Her ayın ikinci pazartesi günü düzenlenen aylık Haksöz Dergisi kritiğinde bu ay derginin Aralık/333. sayısı değerlendirildi. Buna binaen konuşmacı olarak programa katılan Musa Üzer "Milli Dindarlık Neyi Çözer?" konulu sunumunu gerçekleştirdi.
Program formatı gereği Ahmet Uzuner'in dergi değerlendirmesi ile başladı. Haksöz Dergisinin bu ay ki sayısı hakkında izlenimlerini aktaran Uzuner, hazırlamış olduğu görsel sunum eşliğinde derginin gündemi, şura/istişare kavramları üzerine hazırlanan dosya, Malcolm X'in hayatını anlatan deneme, kitap değerlendirmeleri, dergini edebi kısmını süsleyen Zazaca deneme ile şiirler hakkında görüşlerini aktardı.
Uzuner'in sunumu sonrası sözü devralan Üzer, ulusalcılık ve milliyetçilikle ilgili olarak bugüne kadar Müslümanların süreci izah etme noktasında yeterli olmadıklarını, milliyetçilik ile kast edilen şeyin kavmiyetçilik olduğunu fakat bu durumun hadisenin sadece bir boyutunu görmek manasına geldiğini aktardı. Tartışmamız gereken meselenin bu olmadığını söyleyen Üzer "Ulusçuluk ve milliyetçiliği bu başlıktan ayırmamız lazım. Konunun ne kadar zor olduğunu net bir şekilde görebilmek, konuya daha da yoğunlaşabilmek için bu ayrımı yapmamız gerekli. Kabul etmemiz gereken şey de şu ki biz milliyetçilik ocağında dünyaya geliyor, cahiliye içinde gözlerimizi açıyoruz." dedi.
Ulusçu paradigmanın modernite sonrası karşımıza çıktığına dikkat çeken Üzer, bu paradigmanın dünya üzerinde çok hızlı bir şekilde yayıldığını, postmodernite sürecinde moderniteye ait ideolojilerin çözülmesine rağmen ulusçu paradigmanın gücünü ve dinamikliğini koruduğunu söyledi. Milliyetçiliğin temelde dine karşı inşa edildiğini hatırlatan Üzer, bizim coğrafyalarımızda da bu temelde örgütlendiğinin altını çizdi. Bu durumun on yıllardır süregeldiğini ve bundan dolayı bu boğucu paradigmanın farkına varamadığımızı da dile getirdi.
Musa Üzer konuşmasını şöyle sürdürdü:
"15 Temmuz sonrası özellikle iktidar eliyle sistemin yeniden restorasyonu sağlanıyor. Bu vesileyle coğrafyamızdaki milliyetçiliğin 150-200 yıllık süreci yeniden inşa ediliyor. Özellikle de sistem ile dindarlar arasındaki gerilimli noktalar halledilerek dindarların sistemin içine katılabileceği yeni bir milliyetçilik değerlendirmesi yapılıyor.
İşimize gelse, hayattaki bazı sorunlarımızı kolaylaştırsa dahi milliyetçiliğin Türkiye coğrafyasındaki konumu bir müslümanın asla kabul edebileceği bir şey değildir. Müslümanca bir varoluşun adeta yerine ikame edilmiş bir kimlikten bahsediyoruz. Çünkü milliyetçilik / ulusçuluk dinin yerine ikame edilmiştir. Ontolojisi bu zemine dayanır. Bu özelliği tarihsel süreçte de değişmemiştir. Din ile ilişkisi de uyum kabiliyeti çok yüksek olduğu için dini kendisine kolaylaştırıcı bir unsur olarak değerlendirir.
Kimliksel anlamda birbirine zıt oluşumları bilinçli şekilde 'yerlilik' ve 'millilik' adı altında bir potada eritme stratejisi güdülüyor. Burada bir dindarın sahip olması gereken hassasiyetler, duyarlılıklar yeniden tanımlanarak sanal bir düşman algısı meydana getiriliyor. 'Milli kimlik' etrafında varoluşun tanımlanması isteniyor."
Konuşmasını Fransız Devrimi, ulusçuluk paradigması ve Osmanlı son surecini değerlendirerek toparlayan Üzer, "Fransız Devrimi insanlığın ortaya çıkardığı etki gücü en yüksek hadiselerden biridir. Çok kısa sürede neredeyse tüm dünyayı etkilemiştir. En önemli etki alanlarından biri de Osmanlı olmuştur. Osmanlı son süreci ulusçu paradigmayı iyi okuyamamış, dolayısıyla güçlü bir karşı direnç sergileyememiştir. Bunun üzerinde kendi sonunu hazırlayan reçeteler peşinden gitmiş, en sonunda da tarih sahnesinde ki yerini almıştır. Bu bağlamda ulusçu paradigmayı bir zindan metaforu olarak aldığımızda ne kadar koyu bir zindan oluğunu da görebiliriz." sözleriyle konuşmasına son verdi.
Program soru-cevap ve dinleyicilerin katkı faslından sonra son buldu.
Haber: Çağrı İslam