Hamza Türkme'nin sunumunu yaptığı seminer ortadoğu intifadalarıyla birlikte ümmet olarak yeni bir mücadele dili ve usulüne ihtiyaç duyulduğunu ifade ettiği konuşmasında geliştirilmesi gereken mücadele dili ile ilgili olarak şunları ifade etti:
"Gelişen vakalara karşı yeni bir mücadele dili ve usul geliştirmek bizim yükümlülüğümüzdür, bu bakımdan ümmet coğrafyasındaki intifadalar yeni usul okumaları yapmamızı gerektirmektedir.
Ümmet olarak istişari zeminlere ihitiyacımızın olduğunu ifade eden türkmen, mısırdaki toplu şahitliğin ve şahitliğin sürekliliğinin böyle sürdürüldüğünü ifade etti, müslümanlar olarak istişare etmeye ve konuşmaya ihtiyacımız var onun içinde yorumları naslaştıran anlayışın istişarenin önündeki en büyük engel olduğunu vurguladı. Birbirimizden ne kadar farklı olsak da, temel kaynak olarak kuran ve sünneti kabul eden müslümanların bir aile olduğunu ve sorunlarının ortak olduğunu vurguladı, yerel ve küresel vesayetlerinde ancak böyle aşılabileceğini ifade etti.
Batılı medyanın ve şekillendirdiği garpzede kesimlerin tanımlardan başlamak üzere tahribatlara başladığını, olayları izah etme şekillerine göre ortadoğu intifadalarını da bu bağlamda ele alıp arap baharı olarak sunmaya çalıştığını vurguladı. Bu anlamda olayların merkezinde islami hareketlerin yer alması ve tabandan tavana islami bir hassasiyetle hareket eden toplumların olması hasebiyle biz “intifada ” terkibini kullanıyoruz. Bu dil farklılığı olayı anlama ve izah etme tarzını da gösterir.
Batı bu olayları liberalizme kayış olarak görüp, diktatürler devrildikten sonra liberal eğilimin devamında etkili olacağı gibi bir öngürüyle hareket edip toplumlara bu anlamda yön vermeye çalıştı.
Ortadoğuda meydana gelen intifadaların arka planıyla birlikte ele alınması gerektiğini ifade ederek, bu arka planın yıllardır baskılar altında korunmaya çalışılan ve devam ettirilen ıslah çizgisi olduğunu bununla beraber batı beslemesi diktatörlerin baskıları olduğunu ifade etti. Şuan kıyasıya devam eden mücadele böyle bir arka plana sahiptir.
Mevcut ortadoğu,1921 kahire toplantısında 40’a yakın batılı uzmanın ortadoğu coğrafyasını masaya yatırıp cetvelle çizip kendilerince isimlemdirmeleriyle meydana gelmiştir, yoksa bu bölgelerin böyle sınırları da yoktu bu isimleri de taşımıyorlardı. Dolayısıyla kendilerinden sonra bize miras olarak batıcı, laik ve ulusçu diktatörler bıraktılar.Bu anlamda ortadoğu intifadaları yerel ve küresel vesayetleri aşma çabasıdır.
Türkiyedeki reformlardan da bahseden türkmen önemli vurugularda bulundu; Özellikle ak parti süreciyle beraber başlayan değişimlerin ıslah değil reform olarak tanımlanıp batı ekseni gözetilerek gerçekeşen değişimler olarak tanımlanacağını vurguladı. Batılı form içerisinde gerçekleşen değişimler olmakla beraber müslümanlara çok ciddi alan açıldığını bizlerinde bunu farkedip sahada daha etkin olmamız gerektiği vurgusunda bulundu. Ak partinin bir sentez olduğunu ve bu sentezden müslümanların da faydasına olaabilecek birçok politikanın geliştirildiğinden bahseden Türkmen Ak parti iktidarından bu yana; işkencenin kaldırılması, çekiç gücün geri gönderilmesi, askeri vesayetin geriletilmesi, ant dayatmasının son bulması, başörtüsünün serbest bırakılması, dış siysette meydana gelen bağımsızlaşma eğilimi ve son olarak öğrenci evleri tartışması gibi gündemlerin çok önemli değişimler olduğunu vurguladı. Türkiyede bu anlamda merkez ve çevre partisi çekişmesi yaşandığını ifade eden Türkmen, Tayyip Erdoğanın çevreyi temsil eden bir politikacı olduğunu ifade etti, ama müslümanların perspektifinin bütün bunların üzerinde üretimler yapması gerektiği vurgusunda bulundu.
Ulustan ümmete ekibi olarak tunusa ve libyaya yapılan ziyaretlerden bahseden Türkmen; Libya devriminin Hafızlar Devrimi olarakta adlandırıldığını, kaddafinin vesayetine karşı Libya Müslüman Toplumunun Hafız yetiştirmeye başladığını, altı milyonluk Libya nüfusunun bir milyonunun Hafız olduğunu ve devrim sürecinde 70 bin Hafızın Şehid edildiğini vurguladı. Bu anlamda Libya toplumunun bu çabası kaddafinin zihin, basın, yayın ve kitaplar üzerine yapılan tahrifata karşılık bir mücadele tarzı olarak belirlendiğini vurguladı. Aynı şekilde ihvanın 1982 Hama katliamından sonra Suriyede kendini feshettiğini,800 bin mensubunun mülteci durumuna düştüğünü ve Suriyedeki bütün çalışmalarını durdurduğunu vurguladı, bu mücadele tarzının can emniyeti ilkesi gözetilerek yapıldığını çünkü Suriyede böyle bir emniyetin olmadığını dile getirdi. Şuan devam eden İntifadanın da bu öfkenin patlaması olarak değerlendirilmesi gerektiğini, komplocu ve sığınmacı anlayışların terkedilip vicdanlı bir dilin tutturulması gerektiğini vurguladı. Yine suriyede muhalefetin silaha mecbur bırakıldığını, Mısırda olduğu gibi altı ay boyunca her gün ölümlerin meydana gelmesine rağmen barışçıl gösterilere devam ettiler, ama süreç içerisinde ordu içerisindeki bazı subay ve askerlerin “halkını öldür” emrine uymadığı için infaz edildiğini ve bir kısmınında mecburi bir şekilde silahlarıyla beraber halkın yanına kaçtığını ifade etti ve bundan sonra toplu kıyımların meydana geldiğini bununla birlikte silahlı mücadelenin de zorunlu olarak başladığını vurguladı.
Haber: Yıldırım Bozkurt / Mesut Baran