“Cemaleddin Afgani ve Hareketi” Konuşuldu

“Cemaleddin Afgani ve Hareketi” Konuşuldu

Özgür-Der Tatvan Şubesinde hafta Cemaleddin Afgani ve Hareketi konusu ele alındı.

Özgür-Der Tatvan Şubesinin Cuma seminerlerinde bu hafta "Cemaleddin Afgani ve Hareketi" konusu ele alındı. Sunumu Tatvan Özgür Der üyesi Metin AVA yaptı .

Metin AVA’nın sunumunun özeti:

Cemaleddin Afgani anlamak ve idrak etmek için hayatını iyi bilmemiz gerektiğini belirten AVA, Cemaleddin Afgani hayatına kısaca şöyle değindi.

Cemaleddin Afganî, Kasım 1838 yılında Afganistan’ın Konar vilayetinin Esedâbâd köyünde doğdu. Bölgede seyyid olarak bilinen ve sevilen bir aileye mensuptur. İlk eğitimini Kazvin Medresesi’de önemli bir alim olan babası Safdar’dan aldı. Afganî 1849 yılında ailesi ile birlikte Tahran’a geçerek burada da ünlü Şii kelâmcısı Akâsid Sadık’tan ders aldı. Buradan Şii öğretim merkezlerinden olan Irak’ın Necef kentine geçen Afganî, dört yıla yakın bir süre Şeyh Murtaza el Ensarî’den tefsir, hadis, felsefe, kelam, mantık ve usul dersleri aldı. 1854 yılında Hindistan’a geçerek, önce Bombay sonra Kalküta’da pozitif bilimler üzerine öğrenim gördü.

1857 yılında hac maksadıyla çıktığı seyahatte Hicaz, Mısır, Yemen, Türkiye, Rusya, İngiltere ve Fransa gibi birçok ülkeyi gezdi. Bir yıl süren bu seyahatten sonra Afganistan’a geri döndü. Bu seyahat boyunca bir yandan zihninde taşıdığı ıslahat düşüncesini netleştirirken, diğer yandan Batı’nın sömürgeci yüzünün çirkinliğine şahit oldu. Bu sırada Afganistan’da, vefat eden Dost Muhammed Han’ın yerine Muhammed A’zam Han geçince başbakan oldu. İngilizlerin entrikasıyla Muhammed A’zam’ın iktidarı 1868 yılında Şir Ali Han’a geçince Afganî Hindistan’a geçti. Burada kendisine gösterilen büyük teveccühten ve faaliyetlerinden rahatsız olan İngilizler, Afganî’yi Hindistan’ı terke zorladılar.

1870 yılı başlarında Mısır’a geçip burada kırk gün kaldıktan sonra İstanbul’a hareket eden. Afganî, burada kaldığı süre içerisinde Yüksek Maarif Şurası’na üyelik yaptı ve halka açık konferanslar verdi. Aynı yıl Daru’l Fünun açılışında, müdür Tahsin Efendi’nin daveti üzerine sanat üzerine bir konferans verdi. Başta dönemin Şeyhülislamı Hasan Fehmi Efendi olma üzere Afganî’nin muhalifleri, bu konuşmadaki örnekleri çarpıtıp bir yaygara çıkarınca, sultan onu 1871 yılında tekrar Mısır’a yolladı

Burada ikamet ettiği sekiz yıl içerisinde Mısır uleması üzerinde büyük fikrî ve siyasî etkisi oldu. Bu bölgedeki İslamî hareketin önemli bir şahsiyeti olan Muhammed Abduh’la tanıştı. 1879 yılında Mısır’dan tekrar Hindistan’a geçen Afganî, İslâm aleminde büyük bir tehlike halinde yayılan materyalizm fikrine karşı Haydarabad’da Materyalizm’e Reddiye isimli bir risale yazdı.

1882 yılında Mısır’da patlak veren Urabî kıyamının başarılı olması için Hindistan halkının sömürgecilere karşı isyana çağırdığı istihbaratını alan İngilizler Afganî’yi gözetim altına aldılar. Bilahare isyan bastırıldıktan sonra Afganî de Paris’e geçti.

Burada, Mağrib’ten Hindistan’a kadar uzanan El-Urvetü’l-Vüska isimli bir cemiyet kuran Afganî, Mısır’dan talebesi ve dostu olan, o sıralarda Beyrut’ta sürgünde bulunan Muhammed Abduh ve Mirza Muhammed Bâkır’ı Paris’e davet etti. 1883 yılında Abduh’la birlikte bu cemiyetin ismi altında bir de gazete çıkarmaya başladılar. Gayeleri ise müslümanların uyanmasını, Doğu’nun kendisine gelip sömürgecilerden kurtulmasını, İslâm ülkelerinde gerekli ıslahatların yapılmasını ve hilafetin canlanmasını sağlamaktı.İngilizler gazetenin Mısır, Hindistan ve Osmanlı ülkesinde yasaklanması için girişimlerde bulundu. Gazete ancak 18 sayı çıkan gazete kapanmak zorunda kaldı.

Afganî, 1885 yılında İran Şahı Nasırüddin’den aldığı davet üzerine bu ülkeye gitti. Ancak Şah’tan ülkede ıslahat yapmasını isteyince Şah’la ters düşen Afganî bu ülkeden ayrılarak 1886-1889 yılları arasında Rusya’da kaldı.

Osmanlı sultanı II. Abdülhamid’in de daveti üzerine 1892’de ikinci defa İstanbul’a geldi. Hayatının bu ikinci İstanbul döneminde Afganî, geniş bir ilmî ve siyasî çevre edindi, II. Abdülhamid’in de teşvikiyle Sünni-Şii diyalogu ve yakınlaşması için çaba sarf etti. Lakin İran şahına yapılan suikast sonucu, Sultan Abdulhamid, Cemaleddin Afganî’nin manevra alanını son sınırına kadar daraltı...

İslam Birliği düşüncesini, “Lider halife, merkez Mekke” ana sütunları üzerine kuran Cemaleddin Afganî, modern çağda İslamiyet’in yeni bir düşünce ve proje olarak ortaya konulmasında büyük çaba ortaya koydu. O, hürriyet, milliyet, kendine güven ve hak-adalet konularında önemli tespitlerde bulundu. İslam coğrafyasının değişik bölgesindeki diriliş hareketlerini ve bir çok önemli ismi etkiledi. Bunlar arasında Yeni Osmanlılar, Jön Türkler, Mehmet Emin Yurdakul, Yusuf Akçura gibi Türkçüler, Muhammed Abduh, Reşit Rıza, Muhammed İkbal, Seyyit Bey, Mehmet Akif, Said Nursi gibi mütefekkirler var.

İslam’ın tüm ekollerinden beslenmiş, tahkik ehli bir iman ve eylem adamı olan Cemalettin Afganî, çenesinde başlayan bir boğaz kanseri sonucu 9 Mart 1897’de İstanbul’da vefat etti. Nişantaşı’ndaki Şeyhler Mezarlığına defnedildi.

Hareketi:

Afganî , içinde yaşadığı asrın zulmüne baş kaldırma çağrıları yaparak ömrünü islam halklarının diriliş ve vahdetini sağlayıp onları top yekün zilletten kurtulma çabalarına hasretmiş biriydi. Çünkü gıdası zillet, giysisi yoksulluk, evi harabe olmuş islam halklarının hak ettikleri izzetli hayat ancak yerli ve yabancı istibdada başkaldırı ile mümkün olabileceğini söylüyordu. Başı boş bir isyan değil, tevhidi vasıfları içeren bir mücadeleyle başarıya ulaşabileceğine inanıyordu.

Afganî, tevhidi mücadelenin başarıya ulaşabilmesi için ilkin, içte ıslah edilmesi gerekli olduğunu belirlemiş ve bu çerçevede mücadele vermiş biridir. Ona göre Müslüman halklar sahih bir inançtan ve amelden uzak, korkaklık, tembellik ve cehalet içinde bulunmaktadır, insanlarda akletme vasfı yok olmuş, ruhi hissiyat çökmüştür. Müslümanlar ancak kardeştirler ilahi prensibine muhalefet edercesine yanı başındakilerden bile habersiz olduklarını belirtiyordu.Bu manzara karşısında umutsuz değildi Afgani. Kaybedilen değerleri hatırlatıp insanların ıslahının, toplumun ıslahına vesile olacağına inanmaktaydı. Müslümanlar Kur'an'ı okudukları ve onu hayatlarına geçirdikleri sürece, zaman onları zillet ve hezimete düşürmeğe kadir olamayacaktır. Müminlerin yegane düsturu Kur'an, okunmalı ve yaşanmalıdır. Yani onda ifade olunan tevhidi mücadele ve onun gerekleri yapılmalıdır. Gören, düşünen ve eyleme geçen mü'minler için Sünnetullah'ın gereği, hallerinin değişimi tecelli edecektir diyordu.

Afganî'nin adalet anlayışı, halk ve idareciler açısından tevhidi düşünce ve islami ıslahat hareketinde önemli bir yere sahipti.. Adalet kavramının tanımına binaen her hak sahibine hakkını vermek, her şeyi doğru yolda sarfetmek, ülke yönetimini ehil olanlara vermekle kurulacak bir düzenin olmasını istiyordu., Zira mü'minler arasında görülen uyuşmazlık ve ihtilafların temelinde, idari bozukluklar ve sağlıklı anlayıştan uzak olmanın yattığını biliyordu. Bu çerçevede yeryüzünde Allah'ın hükümlerinin ikamesi ve adaletin tesisi için idarecilerin ıslahına ihtiyaç vardır.

Islahat gayretleri doğrultusunda halklar ve idarecilerle yoğun temaslar içinde bulunan Afganî, İslami hareketin sağlıklı bir zemin üzerine yerleşebilmesi için dinin ıslahını da zorunlu görmüştür. Afganî kendilerini ıslah etmesi gereken alimlere ve islam düşünürlerine mesuliyetlerini hatırlatmaktadır. Allah'tan gereği gibi korkan alimler, üzerlerine düşen görevleri yerine getirerek insanları tevhidi düşünceye davet etmelidirler. Onlar Kur'anî ruhu canlandırarak mü'minlere, onun anlamlı ifadelerini hatırlatmalı, tevhidi mücadele bayrağını dalgalandırma da yardımlaşmalıdırlar. islam halklarına alimler tarafından yapılacak bu davet, Islamî hareketin yönelişini belirleyecek, onların kardeşlik ve birliğinin oluşmasını sağlayacaktır. 

Önceki ve Sonraki Haberler