“Davetçi Kimliğimiz ve Sorumluluklarımız”
Tatvan Özgür-Der’in “Davetçi Kimliğimiz ve Sorumluluklarımız” başlıklı konferansı Ramazan Kayan’ın sunumuyla Tatvan Belediyesi Kültür Merkezi’nde gerçekleştirildi.
Tatvan Özgür-Der, araştırmacı-yazar Ramazan Kayan'ın "Davetçi Kimliğimiz ve Sorumluluklarımız" başlıklı konferansına ev sahipliği yaptı.
Yoğun bir katılımın olduğu konferans, Tatvan Belediyesi Kültür Merkezi'nde gerçekleştirildi.
Şaban Hayran'ın sunuculuğunu yaptığı konferans, İbrahim Aykan'ın okuduğu Kur'an-ı Kerim ve mealinin ardından Tatvan Şube Başkanı Özcan Taşcan'ın selamlama konuşmasıyla devam etti.
Tatvan Özgür-Der'in faaliyetlerinin ve tarihçesinin gösterildiği sinevizyon gösteriminin ardından Ramazan Kayan, sunumunu gerçekleştirdi.
Ramazan Kayan, konuşmasında şu noktalara değindi:
Söze şuradan başlamak isterim: Bu hafta başında Dünya Müslüman Alimler Birliği Başkanı Yusuf el Karadavi İstanbul'daydı. Karadavi ile özel bir ortamda buluşmak nasip oldu. Doksan iki yıllık bu çınarın nasihatlerini dinledik, ümmetin sıkıntılarını dinledik.
Kendisine de şöyle bir soru yönelttim: Üstadım! Gerek Türkiyeli Müslümanlarda gerekse dünya Müslümanlarında gözlemlediğimiz şöyle bir durum var: Üzerimizde bir ağırlık, tarif etmekte zorlandığımız bir yorgunluk var. Üzerimizdeki bu halsizlik ve yorgunluğun sebebi nedir ve bunu nasıl üstümüzden atabiliriz?
Karadavi, bize nasihatte bulunarak, "İnsanlığın haline ve İslam tarihine bakınız, on dört asırlık tarihimizde buna benzer durumlar yaşanmıştır. Ümmette yorgunluk, yılgınlık, bezginlik, panik ve şoklar yaşanmıştır. Bunlar geçici süreçlerdir. Bu olumsuzluklara takılı kalmayınız geleceğe umutla bakınız, asla karamsarlığa prim vermeyiniz." dedi ve özellikle Hz. Yusuf'tan örnek verdi: "Hz. Yakup, Yusuf'unu kaybettikten sonra kanlı gömleği önüne gelmesine rağmen hiçbir şekilde ümitsizliğe düşmedi. Gözlerini kaybetti ama umudunu kaybetmedi. Ve gün geldi Allahu Teala, Yakup'u Yusuf'uyla buluşturdu."
Bizim de kayıp Yusuflarımız, yitik değerlerimiz, özgürlüğümüz, onurumuz olabilir. Ama asla geleceğe umutsuzlukla bakmamalıyız.
Tekerlekli sandalyede doksan iki yıllık yaşına rağmen koşuşturan Yusuf el Karadavi'ye bakınca anladım ki bu iş bilek işi, kas ve adale işi değil yürek işidir. Eğer yürekten engelli değilsek hiçbir güç bizi yolumuzdan ayıramaz.
Üzerimizde bir yorgunluk var. Türkiye tarihi boyunca İslami davet ve şahitlik sorumluluğumuzu sürdürme hususunda hiçbir dönemde bu denli imkana sahip olduğumuzu hatırlamıyorum. Ancak hiçbir dönemde de bu kadar ağırlaştığımızı, hantallaştığımızı, yorgun düştüğümüzü de hatırlamıyorum.
Bizi yoran nedir? Yol yorgunu muyuz? Sefer yorgunu muyuz? Yoksa oturduğumuz yerde mi yorgun düştük? Bu soruya cevap arayacağız. Ama bana öyle geliyor ki oturduğumuz yerde yorgun düştük.
Davet bir yaşam biçimi, bir dünya görüşüdür. Beş vakit namaz nasıl farz ise davet de bizim için aynı derecede bir farzdır. Hatta kıldığımız namaz sadece bizi cennete götürürken davetimiz binlerce kişiyi cennete götürebilecek bir eylemdir.
Sadece kendi iyiliğimiz için mücadele etmek değil herkes için, her insan için mücadele etmektir esas olan. Zira "Siz, insanlığ(ın iyiliği) için çıkarılmış hayırlı bir topluluksunuz; doğru olanı emreder, eğri olandan alıkoyarsınız ve Allah'a inanırsınız." buyurulmaktadır ayette.
Müslüman, sadece kendisi için değil ötekisi için de çabalayan insandır. Müslüman başkası için yaşama erdemini kuşanan insandır. Maalesef ki bizler ötekileştirmelere teşne olduk.
İşte bu noktada bunca tecrübemizin üstüne bize yeni bir heyecan lazım. Organize olmamız, yürek yüreğe bir dayanışma gerçekleştirmemiz lazım.
Aliya İzzetbegoviç, Bosna direnişinin en kesif zamanlarından birinde ümitsizliğe düşen askerler görünce direnişçileri toplayıp onlara şöyle diyor: "Çok şükür ki tarihi yazan Allah'tır. Bize düşen ise elimizden geleni yapmak."
Allahu Teala bizlerden bunu istiyor: Kimin neye gücü yetiyorsa onu yapmalıdır. Üzerimize düşeni yapmadıktan sonra büyük büyük projelere ihtiyacımız yok. Elimizden geleni yaptıktan sonra gerisini Allah'a bırakmak.
Elimizden gelenin en iyisini yapabilmek için el ele vermemiz, güç birliği yapmamız lazım.
Allah'ın davasını yüceltebilmemiz için de tertemiz ellere ihtiyacımız var. Allahu Teala kendi davasını kirli ellere teslim etmez. Ellerimiz temiz ise o eller teslimiyetin de temsiliyetin de hakkını verecektir.
Eğer ki gömleğimiz Hz. Yusuf'un gömleği gibi temiz ve namuslu ise Allahu Teala bizleri de Hz. Yusuf gibi Mısır'a sultan yapacaktır. Ama dikkat edelim, sakın gömleğimiz önden yırtık olmasın!
"Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah'ın ve Resûl'ünün çağrısına uyun ve bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer. Yine bilin ki, O'nun huzurunda toplanacaksınız." (Enfal-24) ayetinden de anlıyoruz ki bitkin, bezgin, yılgın hayatlarda yeniden dirilişin adresi Allah ve Resûl'üne hakkıyla icabet etmektir.
"Allah'a ve Resûl'üne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve gücünüz, devletiniz elden gider. Sabırlı olun. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir." (Enfal-46) ayetinden de anlıyoruz ki yeni bir heyecan, yeni bir rüzgar oluşturabilmenin yolu iç ihtilaflarımızı, kıskançlıklarımızı, çekişmelerimizi sonlandırmaktan geçiyor. Düşman bizi yormadı, biz birbirimizi yorduk. Bizi yoran egolarımız, ihtiraslarımız, önyargılarımız... Bunu aşmanın yolu da kardeşliğin hakkını vermektir.
Konferansın ardından Ramazan Kayan, kitaplarını imzalarken kimi konuklar da Tatvan Özgür-Der'in geçmiş dönem faaliyetlerini gösteren fotoğraf sergisini gezdi.