“Kur’an Neslinin Oluşumunda Nicelik-Nitelik Sorunu”
Tatvan’da “Kur’an Neslinin Oluşumunda Nicelik-Nitelik Sorunu” semineri yapıldı
Özgür-Der Tatvan Şubesinde, Ali Değirmenci , “Kur’an Neslinin Oluşumu” konusunu çeşitli yönleriyle değerlendiren bir seminer verdi.
Dernek merkezinde gerçekleştirilen seminerde önce,Ali Ensarioğlu tarafından Kur’an-ı Kerim okundu. Sinan Kıranşal’ın genel tespit ve takdiminin ardından sözü Ali Değirmenci aldı.
Ali Değirmenci, konuşmasının başında, İslam”ın, Müslüman olmanın kişiye neler kattığını, nasıl bir dönüşüme ve kardeşlik bilince yol açtığını belirtti ve kendi müslümanlaşma sürecinde öne çıkan hususlara da değindi. “Kur’an Nesli” sözüyle neyin kastedildiğini, ne anlaşılması gerektiğini, bu konuyla ilgili temel kavram ve özelliklere nasıl yaklaşılması gerektiğini örneklerle açıklayan Değirmenci, sağlam ve iyi özümsenmiş bir vahiy bilgisi ve inancının yanı sıra çok yönlü ve işlek bir yeryüzü bilgisine de sahip olunması gerektiğini belirtti. İlk öncü neslin yetişme, diri bir şahidlik eşliğinde bir yapı ve kardeşlik yumağı oluşturmasındaki önemli dinamikler, portreler ve sahneler üzerinde duran konuşmacı, günümüz gerçekliği içindeki Müslümanların zaaf ve başarılarına da dikkat çekti.
“Vahyi bilginin özümsenip tanıklaştırılması, özgüven, kardeşlik, arınma, merhale bilinci, şahsiyet inşası, kadro oluşumu ve kitleleşme” gibi konulara kısa kısa değinen Ali Değirmenci, şunları söyledi: “Belirli ilke ve hedefler doğrultusunda toplumsal bir dönüşüme önayak olmak ve bu eksende bir mücadele çizgisi oluşturmak isteyen yapılar için hazırlık aşamasına, eğitim ve örgütlenmeye ciddiyetle eğilmek ve öncü bir kadro yetiştirmek gerçekten önemlidir.Sosyal değişim ve dönüşümün ilkeli ve kapsamlı bir şekilde gelişmesini sağlamak ve onu kalıcı ve sağlıklı kılabilmek elbette bir süreci, merhale bilinci ile hareket etmeyi gerektirmektedir. Bu süreç içerisinde kuvvetli bir bünye oluşturmak ve bu bünyeyi iç ve dış etkilere, zaaflara, saldırılara karşı rehabilite edebilmek ehemmiyetlidir. Bunlara dikkat edilmediğinde, olumsuz ve acı verici sonuçlarla yahut başkalaşma, savrulma ve çözülme gibi marazlarla karşılaşmak mukadderdir.”
Fetih suresi 29. ayetini okuyan ve bu ayette geçen “ekin meseli”nin İslami bir yapının billurlaşmış bir örneğini sunduğunu belirten yazar; merhale bilinci, eğitim, iç dayanışma, topluma yöneliş, sünnetullah, sınanma ve sebat konularında, ayetten hareketle sosyolojik ve siyasal tespitlerde bulundu.
Ali Değirmenci, konuşmasına “nicelik – nitelik sorunu”nu öne çıkararak devam etti. Konuyla ilgili olarak tarihten ve günümüz gerçekliğinden örnekler de veren yazar, Huneyn Savaşının bu bağlamda değerlendirilmesi gerektiğini belirtti ve bu savaştan çıkarılması gereken dersler üzerinde durdu: “Mekke'nin fethinden kısa bir süre sonra vuku bulan bu savaş, önemli bir siyer konusu ve bilgisi olmasının ötesinde, günümüzdeki kimi tartışmalı konulara da ışık tutacak bir ders ve ibret manzumesi olarak öne çıkmaktadır.Bilindiği gibi, Hevâzinliler Müslümanların ordusunun Medine’den yola çıktığını işittiklerinde, bu ordunun kendi üzerlerine yürüyeceğini düşünmüşler ve savaş hazırlıklarına başlamışlardı. Ordugâhını Evtâs’ta kuran Mâlik, müslümanlarla topyekûn savaşı göze almış ve kendisine itiraz eden bazı deneyimli kişilerin, kabile reislerinin itirazlarına da kulak asmamıştı. İstekli ve kararlıydı. Kendine güveni tamdı. Coşkusu ve gözü pekliği özellikle gençleri fazlasıyla etkiliyordu. Askerlerinin kadın, çocuk, mal ve hayvanlarını da yanlarına almalarını emretmişti. Bu sayede onların en değerli varlıklarını savaş meydanında bırakıp kaçmalarına engel olabileceğini düşünüyordu.
Mekke'nin müslümanların eline geçmesi üzerine İslami gelişimi durdurmak, çıkarlarını sağlama almak ve bölgede önemli bir güç unsuru hâline gelebilmek amacıyla harekete geçen Malik b. Avf, başta Beni Sakif olmak üzere bütün Hevâzin kollarıyla bir kere daha tek tek görüştü ve etkili konuşmalarıyla onları tefrikaya mahal vermeyecek bir şekilde bir araya getirdi. Bölgedeki küçük kabileleri de yanına çekti. Bu arada güçlü bir propaganda faaliyeti de yürütülmekteydi. Kapsamlı, ciddi ve disiplinli bir savaş talimi yapmaları, kendilerine olan güveni her geçen gün artırmakta, pekiştirmekteydi.Resûlullahda hemen savaş hazırlıklarına başladı ve Mekke’nin fethinden on yedi gün sonra, 27 Ocak 630’da 12 bin askerle saldırıya geçmek isteyen düşmanı karşılamak üzere yola çıktı. Şu husus gözden kaçırılmamalıdır ki İslam ordusunun bir bölümünü, İslam’a yeni giren, açıkça söylemeseler de ganimet ele geçirmeyi düşünen veya Hevâzinliler’e çeşitli nedenlerle eskiden beri düşman olan Mekkeliler oluşturuyordu. Bir diğer dikkat çekici ve etkileyici ayrıntı da ordunun içinde ÜmmüUmâre, Ümmü’l-Hâris ve ÜmmüSüleym gibi müslüman kadın savaşçıların yer almasıydı. Savaş, 11 Şevval 8 (1 Şubat 630) Perşembe sabahı başladı. Hevâzinlilermüslümanlardan önce vadiye gelmiş, vadinin en dar ve kumlu yerine pusu kurmuşlardı. Müslüman askerler buraya ulaşınca Hevâzinliler onları birden ok yağmuruna tuttular. Havanın henüz karanlık olması nedeniyle pusudaki düşmanların yerlerini belirleyebilmek çok güçtü. Atların ve develerin ürkmesi de öncü birliğin paniklemesine ve dağılmasına yol açtı. Ardından, panik ordunun asıl bölümüne de yayıldı ve askerlerin büyük bir kısmı düzensiz bir şekilde geri çekilmeye başladı. Hiç beklenmeyen bir bozgunla karşılaşılmıştı. Bu hiç beklenmedik durum, sayıca çok üstün olmasına rağmen İslam ordusunu büyük bir sıkıntıya sokmuştu. Bir süre sonra Hz. Peygamber’in etrafında muhacir, ensar ve ehl-i beytten çok az sayıda asker kalmıştı. Kaleme aldığı siyerindeİbnHişam, bu bozgun üzerine, fetih sırasında müslüman olmuş veya henüz İslamiyet’i kabul etmemiş bazı Mekkelilerin nasıl sevindiklerini ifade eden sözler sarf ettiklerini aktarmaktadır. Biraz zaman geçince Hz. Peygamber, rivayetlere göre Abbas bin Muttalib'in de yardımıyla ordusunu toparlamaya çalıştı. “Ey insanlar, nereye gidiyorsunuz? Bana geliniz! Ben Allah’ın elçisiyim. Ben Abdullah’ın oğlu Muhammed’im!” diye sesleniyor fakat sözlerini duyuramıyordu. Nihayet gür sesli Abbas’ın çabasıyla, meydandan kaçanların geri dönmesi sağlandı. Resûlullah, telaş içindeki birlikleri teskin etti, yeniden düzenledi, moral depoladı ve bu kez intizamlı bir şekilde görev dağılımı yapıldı. Müslümanlar Allah'a dayandılar ve Allah'ın yardımı hususunda bir güven duygusunun da motivasyonuyla ciddi bir taarruza geçtiler. Savaş yeniden kızıştı. Bu kez İslam ordusu Hevâzinliler’i dağıttı ve zafer kazanıldı.”
Ali Değirmenci, Huneyn Savaşını tasvir eden Tevbe: 25-27 ayetlerini okuduktan sonra, bu savaşla ilgili olarak şu çıkarımların yapılabileceğini belirtti:
- Sayısal üstünlük askeri, toplumsal ve siyasal alanlarda önemli olmakla birlikte hiçbir zaman tek başına belirleyici bir unsur değildir. Bilakis yanılgılara ve beklenmedik sonuçlara dahi neden olabilmektedir. Mezkûr savaşta İslam ordusunda 10 binden fazla kişi vardı. Buna karşılık düşman ordusu onun yarısı kadar bile değildi.
- Sayısal yetersizliğin getirdiği endişe kadar nicelik üstünlüğüne dayalı, içi doldurulmamış üstünlük duygusunun öne çıkardığı gurur, şımarma ve böbürlenme de kimi zaman çok önemli handikaplar, kolektif zaaflar oluşturabilmektedir. Nitekim müslüman erlerden oluşmasına, büyük başarıların ardından Mekke'yi fethetmesine ve sayıca üstünlüğüne rağmen İslam ordusu başlangıçta bir hezimete uğramıştır. Çokluktan kaynaklanan böbürlenmenin hiçbir yarar sağlamadığı Kur'an'da da açıkça vurgulanmıştır. Zira içeriksiz bir gurur; düzensizlik ve gevşekliğin en büyük sebeplerindendir.
- Askerî alanda olduğu gibi, büyük ölçekli her toplumsal alanda uyulması, ciddiye alınması, gerçekleştirilmesi gereken kurallar, yasalar vardır. Müslüman olmak bunları dışlamayı, hazır kalıplarla ve rastgele hareket etmeyi değil; bunlara öncelikle sahip olmayı, daima diri ve uyanık kalmayı, maddi ve manevi dinamizmi gerektirir.
- Hazırlıksızlık, eğitim ve motivasyon eksikliği gücü azaltır, böler ve hatta abartır. İslam ordusunda, yeni müslüman olanların yahut ciddi bir eğitim ve sınamadan geçmeyenlerin azımsanmayacak bir yekûn oluşturduğu söylenmektedir. Bocalayıp kaçanların çoğunun İslam'a yeni girmiş kişiler olması, belirli bir süreç içerisinde talimden, tedrici bir direnişten ve bilinçli bir adanmışlıktan geçmemiş kişilerin öne çıkması, telafisi güç gedikler açmıştır.
- Zorluklarla karşılaşmak, yenilgiye uğramak yahut ilk bakışta şer gibi görünen olumsuzluklara duçar olmak, istenmese de her zaman olasıdır. Önemli olan kendini toparlayabilmek, çözülmemek, dik ve kararlı durabilmek, sosyal bünyeyi zamanında rehabilite edebilmektir. Sağlıklı ve yapıcı çıkarımlarda bulunabilmek, ders alabilmek, ciddi ve daha fazla çalışmaya yönelmektir. Hz. Peygamber’in Huneyn'de bozgundan sonra yaptığı gibi, Allah'ın yardımının gerekliliklerini oluşturmak ve toplumsal yasaları iyi değerlendirebilmektir. Yenilgiyi ya da olumsuzlukları içselleştirmek; zihnini ve yüreğini dünyaya, şeytanın iğvasına terk etmektir.
- Ciddi hedefleri ve beklentileri olan toplumsal hareketler; planlı, düzenli ve istikrarlı çabalarla yol aldıkları takdirde kuvvet ve kalıcılık kazanabilmekte, etki uyandırabilmektedir. Dönüştürme fikri, bu bağlamda, hem bu etkinlik ve organizasyona öncülük edip istikamet kazandırabilecek kişi ve yapılar açısından hem de bu etkinliğe çeşitli yönlerden iştirak edecek kitleler bakımından bir birikim ve süreklilik anlayışı içerisinde tezahür edebilmelidir.
- İlkesiz, içeriksiz ve merhalesiz bir kitleselleşme, çoğalma anlayışı tarih içerisinde kimi örneklerde olduğu gibi, günümüzdeki İslamî oluşumlar nezdinde de yozlaşma ve gerilemeyi, var olanı koruma ve devam ettirme uğruna atalet, ürkeklik, pragmatizm ve kimlik bulanıklığını çoğu zaman beraberinde getirmektedir. Ancak yeri gelmişken ifade etmek gerekir ki niteliksiz ve keyfiyetsiz bir kitleselleşmeyi reddetmek ve tedriciliğe değer atfetmek; müslümanları beklemeye, tembelliğe de sevk etmemelidir.
- Yaşadığımız son süreç, getirdiği kimi sıkıntılara rağmen, bütün bunları fıkhetmemiz için de önemli bir imkânlar manzumesi sunmaktadır. Ancak geçmişten devralınan kimi olumsuzlukların aşılması yerine eski seviyenin daha da gerisine düşme zaafiyetine sıklıkla şahit olmaktayız. Çeşitli mazeretler eşliğinde, çıta sürekli düşürülmektedir. Umut verici birçok gelişmenin yanı sıra toplumsal bir kaos ve tedirginliğin de yaşandığı şu son günlerde pragmatik, popülist, dirençsiz, savruk ve kirli yaklaşımların hâlâ öne çıktığını gözlemleyebilmekteyiz. Kimi çevreler nasihatlerin ötesinde musibetlerden de ders çıkarmamakta ısrarlı görünmektedirler.
- Huneyn Savaşı'nda bozguna uğrayan müslümanların Allah'a dayandıklarında ve sünnetullahın gereklerini yerine getirdiklerinde tekrar toparlandıklarını ve sonuçta galip geldiklerini görüyoruz. Fakat Allah yerine dünyaya dayanmaya yeltenenlerin sahte böbürlenmeleri onlara hiçbir yarar sağlamayacak ve kimi zaman onlara koca bir yeryüzü bile dar gelecektir!
Güncel gelişmelerin de değerlendirildiği program, katılımcıların katkıları ve soru-cevaplarla son buldu.