"İlahi Mesajın Özü Tevhiddir!"
Abdulhakim Beyazyüz, Özgür-Der Tatvan Şubesi’nde “Tevhid ve Yaşam” konulu bir seminer verdi.
Özgür-Der Tatvan Şubesi Cuma Seminerlerinin bu haftaki konuğu Diyarbakır Özgür-Der’den Abdulhakim Beyazyüz idi. Beyazyüz “Tevhid ve Yaşam” konulu seminerine ilgi büyüktü.
Abdulhakim Beyazyüz, seminerde özetle şunları söyledi:
Kur'an'ın bildirdiği esas, kendisine kelimeler verilen ilk insandan bu yana, diğer peygamberlere de iletilen bildirimle hep aynı olmuştur. İlahi mesajın özü Tevhid'dir. Tevhid yaratmada, yönetmede, hüküm koymada, gaybı bilmede, mutlak yetkinin Rabbimize ait olduğunu kavramak; her türlü şirke, zulme, sapkınlığa karşı tavır sahibi olmak; kulluğumuzu ve dinimizi yalnızca Allah'a has kılmak bilincine ulaşmaktır. Bilinç, bilginin eylemleşmesidir. Tevhidi bilinç vahyin ikamesi, inanç ve eylem alanlarında yaşanan tuğyana karşı tavır sahibi olunmasıdır.
İnsanların yaşamını düzenleyen vahiy, mutlak bilgi ve güç sahibi Allah tarafından gönderildiği için birinci derecede önemli ve bağlayıcıdır. Vahiy, Allah'ın sözlü bir müdahalesi olarak inzal olurken, sahip olunan Allah telakkisi de vahyin nasıl algılandığına, nasıl sosyalleştirildiğine birinci dereceden etki eder. Bizim kökümüz bizatihi ulaştığımız tevhidî bilincin kendisidir. Tevhid evrensel bir çağrıdır. Onun mesajı coğrafi sınırlarla ve yaşanmış olan cahili tarihle engellenemez. Çünkü tevhidî mücadele, Adem (a)'a ilk kelimelerin verilmesinden, fitne yeryüzünde kalmayıncaya kadar sürecek olan çağlar üstü ve evrensel bir mücadeledir. Hak ile batılın, adalet ile zulmün, tevhid ile şirkin, rabbani olan ile şeytani olanın mücadelesi... Bu mücadelenin tarihi liderliğini, tevhid mücahidleri ve hidayet elçileri olan peygamberler yapmışlardır.
Müslümanlar olarak inandığımız, kendisine teslim olduğumuz âlemlerin rabbi olan Allah'ı tanıyabileceğimiz yegane kaynak Kur'an'dır. Rabbimiz, Kitabı'nda kendisini çeşitli sıfatlarıyla tanıtmaktadır. Bu sıfatlar genel olarak tasnif edildiğinde Rabbimizin "rahman, rahim, gafur, tevvab vs." gibi sıfatlarla kendisini bağışlayıcı, mükâfatlandıran olarak nitelendirdiği müjdeleyici boyutu; diğer taraftan da "kahhar, şedidü'l-ikab, muntakim" gibi cezaya dönük sıfatlarla kendini nitelendirdiği korkutucu boyutu karşımıza çıkmaktadır. Bunlarla bağlantılı olarak kendisine teslim olan mü'minlere olağanüstü güzelliklerle dolu cennet vaadinde bulunurken, emirlerine uymayanlara ise yine olağanüstü korkunç cehennem tehdidinde bulunmaktadır. Şüphesiz Allah'ın mükâfatlandıran sıfatları, cezalandırıcı sıfatlarla karşılaştırıldığında çok daha fazla, cezaları da yalnızca hak edenleredir. Bu bakımdan Kur'an'daki Allah telakkisi, sürekli insanları iyiliğe çağıran, bu konuda her türlü yardımı esirgemeyen, fakat zorla hakka ayak diretenleri de adaletinin gereği olarak cezalandıran bir görüntü arz eder.
Sahip olunan Allah telakkisi eğer hiç azap etmeyen, kullarına sürekli merhametli davranan bir anlayışı içeriyorsa, bu dinin bağlıları arasında ifsat yaygınlaşır. Çünkü yapılan bütün kötülüklerin affedileceği kanaati hâkimdir. Tersi durumda yani inananlarını sürekli tehdit eden, onları şiddet yöntemleriyle etkileyen Allah tasavvurunda ise insanlar sevgi ve merhametten uzaklaşarak donuk, tekdüze bir görüntü arz ederler.
Allah'tan başka hiçbir kimsenin yerine getiremeyeceği herhangi bir şeyi, onu karşılamaktan aciz olan melek, peygamber veya salih inanlar gibi herhangi bir kuldan istemek ne hayret uyandırıcı bir durumdur. "İyyake na'budu ve iyyake neste’iyn" (Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım isteriz) ayetine göre nasıl ki Allah'tan başkasına kulluk yasaksa, ondan başkasından yardım dilemek de yasaktır. Başkasına kulluk ne kadar "iyyake na'budu"ya aykırı ise Allah'tan başkasından istianede bulunmak da o kadar " ve iyyake neste’iyn"e aykırıdır. Yardım istenenler melekler, peygamberler ve salihler bile olsalar, durum aynıdır. Allah'tan istenmesi gereken şey başkasından istenemez. Kulluk ve istiane Allah'a has kılınmalıdır. Bu her gün beş vakitte yenilediğimiz bir ahittir.
Zihinlerdeki Allah telakkisi, vicdani, soyut bir düşünce olmaktan çıkıp; itikad, iman derecesine yükseldikçe Allah'ın/vahyin, hayata müdahalesi artar. Zaten kısaca Allah-insan, insan-insan, insan–eşya ilişkisi olarak tanımlayabileceğimiz 'din'in temelini de Allah telakkisi oluşturmaktadır.