Tatvan Özgür-Der Seminerleri Başladı
Özgür-Der Tatvan Şubesi tarafından düzenlenen haftalık cuma seminerleri başladı. Erdal EKER tarafından sunulan seminerin konusu “Ulusçuluk’’tu.
Özgür-Der Tatvan Şubesi tarafından düzenlenen haftalık cuma seminerleri başladı. Bu haftaki seminere Muş üniversitesinden Erdal EKER konuşmacı olarak katıldı. Erdal EKER tarafından sunulan seminerin konusu “Ulusçuluk’’tu.
Erdal EKER’in konuşmasının özeti:
“İçerisinde yaşadığımız zaman diliminden iki yüzyıl önce ortaya çıkan ifsad ile başlayan 'ümmetten ulus çıkarma' ideolojisi doksan yıl önce Türk modern ulus devletini tesis etti.
Fransız devrimiyle ulusçuluk ideolojisi ete kemiğe bürünerek yaygınlaştı. Sonrasında 'her ulusun kendi kaderini tayin hakkı' ilkesi, uluslar üzerinden ulus devletler kurulmasını salık veriyordu. Nation kavramı Fransız devrimine kadar kavim anlamına gelirken bu devrimle beraber seküler etnik birlikler olarak "ulus" anlamını kazandı. Çünkü oluşturulan yeni sınırlar (egemenlik alanları) kendini homojen bir ulus-toplulukla tanımlıyordu.
Hıristiyan teolojinin ilkesel siyasi bir akla hitap edememesi ,bilimsel çalışmalar ve değişik coğrafyalardaki kadim kültür ve dinlere karşı kapalı ve kadük despotizmi kapkaranlık bir ortaçağ yarattı. Ortaçağın sonlarında bu yapı hem bilimsel çalışmalar ve hem de dini reformistlerce ciddi anlamda sorgulanır oldu.
Avrupa'da oluşan yeni egemenlik paradigması Luther'in kilisesiz ve ruhbansız Protestan Hıristiyanlığının oluşturduğu seküler dünya algısı toplumun tutunduğu dini, motivasyon aracı olmaktan çıkardı.
Halkın odak tutunum ideolojisi de milliyetçilik olarak ifade edildi.
Avrupa'ya has tecrübe zemininde oluşan, romantik ve her türlü fikirle rahatlıkla mecz olan ve de bu nedenle çok hızlı yayılma istidadı gösteren bu ideoloji, 19. yüzyılın başında imparatorlukları etkisi altına alarak İslam dünyasında birçok ulus devlet bıraktı.
Ulusçuluk, sınırları muayyen bir toprak parçası üzerinde yaşayan farklı kavimlerden oluşan halkları tek tipleştirmeyi esas alır. alan, bu nedenle toplumsal standardizasyon ve homojenleştirmeyi amaçlayan; yönetim ve egemenliğin etnik, sosyal ve kültürel yapılara dayandırıldığı; ulusal çıkar merkezli; tarih, edebiyat, kültür, geçmiş ve gelecek tasavvurunun "ulus ve ulusal" üzerinden üretildiği; vatan ve vatandaşlık esaslı bir ideolojidir.
Ulusçuluk, ulusların kendi kaderini tayin hakkını, ulus devletin homojen bir ulus-kültüre sahip olmasını ve halk egemenliğini savunur. Bir davranış şekli olarak ulusçuluk, ulusal bir topluluğa mensup olma şuuru üzerine kuruludur. Ulusal topluluğa mensup olmayanlar farklı ve yabancıdır. Ulusu kuşatan kutsal semboller üzerinden (resmi dil, bayrak, vatan, kurtarıcı) kolektif birey profili oluşturulur.
Ulus devlet kurgusu, bu türden sembolleştirmeleri, duygulu marşları, anıtları, sancakları, yurt müziklerini ulusal birliği sağlamak için kullanmış ve böylece yeni güç dinamiklerinden oluşan rasyonel yapısını kurgulamıştır.
Bu tanımlamalar eşliğinde Türk ulusçuluğunu tahlil ettiğimizde, Türkiye'nin modernleşme tecrübesinin Türk ulusçuluğu için anahtar öneme sahip olduğunu söyleyebiliriz. Denilebilir ki, cumhuriyetin kuruluşunda, kendine alternatif bir ulus olma potansiyelini taşıdığı için Kürtlere, laik karakterine tehdit gördüğü için Müslümanlara ve son olarak da Sovyet tehlikesinden dolayı da sosyalistlere düşmanlık beslemiştir. Tek dil, tek vatan, tek bayrak, tek millet gibi semboller ve bunların ötesinde yaratılan kutsallar ulusçuluğun temel doneleri olmuş ve istiklal mahkemeleri, takrir-i sükun, isyanlar ve tenkiller, üretilen hayali iç düşmanlar bu ilkelerden kaynaklanmıştır.
Ulusçu ideoloji ve kadrolar tarafından "Türk'ün, Türk'ten başka dostu yoktur" ve "üç tarafı deniz, dört tarafı düşmanla çevrili bir vatan" söylemlerinde belirginleşen izole ve içe dönük bir egemenlik tesis edilmiş;
İslam kültür ve medeniyetinden koparılarak bu toplulukların yüzleri modernizme ve onun bu topraklara yabancı dünyasına çevrilmiştir. Arap alfabesi, hem İslam kültür ve medeniyetiyle irtibatı sağlıyor hem de aynı dili konuşma imkânı ümmetle ilişkiyi güçlendiriyordu. Böylece ümmete ait olan bırakarak; batının ideolojisi, yaşam tarzı, kendi kültürüne ait ürünü, Allahsız kültürü ve ahlaksız bireyciliğini satın alan ulusçuluğun kurucu kadroları ve onların varisleri Beyaz Türkler, Müslüman halkı, zavallı tüketici nesneye ve bir marabaya çevirdiler.
Bizim karşı olmamız gereken salt Türk ulusçuluğu değil en temelde ulusçuluk ideolojisidir.”
Sinan KIRANŞAL / Haksöz-Haber