Tatvan Özgür-Der'de ''Demokrasi ve İslam'' Konuşuldu
Özgür-Der Tatvan Şubesinin cuma seminerlerinin bu haftaki konuğu Özgür-Der Diyarbakır şube başkanı Süleyman Nazlıcan oldu.
''Demokrasi ve İslam'' meselesinin konuşulduğu seminer, Tatvan Özgür-Der'in dernek binasında icra edildi. Bünyamin Atalay'ın moderatörlüğünü yaptığı seminer, Enes Ece'nin okuduğu Kur'an-ı Kerim ve mealinin ardından başladı.
Süleyman Nazlıcan, konuşmasında şu hususları belirtti:
Toplumların tarihinde belli dönemler vardır. Bu dönemlerde kültürel ve siyasal karşılaşmalar olur ve insanların birbirlerini tanıma hususunda ciddi faaliyetlere girişilir. Ancak bu faaliyetler bazen baskın olan düşünceye entegrasyonla sonuçlanabileceği gibi bazen de tam tersine çatışmayla da sonuçlanabilir. İslam toplumlarının yaşadığı tarihsel safhalarda bu kültürel ve siyasal evreler çok bariz şekilde yaşanmıştır ve bu durum hala yaşanmaktadır. Bir dönem fetih hareketleriyle zirveye çıkan bu siyasal karşılaşma farklı din ve kültürleri tanıma ve tartışma konusunda çok ciddi entelektüel faaliyetler ortaya çıkarmıştır.
Nitekim hicri 2. ve 3. asırlarda İslam medeniyeti bir sıçrama yaşamış ve kendi medeniyet havzasında dünyaya ufuk açacak nitelikli tartışmalara öncülük etmiştir. Bu öncülük ta ki Avrupa'da başlayan Rönesans ve reform hareketleri ve ardından aydınlanma, modernleşme doğana kadar devam etmiştir. Avrupa'da başlayan bu tartışmalarla beraber köklü bir paradigmal değişime şahit olunmuş ve yeni kavramlar, yeni talepler ve prtatiklerle yeni konumlar ihdas edilmiştir. Bu paradigmal değişim hem siyasal alanda hem dinsel alanda hem de bilimsel alanda çok farklı sonuçlar doğurmuştur. Siyasal alanda mutlakiyet rejimleri yıkılmış yerine halkların egemenliğine imkan sağlayan demokrasi kültürü ve ulus devletler kurulmuştur. Dinsel alanda kilisenin ve dinin hayatın dışına itilmesi gerçekleşmiş ve laiklik düşüncesinin önü açılmıştır. Aynı şekilde teknik alanda meydana gelen değişimler, ekonomik faaliyetleri de etkileyerek sanayi devrimi, burjuvazi ve sosyal sınıfların oluşumuna neden olmuştur.
Biz müslümanların kavram karmaşası yaşamaması için gündemimize gelen kavramları iyi tanımaları gerekir. Bu kavramların etimolojisini bilmek ve zaman içerisinde geçirmiş olduğu dönüşümleri bilmek oldukça önemlidir. Bu çerçevede gittikçe popülerleşen demokrasi kavramı da tanınmalı ve bu konuda net düşüncelere sahip olunmalıdır. Şimdi özetle bu kavramı gündemimize alıp bu kavramın İslam ile ne gibi bir ilişkisi vardır? sorusu üzerinden anlamaya çalışalım.
Demokrasi halk yönetimi anlamına gelmektedir. A ntik dönemde Atina ve Sparta şehirlerinde uygulanma imkanı bulmuştur. Atinalı olmayanlar, köleler, vatandaş sayılmayanlar burada söz hakkına sahip değildiler. İnsanlar şehir meydanlarında gerçekleştirilen forumlarda reylerini izhar ediyorlardı. Bu forumlarda doğrular ve yanlışlar, taaluk ettikleri şeyin zatının gerçeklerine göre değil de izhar edilen oyların çokluğuna veya azlığına göre belirleniyordu. Dolayısıyla oy hakkı olan çoğunlukların fikirleri tayin edici ve belirleyici oluyordu. Bu tür yönetime (demos=halk), (kratos=yönetim) yani demokrasi deniliyordu.
Doğrularıı ve yanlışları belirleme yöntemi insanların oylarının çokluğu olunca iyi ve kötü, doğru ve yanlış her zaman değişebildiği gibi zaman ve mekana göre de değişebiliyordu. Örneğin; Atina'da oy sahibi kişilerin nazarında kötü görülen hırsızlık, ikiyüz kilometre uzaklıktaki Sparta'da iftihar edilecek bir maharet olarak karşılanıyor ve ve yakalanmadan bu işi yapanlara gıpta ile bakılıyordu.
Demokrasi bu şekliyle anlaşılma ve uygulamayı Yunan'da gördüğü gibi benzeri bir uygulamayı da senatosu vasıtasıyla Roma'da da görmüş fakat Hristiyanlığın Roma'yı sarmasıyla uzun asırlar unutalurak laik döneme geçilinceye kadar terk edilmiştir. Bilindiği gibi Avrupa'da kilise ve ve kral ilişkisi, yönetimi kendi tekellerine almış ve bu durumu uzun yıllar boyunca sürdüregelmiştir. Sonrasında bu istibdat ve baskıdan kurtulmak için A vrupa toplumları, tepkisel olarak dini değerleri hayatın dışına itmişlerdir.
İslam diğer dinler gibi sadece uhrevi yaşamın düzenlenmesi talebinde olmayıp bir bütün olarak dünya ve ahiret hayatını düzenleme ve şekillendirme amacına sahip bir dindir. İndirildiği dönemden itibaren bireylerin yaşamının tüm alanlarına yönelik önerileri olan İslam dini, Hz. Muhammed'i hem bir peygamber hem de bir yönetici konumuna getirmiştir. Böylece siyasal karaktere sahip bir din olarak İslam, devlet ve yönetim meselelerine dönük olarak bir takım önerilerde bulunmuştur. İlk dönem İslam toplumunda paeygamberin vefatına kadar siyasi bir tartışma yaşanmamıştır. Ancak peygamberin vefatından hemen sonra müslümanlar arasında siyasi ayrılıklar başgöstermiş ve halifenin kim olacağı tartışması yaşanmıştır. Nitekim halifelik tartışması İslam tarihinde en çok tartışılan konuların başında gelmektedir.
Halifenin kim olacağı, nasıl seçileceği mevzusu başlangıçta siyasi bir çerçevede cereyan etse de daha sonraki süreçte İslam dünyasının en büyük sıkıntalrına yol açacak olan mezhebi ayrışmaların da temelini oluşturmuştur.
Bu bağlamlarda tartışılagelen İslam ve siyaset konusu 19. yüzyıldan itibaren önemli bir farklılaşma yaşamıştır. İslam dünyasının batı ile karşılaşması ve ve bu karşılaşma neticesinde askeri yenilgiler alması, İslam dünyasının batı üzerinde düşünmesini ve onu dikkate almasını zorunlu kılmıştır. Özellikle Osmanlı imparatorluğunda devletin yıkılmasını engellemek için çeşitli tedbirler alınmaya çalışılmış ve bu tedbirler önce ordunun sonra da devletin diğer kademelerinin modernizasyonuyla sonuçlanmıştır.
Pratik tedbirler yanında izlenmesi gereken siyaset biçiminin ne olduğu sorusu, İslam toplumlarının neden geri kaldığı sorusu gibi temel sorular sorulmuş ve bunlara bir cevap arayışı içerisine girilmiştir. B u cevap çabaları içerisinde üç siyaset tarzıortaya çıkmış ve sırası ile Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük siyasetleri devletin dağılmasını engeller umuduyla hayata geçirilmeye çalışılmıştır.
Öncelikle yeni Osmanlılar olarak bilinen aydın grubu tarafından dillendirilen bu talepler, demokrasi veya dönemin adlandırması ile ''hükümeti meşruta'' veya ''usulü meşveret''tir. Yeni osmanlılar demokratik bir çerçeve içerisinde imparatorluğu yaşatacak bir çözüm arayışı içerisine girmişlerdir. İslamcılar da ilk defa Yeni Osmanlılar'ın dillendirdiği bu düşüncelerini paylaşmış ve demokrasi meselesi, ''usulü meşveret'' başlığı altında islamcıların ilk tartışma konularını teşkil etmiştir.
Böylece ilk defa Osmanlı devletinin yıkılış sürecinde gündeme gelmiş olan demokrasi, 20. yüzyıl boyunca İslam dünyasındaki düşünürleri ve hareketleri etkileyen bir siyasal olgu olmuştur. Osmanlı'nın yıkılması sonrasında Cumhuriyetin ilanı, Osmanlı toprakları içerisinde yer alan müslüman nüfusu farklı devlet çatıları altında toplamış ve daha önce aynı siyasi yapı içerisinde yer alan müslüman nüfus, artık ulus devletler altında farklı siyasi yapılar içinde yer alagelmiştir.
Yeni kurulan devletin Batılılaşma hedefleri, özellikle Türkiye'de İslami siyasi harekette önemli bir kırılma yaşatmıştır. Özellikle 1924 mart'ında çıkarılan üç kanun, yani; Hilafetin ilgası, Tevhid-i tedrisat kanunu ve Şeriyye ve evkav vekaletinin kaldırılarak yerine diyanet işleri riyasetinin koyulması, İslami kurumları büyük ölçüde kaldıran düzenlemeler olmuştur.
Öteki İslam ülkelerindeki İslami hareketler ise bağımsızlık hareketleri çerçevesinde gelişmiştir. Osmanlı toprakları üzerinde kurulan bu yeni ulus devletler ve sömürgeci devletlerin bölgedeki politik tutumları, İslamcı düşünürlerin ve hareketlerin Batı'dan gelen olgulara karşı mesafeli bir tavır almalarına neden olmuştur. Demokrasi de bu anlamda batılı bir olgu olarak Osmanlı dönemi İslamcıları tarafından farklı bir çerçevede algılanmış ve şüphe ile karşılanmıştır.
Bu bağlamda demokrasi, Katolikleştirme misyonundan medenileştirme misyonuna geçişte kullandığı bir araç olarak düşünülmüştür. Bu toplumsal ve siyasal şartlar çerçevesinde İslamcılar tarafından tartışılan demokrasi çeşitli sınıflamalar çerçevesinde değerlendirilse de en kapsayıcı şekliyle iki ana görüşe ayrılabilecektir. Bunlar; ''İslam demokrasi ile bağdaşmaz'' görüşü ve ''İslam demokrasi ile bağdaşır'' görüşleridir. Bu görüşlerin kendi içerisinde dayandığı sebepler farklılaşmaktadır. İslam'ın demokrasi ile bağdaştığı ya da bağdaşmadığı konusunda hem batılı sosyal bilimcilerin hem de İslamcıların farklı görüşleri bulunmaktadır.
Nitekim İslam dünyasında ''İslam demokrasi ile bağdaşmaz'' fikrini savunan Mevdudi, Hasan el Benna, Seyyid Kutup gibi düşünürler çıktığı gibi ''İslam demokrasi ile bağdaşır'' fikrini savunan Malik Bin Nebi, Muhammed Abid El Cabiri ve Yusuf El Karadavi gibi Alim şahsiyetler de var olagelmiştir.