî sahada bu iki delili reddetmektedir. Kıyası reddetmesine rağmen, içtihadın ciddî bir taraftarıdır. İctihadları ile müctehid görüntüsü vermekle birlikte, bir mezhep kurma iddiasında bulunmamaktadır.
Mezhep farklılıklarının ortadan kaldırılmasına önem vermekteydi. Mezheplerin farklılıklarından çok, ortak noktalarının vurgulanmasına gayret göstermekteydi.
Muhammed b. Ali es-Senusi, herhangi bir mezhebin kör taklitçisi olmak yerine, içtihadı tercih etmekteydi. İçtihatlarını genelleştirmemekte, sadece kendi bağlılarını ilgilendirmekteydi. Çünkü hakkında olumsuz yargıya varılmasını engellemeye, yeni bir mezhep icadı suçlamasına maruz kalmamaya çalışmaktaydı.
Muhammed b. Ali es-Senusi mezhep imamlarının aşılamayacağı, günümüz ictihadlarının ilk dönem müctehidlerinin ictihadlarını gölgede bırakamayacağı şeklindeki ön yargıları kabul etmemektedir. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in dışında hiç kimsenin bağlayıcılığı olmadığı düşüncesindeydi.
İslâmî öğretimin asırlardır statik bir yapı içerisinde bulunduğunu söylemektedir. İslâmî düşüncenin donuklaşmasının mezhep kalıplarının dışına çıkılmamasına sebep olduğunu ifade etmektedir.
Ona göre, tüm sorunların çözümü Kur'ân'dadır. Müslümanların yeryüzünde varlıklarını ispatlayabilmesi, ancak Kur'ân'a sadakatle mümkün olabilir.
Senusi Hareketi'nin Siyasî Düşüncesi ise gerek teorik, gerekse pratik açıdan, tipik bir neo-sûfism hareketidir. Tamamen ahlâkî bir ıslahat programına sahipti. Senusîliğin ahlâkî ıslahat düşüncesi, siyasî hayata da adapte edildi. Böylece, toplumla içiçeliğe, toplumsal barışa öncelik verildi. İslâm dünyasındaki siyasî boşluğu doldurmanın çabası güdüldü. Aslında ne Muhammed b. Ali es-Senusi, ne de kendisinden sonraki Senusi önderleri, kendilerinin egemenliğinde bir devlet kurma girişiminde bulunmaktaydılar. Temel gayeleri, İslâm halklarının kültürel, ekonomik, sosyal ve siyasal alanlarda huzur ve sükûna kavuşması ve gelişmesi idi. Senusi önderleri, zamanla büyük bir saygınlık kazandı. Elde edinilen bu konum, devlet terimiyle bile ifade edilemez oldu. Hareket, siyasî alandaki büyük başarısını, daha çok politik amaçlı teşkilâtlanmasıyla gerçekleştirdi. Senusi liderlerine büyük devlet adamı gibi davranılmaktaydı. Bu noktada, Senusîliğin siyaset düşüncesindeki imamet, ittihad-ı İslâm, mehdîlik, hicret ve cihad anlayışları büyük önem arzetmektedir.
Toplumsal Barışın Sağlanmasında Senusi Hareketinin rolü'ne bakıldığında: ''Uhuvvet" ve "teâvün" (Kardeşlik ve yardımlaşma) Senusiliğin temel iki prensibiydi. Senusi Hareketi toplumdan soyutlanmamaya, toplumsal yükümlülüklerin yerine getirilmesine ve toplumun ıslahına çalışmaktaydı. Kuzey Afrika bölgelerinin toplumsal barış ve huzura kavuşması hareketin gelişimi ile paralellik arzetmektedir. Senusîlik, kabileler arasındaki rekabete son vermeye çalışmaktaydı. Hareketin merkezini iç bölgelere nakletmesinin sebebi, kabile savaşları ve aile kavgalarının önüne geçmekti.
Hareketin kurucusu Muhammed b. Ali es-Senüsî (1787-1859), vefatından sonra oğlu Muhammed Mehdî es-Senusi (1844-1902) hareketin başına geçti. Mehdinin vefatında oğlu İdris henüz küçük yaşlarda olduğu için yerine amcası Seyyid Ahmed eş-Şerif (1873-1933) hareketin başına geçti. 1917 yılında İstanbula geçen Seyyid Ahmet eş-Şerif bir daha bu topraklara dönemedi. 1918 yılından sonra hareketin başına geçen ve pek bir varlık gösteremeyen Seyyid Muhammed İdris'in (1890-1970) barış girişimleri, çoğu mücahidler gibi, Ömer Muhtar'ın da tepkisine neden oldu. Emir İdris'in Mısır'a giderken, yerine vekil bıraktığı kardeşi Muhammed Rıza, çatışma ve savaşa muktedir bir insan olmadığı için, İtalyanların Senusi ordugâhlarını basmalarından sonra başlayan direniş hareketinin önderliğini Nâibu'l-Am (Umumi Vekil) adıyla, o zaman altmış yaşlarında olan Ömer Muhtar(1858 – 1931) üstlendi. Çöl Aslanı olarak ta tarihe adını kazıyan yiğit kahraman 1931 Eylül ayında İtalyan işgal güçlerine esir düşmesi sonucu idam edilerek şehid edilmiştir.
Seminerin son bölümünde de "Senusi Hareketi Bizim Neyimiz olur?" sorusunun cevabı niteliğinde aşağıdaki değerlendirmeyi yaptı.
-Sahip oldukları düşünce yapısı ve bağımsız, ilkeli, Kur'an ve Sünnet temelli din anlayışlarından dolayı ıslah ekolünün bir parçası olarak sayılabilir.
-Sıradan bir tarikattan farklı, nefis tezkiyesini sadece uzlet ve dünyadan kopuş olarak algılamamışlardır. Mücahede ve Mücadele alanlarında beraber bir pratik ortaya koymuşlardır.
-Öze dönüş hareketi olarak ta kabul edilebilir bir performansına sahipti. Bid'at ve hurafelerden arındırılmış, Asr-ı Saadet İslam'ını hedefleyen, İçtihadın sonlandığı fikrini benimsemeyen sahih İslam çabası güden bir hareket olmuştur.
-İslam Birliği (İttihad-ı İslam) fikrinin fiili uygulayıcısı olmuşlardır. Gerek mezhepler arası farklılıkları ortadan kaldırmak, gerek Hilafet konusundaki düşünceleri ve gerek se Anadolu İslami hareketine verdikleri desteğin ana gayesi bu fikirdi.
-Kur'an temelli bir hayat talepleri Zaviyelerde verdikleri eğitimden net olarak anlaşılıyor. Sorunların çözümü mutlaka Kur'an'da aranmalı düşüncesi bunun en açık göstergesidir.
-İslam düşmanlarıyla dostluk kurmamaları, daha bağımsız bir mücadele ortaya koymalarının yolunu açmıştır. Yani hiçbir zaman işbirlikçi olmamışlardır.
-Asıl hedeflerinin gerçek bir İslami uyanışın gerçekleşmesi olması ıslah çizgisinde olduklarının başka bir nedeni olarak sayılabilir.
-Hiçbir vakit cebir, şiddet, savaş ve korku gibi bir tutum sergilememiş, dini yayma faaliyetlerinde, ancak gönül alma ve ikna etme usullerini kullanmıştır. Bu nedenle de çok geniş bir coğrafya tarafından teveccühle karşılanmışlardır.