''Barış Pınarı Harekatına Sevinenler ve Üzülenler''
Sivas Özgür-Der Şubesi bu aylık seminerini "Barış Pınarı Hareketine Sevinenler ve Üzülenler" başlığıyla yazar Hamza Türkmen'i konuk etti.
Dernek başkanı Sinan Ceran selamlama konuşması yaptıktan sonra sözü Hamza Türkmen'e bıraktı.
15 Temmuz Şehitler Meydanı Konferans Salonunda gerçekleşen programdan kesitler şöyle:
Değerli kardeşler Suriye'de 7 yıldır yaşananlara hepimiz şahit olduk.Esed ve çetesi nice işkenceler , zulümler, tecavüzler ,kimyasal silahlar ve daha neler neler yaptı.
Bu harekat başlayınca dünyanın her tarafında Türkiye'yi katliamcı diye servis ettiler .
Halbuki asıl katliamcı yıllardır ABD ve emperyalizmin uşağı olan Baas Rejimiydi.
ABD ve emperyalizm, basın özgürlüğü adı altında her türlü karalamalarını yaptı buna karşılık Türkiye zayıf kaldı. Özellikle bu konuda uluslararası medyaya göre geridedir ama Recep Tayyip Erdoğan'ın emri ile başlayan harekat bir nevi bunlara bir karşılık oldu.
Ankara antlaşması ile Türkiye Amerika ile anlaştı. Sonra ikinci unsur olarak Rusya'yı masaya oturttu. Bu büyük bir hamledir.
Unutmayalım bu coğrafyaya Rusya İran'ın öncülüğünde girdi. Türkiye iki güçlü devleti geri çekilmeye zorladı, gerçekten tarihi bir öneme sahiptir.
Türkiye cendere altına alınmıştı ve halen de alınıyor. Ama bu harekat ile ön plana çıktı
I. Dünya Savaşı'ndan bu yana Ümmet coğrafyasında emperyal güçlere karşı yapılan ilk başarıdır, ilk harekettir.
Böylelikle Avrupa Birliği,İngiltere, Almanya; Türkiye yaklaşmaya/yanaşmaya başladılar. Askeri operasyon yapabilmek için istihbarat ve havadan kontrolü sağlamanız gerekir. Bu da teknolojiye bağlıdır. İsrail'den aldığımız İHA'lar önce İsrail'in kontrolünden geçip sonra bize bilgi veriliyordu, zaten ikide bir de bozuluyorlardı yani işin içinde tezgahı vardı. Şimdi Türkiye'nin kendi ürettiği İHA ve SİHA'lar ile askeriyede güçlü bir konuma gelindi.
Burada 120 kilometre uzunluğunda 30 kilometre derinliğinde bir Rojava Kürt Devleti planlanıyordu. Lakin bu hareket ile PKK, PYD, YPG ve HDP'nin umutları parçalandı. Daha sonra neler yaşanır bilemiyoruz.
Kardeşler, bugün PKK'nin etkileyebileceği en fazla Kürt Türkiye'de yaşıyor.
Türkiye'de HDP ve diğer bileşenleri Kürtlerin %40'nı etkiliyor. %60'na hükmedemiyor.
Suriye'de ise yaklaşık 900 bin ile 1 milyon 100 bin Kürt yaşıyor. Dikkat ederseniz burada özellikle Kobani bölgesinde Seküler bir Kürt yapılanması vardı. Hatta Abdullah Öcalan bile burada örgütlemişti.
Suriye Baas Rejimi ile ilişkileri çok iyiydi.
Şimdi ne demek istediğimi daha iyi anlayabiliyor muyuz?
Evet, ümmetten koptuk, düştük, laik, seküler bir hale getirildik. Türklük, Kürtlük, Araplık İslam'ın önüne getirildi veya geçirildi. Batı ve içerideki işbirlikçileri büyük oranda bunda başarılı oldular.
Tarihi süreç içinde itikadi ve siyasi algı ve uygulamalardaki fıtri ve vahyi ölçüleri yitirişimiz veya "nimet"ten uzaklaşmamız sonucunda Müslümanlar I. Dünya Savaşı itibariyle Avrupalı sömürgeci güçlere tutsak düştü. Tüm ümmet coğrafyası seküler ve Batı menşeli ulusal devletlere bölündü. Ulusal ideolojiler ekseninde vahyi değerlerden daha çok uzaklaşmaya başladık, zaaf ve ihtilaflara düçar olduk.
İç zaaflarımızın sonucu olarak son yüz-yüz elli yıldır ümmet coğrafyasında yaşanan bozulma, çözülme, ihtilaf ve yabancılaşmalar Kur'an'da sünnetullah çerçevesinde kullanılan "ifsad" kavramına tekabül ediyor. Bozulan zihni ve sosyal yapımızı Adem Aleyhisselam'dan sonraki tüm Resuller gibi yeniden vahyi ölçülerle düzeltip köklü bir dönüşüme ve dirilişe tâbi tutmanın Kur'an'daki kavramsal karşılığı da "ıslah" olarak karşımıza çıkıyor.
Türkiye Cumhuriyeti, Batıcı bürokratların eliyle "Bir ümmetten bir ulus yarattık" övüncüyle kuruldu. Azınlık olarak kabul edilen gayrimüslimler hariç, Türkiye adı verilen sınırlar içinde kalan Müslüman halklar "Türk" olarak tanımlandı. Laiklik, ilerlemecilik, Latin alfabesi gibi Batılı değerler ulus ekseninde biçimlendi. Oluşturulan Türk kimliği, modernizm için yeni bir mevziiydi. Tahrif edilen bir tanımlamayla İslam dini, toplumu belirleyen olmaktan çıkartılmış ve bir alt kimliğe indirgenmişti.
Tebaası arasında organik bütünlüğü hedef edinen Türk ulus devleti, bugüne kadar biyolojik gerekliliğe dayanan etnik milliyetçilikle, kültürel aidiyeti esas alan yurttaş milliyetçiliği arasında gidip geldi. Çünkü "şöyle veya böyle", önemli olan Türkiye halklarını/Müslümanlarını batılılaştırmaktı.
Üst kimlik konusunda İslami aidiyetlerle çatışmayı öne alan Türk resmi ideolojisi, kurucu önderinin "Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur" parolası ile kendini ifade eden soy asabiyetine bağlı olarak kökleri Oğuz kavminden olmayan diğer Müslüman halkların kavmi aidiyetleri ve dilleri hakkında da inkar politikası uygulamaya başladı. Bu nedenle öncelikle bağımsız İslami kimlik inkar edilirken, ikinci olarak da İslami kimliği tahrif edilen ve Oğuz kavminden gelmeyen diğer Müslüman halkların kavmi özellikleri de yok sayılmaya çalışıldı. Böylece Oğuz/Türkmen kökenli olmayan Müslüman halklar resmi ideolojinin dayattığı kendi dışındaki kimlikleri yok sayan zulmün ikinci versiyonunu da tecrübe eder oldular.
Türkler üzerine yapılan uygulamanın bir benzeri ise yaklaşık 40 yıldır Kürtler üzerine yapılmaktadır. Halbuki Türkiye halkları "Anasır-ı İslam"dı
Türkleri ulusla, laiklikle, Kemalizm ile kırdılar. Kürtleri de PKK/PYD ile kırmaya çalışıyorlar. Batı yükselen vesayetten kurtulmaya çalışan Türkiye'yi Rojava Kürt Devleti projesiyle terbiye etmek istiyor. Barış Pınarı harekatı ve daha önce yapılan şeyler bir nevi bugün bunu durdurmuştur. Olaya büyük çerçeveden bakmak zorundayız. Evet yükselen bir Türkçülükle karşı karşıyayız. Bunu da unutmayalım.
Orta hedefli Ümmet olma bilinci ile hareket edip yeniden ıslah ve inşa temelli bir toplum oluşturmalıyız. Herkesçe gıpta edilen bir örgütlenme ile yani ümmet şuuruyla birbirimize sahip çıkmalıyız.
70'li 80'li 90'lı yıllardan bugüne geldik az olabiliriz ama dava adamı karakteri ile hareket edip insanlara Kur'an'ın hakikatlerini ulaştırmalıyız. Bugün ıslah temelli hareket edilen bir Kur'an nesli yetiştirmekle mükellefiz.
Bunun aynısını Seyyid Kutub da söylüyordu Akif de söylüyordu. Unutmayalım hepimiz ulus-devletlerde yaşıyoruz. Bugün sistem gerçekten kavi yani güçlü. Her şeyiyle yani televizyondan telefona her şekilde etkileniyoruz. İşte bunlar üzerine kafa yorup önlemimizi almalıyız.
Son olarak şu dört cahiliyeden kurtulmamız gerekiyor:
1) Haamiyet'i cahiliye, yani asabiye Türkçü Kürtçü, Arapçılık bundan bir an önce kurtulmalıyız
2) Hükmü cahiliye, bundan da kurtulmak için vahye tabi olmalıyız yani Kur'an'ın hükümlerini göre yaşamalıyız. Buna göre hükümlerimizi oluşturmalıyız.
3) Zannıl cahiliye yani Allah hakkında, gayb hakkında atıp tutmak...
Son cahiliye ise oturup kalkmamız, kılık kıyafetimiz, yememiz, içmemiz, İslam'a göre olmalıdır
Kardeşler Ulus sistemi bunların hepsini barındırır. Mesela millet kavramını ortaya attılar. Halbuki millet, Kur'an'da 15 yerde geçer ve din ve şeriat demektir.
Bunlar milleti kullanarak aslında yeni bir ulus inşa etmeye çalıştılar. Halbuki onlar Kur'an'i kavramlardır. Kuran'i kavramlar bizim için hayatidir. Bunlar bizim için temel ilkeleridir.
Cahili sistemde var olmaya gayret etmeliyiz ama Kur'an'ı bir bilinçle aşağıdan yukarıya doğru bir mücadele içinde olmalıyız. Baktığımızda bunun en iyi yolunu Hz. Peygamber'in Mekke ve Medine örneklerinde görebiliriz. Buradaki formu iyi bilmeliyiz, iyi okumalıyız üzerinde iyice düşünülüp konuşulması gerekiyor.
Bizler sistem içi araçları nasıl kullanmalıyız?
Buna verecek cevabımız şöyle olmalıdır. Bizler tevhidi bir duruşla bağımsız bir kimlikte mücadele etmeliyiz, sistem içi araçları kullanabiliriz. Bazı kişi veya kuruluşlar desteklenebilir ama burada bağımsız kimliğimizi ortaya koyacak bir bilinçle hareket etmeliyiz.
Rabbim bizi muslih onlardan eylesin. Cahili unsurlardan berî kılsın.