"Arap Baharının AK Parti Yönetimine İlgisi” başlığı ile Çamlıca Sabahattin Zaim Kültür Merkezinde düzenlenen ilk panele Ahmet Varol, Hamza Türkmen ve Murat Kirişçi konuşmacı olarak katıldı. Hamza Türkmen aylık düzenlenecek olan panellerle ilgili kısa bir bilgi verip hayırlara vesile olmasını diledikten sonra;
- R. Tayyip Erdoğan’ın ayaklanmaların yaşandığı ülkeleri gezmesinin amacı neydi?
- Türkiye modelinin oluşturulması ne anlama geliyor?
- İntifada ülkelerinin Türkiye modeline bakışı nasıl?
- AK Parti yönetimine nasıl bakıyorlar?
- Model mi alıyorlar? Yoksa eleştiriyorlar mı?
gibi soruların sorulması ve cevaplarının aranması gerektiğini söyleyerek sözü ilk konuşmacı olan Murat Kirişçiye bıraktı.
Konuşmasının genelinde intifadanın çıkış sebepleri ile Türkiye’nin bir model ülke olarak sunulmasının sebepleri üzerinde duran Kirişçi, intifadaların başlangıcı ve öncesi ile ilgili şunları söyledi: “Tunuslu bir gencin kendisini yakmasıyla başlayan halk hareketleri, sonuçları itibariyle birçok boyuta ulaşmıştır. Aslında liberalizmin etkisiyle de bu diktatörlüklerin çoktan gitmesi gerekiyordu. Olayları Tunuslu gencin kendisini yakmasıyla başladığını söylemek tabiki doğru değildir. Başlaması ve sonuçlanması kısa vadeli bir dönem olarak görülebilir fakat daha öncesinde iletişim kanalları aracılığıyla baskı ve zulümlere karşı bir arayış vardı.”
Özelliklede sosyal paylaşım sitelerinin ayaklanmalar üzerinde etkili olduğunu söyleyen yazar, görsel medya ve özellikle internet sayesinde, batıdaki görece özgürlük ortamının, gençleri ve baskı altında olanları tetiklediğini ve aynı ortamların özlemini çektiklerine değindi.
İntifada bölgelerinin batılıların sömürgesinde olduğu için, ilk andan itibaren olaylara müdahil olduklarını ve amaçlarının sadece çıkarlarının tehlikeye düşmemesi olduğunu söyleyerek Yemen ve Bahreyn olaylarında ikiyüzlü davranmalarının amaçlarının özgürlük vaade değil istedikleri tarzda bir yapının oluşması olduğunun altını çizdi.
Zihinlerde Seküler, laik ve demokrat bir modelin üretildiği ve bu modelin başta BOP sonra GOKAP (Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi) ülkelerine aktarılmasının düşünüldüğünü söyleyen Kirişçi, bu aktarımın BOP ile de bizlerin eliyle yapıldığını belirtti.
AKP’nin taşeron olduğunu söylemeksizin, dış işleri bakanının ince ayarları ile Osmanlı mantığı güdülerek dış politikanın çizildiğini ve AK Partini Müslüman kimliği, Davos ve Mavi Marmara olaylarındaki duruşu ile Arap ülkelerinin desteğini artırdığını söyledi. Bu bağlamda; Batılı değerlerle ve Ortadoğu ülkeleriyle çelişmeyen iki ayrı dilin kullanılmasının Müslüman kimlik olarak doğru olmasa da Devlet politikası olarak tutarlı olduğuna değinen Kirişçi batılılarında Türkiye’nin modelliğiyle ilgili olarak ikiye bölündüğünü altını çizerek şunları söyledi: “Türkiye modeli üzerinde bir anlaşma söz konusu değil. Türkiye’nin yaklaşık yüz yıllık geçmişine bakarak, burası gibi yavaş ve köklü bir modernleşmenin Arap dünyası için model olamayacağını savunanlarda var.”
Türkiye’deki İslam’ı liberal İslam olarak gören İran’ın, modellik koşundaki rahatsızlığını da şu şekilde aktardı: “Batıda gerçek İslam yerine, liberal İslam’ın bu ülkelere sunulması yada empoze edilmeye çalışması doğru değildir. bu bağlamda İran gözünde Türkiye modeli asla örnek olamaz.”
Yazar başbakanın gezilerine değinerek konuşmasını bitirdi.
İkinci konuşmacı olarak söz alan Yeni Akit gazetesi yazarı Ahmet Varol, Arap baharına bir vaka olarak bakılması gerektiğini ve her vakanın olduğu gibi bu vakanın da failinin önemli olduğunu altını çizerek Arap halklarının tutumlarının ve düşüncelerinin önemli olduğunu söyledi.
İntifadanın modellik bağlamında “dışarıdan Türkiye’nin sunulması” ve “İçeriden Türkiye’nin model olarak benimsenmesi” şeklinde iki boyutunun olduğunu savunan yazar, birinci bölümü ilk konuşmacının açtığını kendisinin ikinci bölüm üzerinde duracağını belirterek şunları söyledi:
“Gerçekten Türkiye model midir? Önemli bir sorudur. Bizler için “ Türküm, doğruyum, çalışkanım” dedirten bir ülke istenilen, umut edilen bir model değildir. Fakat olaya Arap baharının failleri gözü ile baktığımızda durum değişiyor. One minute olayından sonra gittiğim Arap ülkelerinde olayın yankısı çok fazlaydı. 22 ülkenin ortak kuruluşu olan Arap Birliği başkanının Davos’ta kalmasının ama Erdoğan’ın kalkıp gitmesinin oluşturmuş olduğu hava hala devam ediyor. Peşine yaşanan Mavi Marmara olayı ve hükümetin tavrı intifadanın olduğu ülkelerde büyük sevinç uyandırdı. Türkiye’ye karşı oluşan olumla hava daha da arttı.”
Geçmiş gezileriyle bugünü karşılaştıran yazar, 1987-1988 yıllarında Beyrutluların Türkiye’yi sömürgeci Osmanlının devamı olarak görüp işgalci olarak tanımladıklarını ama gelinen noktada evlerinin camlarına Türk bayrakları astıklarını bizzat müşahede ettiğini söyledi. Aradan kısa bir zaman geçmesine rağmen bu havanın oluşmasında rejimin değil, hükümetin katkısının olduğunun altını çizdi.
Ayaklanmaları bir İslam devrimi olarak görmenin yanlış olduğunu söyleyen Varol, intifada ülkelerindeki düşünceleri de şu şekilde aktardı: “ayaklanmalar bir İslam devrimi değildir. Fakat özellikle Mısır ve Libya da İslami hareketlerin rolleri önemlidir. Örneğin Mısır’da ihvanın birden fazla partisi var. İhvanın yanı sıra başkada İslami partiler var. Bu ülkelerde birçok farklı nokta, unsur var. İşte Türkiye’yi bu farklılıkların kesişim noktası olarak görüyorlar ve model olarak algılıyorlar. Tabi bunun yanı sıra demokrasiyi bir geçiş süreci olarak görenler olduğu gibi bunun asla kabul edilemez olduğunu düşünenler de var. Türkiye’den bir model olarak istifade etmek istiyorlar. İnsan hakları ve zulümden kurtuluş açısından bir model olarak görülmektedir.”
İzlenimlerinden notlar aktararak devam ettiğini konuşmasında Türkiye’nin bizim için asla bir model olamayacağını fakat failler açısından olumlu tavırların önemli olması sebebiyle model alındığının altını çizerek konuşmasını bitirdi.
Son konuşmacı olarak söz alan Hamza Türkmen, ayaklanmaların başlangıçta devrim olarak nitelendirildiği ama geldiğimiz süreçte buna İslami bir devrim denemeyeceğini, buna intifada denmesi gerektiğini söyleyerek isim kargaşasına bir son vermek gerektiğini belirtti.
Türkiye’deki Müslümanların ve rejimin kısa tarihinden bahsederek model olamayacağını belirten Türkmen, bir model aranıyorsa Mısır’daki İhvanın buna daha uygun olduğunu şu şekilde aktardı: “Mısır'da İhvan sistemle mücadele ederken birçok yöntem denedi, dolayısıyla sisteme karşı eylemlilik noktasında tecrübeliler. Zaman zaman legal, zaman zaman illegal çalışarak mücadelelerinde devamlılık sağladılar. Demokratik yöntemlerin olmadığını görünce yeraltına inebilen bir yapıya sahipler. Sistemden ne kadar darbe yese de kesintisiz bir çalışma içerisindeler, nitekim şu an sendikalarda ve meslek odalarında inisiyatif sahibi olarak en güçlü yapıya sahipler. Sonuçta biri örnek/model alınacaksa en uygun ülke Mısır’dır. Türkiye değildir.”
Türkiye'den kimi Müslüman aydın ve yazarın Mısır'ı değerlendirirken serdettiği "Bu kadar kitle toplanmışken neden İslami bir devrim yapmıyorlar, neden İslami bir devlet kurmuyorlar" düşüncelerine cevaben yine İhvanın ödediği bedelleri anlatan yazar, İhvan’ın tedbirli bir şekilde ilerlediğinden bahsederek sözlerini tamamladı.
İkinci bölüm soru ve cevaplarla tamamlandı.
Haber: Mehmet Ali Kaçmaz