Her hafta farklı bir Kur'ânî kavramın işlendiği seminerlerin bu haftaki konuğu, Özgür-Der Tatvan şubesi üyelerinden Sabahattin GÜNAY idi. Murat YILDIRIM moderatörlüğünde yapılan seminer, Tatvan Özgür-Der binasında gerçekleştirildi.
Seminer; Özgür Çocuk Kulübünden Enes ECE'nin okuduğu Kur'ân-ı Kerîm ve Türkçe meâliyle başladı.
Sabahattin GÜNAY, sunumunda şu hususlara değindi:
İblis, sözlükte; umudunu kesen/yitiren, hayırsız olan, zarara uğrayan, şaşkınlığa düşen gibi manalara gelmektedir. İşlediği hatanın onu sonsuza kadar hüsrana uğratması sebebiyle ''iblis'' denmiştir. Kelime manasıyla Kur'an-ı Kerim'de sadece bir kullanımının olduğunu söyleyebiliriz. ''En nihayet üzerlerine, azabı çok şiddetli bir kapı açtığımız zaman, bir de bakarsın ki onlar orada şaşkın ve ümitsiz(mublisun) kalmışlardır!''(muminun-77)
Kavram olarak; ateşten yaratılan şeytanın özel adıdır. Çünkü İblis, Kur'an'da 'Şeytan' olarak da anılır. İblis, cinlerden yani görünmeyen/gaybi varlıklardandır. Bazılarına göre meleklerden olduğu halde -ki meleklere secde emrine muhatap olması onun da meleklerden olduğunu gösterir- secde emrini yerine getirmediğinden kovulmuştur. Bu durumda iblis adının ona sonradan isyan etmesi sebebiyle verildiğini söyleyebiliriz. Zira iblis ismi sözlük anlamından anlaşıldığı gibi olumsuz ve kötü çağrışıma sahiptir.
''Hani biz meleklere (ve cinlere): Âdem'e secde edin, demiştik. İblis hariç hepsi secde ettiler. O yüz çevirdi ve büyüklük tasladı, böylece kâfirlerden oldu''(bakara-34)
Şeytan; kavramsal olarakateşten yaratılan blisin diğer adı olup Yüce Allah'ın Adem'e secde edin emrine karşı gelip isyan etttiği için ilahi rahmetten kovulan ve insanların düşmanı olan varlıktır. Şeytan, cinlerden yani görünmeyen/gaybi varlıklardandır. bazılarına göre meleklerden olduğu halde - ki meleklere secde emrine muhatap olması onun da meleklerden olduğunu gösterir- secde emrini yerine getirmediğinden dolayı huzurdan kovulmuştur. Bu durumda şeytan adının ona sonradan isyan etmesi sebebiyle verildiğini söyleyebiliriz. Zira şeytan ismi de tıpkı iblis ismi gibi olumsuz ve kötü çağrışıma sahiptir.
Kur'an'da İblis'in diğer adı anlamındaki tüm kullanımların kavramsal anlamda kullanıldığını söyleyebiliriz. örneğin bakara-36'da ''Şeytan oradan ikisinin de ayağını kaydırttı, onları bulundukları yerden çıkardı, onlara 'Birbirinize düşman olarak inin, yeryüzünde bir müddet için yerleşip geçineceksiniz' dedik.'' bu kullanımı görebiliriz.
İblis'in insanları doğru yoldan çıkarmak için aldığı izin ve yetkinin ardından, insanları kötülüğe sevkeden bir odak halini almasından dolayı şeytan (şer ve kötülük odağı) ismiyle isimlendirilmiştir. Şeytan, haktan sapıp başkasını da saptıran her azgın şerir ve zararlı varlığın ortak adı iken, İblis; haktan sapıp saptıranların ilki ve en etkilisi olduğu için şeytanların reisi ve piridir. O insanı Allah'tan uzaklaştırmaya çalışan en büyük düşmandır. Bu düşmanlık secde emrini yerine getirmediği gün başlamış ve kıyamet gününe kadar devam edecektir. O ve avanesi; durmadan, dinlenmeden insanı saptırmak, aldatmak, şüpheye düşürmek, kötü işleri güzel göstermek ona vesvese vermek ve sonuçta sonu cehennem olacak yola iletmek ister.
Kavram olarak şeytan, İblis'in diğer adı olmakla birlikte; bütün kandırmaların, bütün kötülüklerin, bütün hak yoldan saptırmaların ortak adı olmaktadır. yani şeytan taifesi olan cin(görünmeyen) şeytanlarından ve onlara uyan insanlardan en şerli yaratıkları nitelemek için kullanılan bir kavramdır. Nitekim Kur'an'da şeytan kavramı sadece iblis için değil şeytan tabiatlı/karakterli insanlar için de kullanılan bir ifadedir. örneğin bakara 102. ayette şöyle buyurulur:
'' Ve onlar, Süleyman'ın mülkü (nübüvveti) hakkında şeytanların anlattıklarına uydular. Süleyman inkâr etmedi; ancak şeytanlar inkâr etti.''
Şeytan yani İblis, Allah'tan kıyamet gününe kadar mühlet istemiş ve Allah onun bu isteğini kabul etmiştir. O sadece fısıldar. Dolayısıyla onun kötülüğün kaynağı olarak algılanması hata olduğu gibi onu yok saymak da büyük bir hatadır. Onun en iyi dostları onun varlığına inanmayanlardır. Bununla birlikte işlenen her günahın faturasını ona çıkarıp suçu ona atmak da başka bir hatadır. Yüce Allah iblis ve zürriyetinin yaratılışlarını, durumlarını, güç ve yetkilerini, insanlarla olan ilişkilerini muhkem ayetlerle ortaya koymuş, müminlerin onlardan korkmadan ve onları ilahlaştırmadan, onların şerli faaliyetlerine karşı gerekli önlemlerini almalarına imkan sağlamıştır.
İnsanların, sağlarından, arkalarından ve önlerinden yaklaşması insanı saptırmak için her yol ve yöntemi deneyeceğini anlamına gelmektedir.
Şeytanın yaratılması bir imtihandır; onun ianan ve rablerine tevekkül edenler üzerinde bir etkisinin olmadığını bilenlerle Şeytan'ın Allah'tan bağımsız-müstakil bir gücü olduğunu zannedip kötülüğe bulaşmasını sadece şeytana fatura edip nefsini temize çıkarmaya çalışanların ayırt edilmesi için. Şeytanla olan imtihanı kazanmanın yolu ona verilen yetkinin çağırmaktan başka bir şey olmadığını bilmekten ve ona muhalefet etmekten geçer.
Cin sözlükte; Örtmek, örtünmek ve gizli kalmak anlamındaki "Cenn" kökünden türeyen 'İns' sözcüğünün zıddı olup somut veya soyut, evrendeki tüm görünmeyen/algılanamayan/bilinmeyen/tanınmayan varlıklar" anlamındadır. Sözlüklerdeki tarife göre tanınmayan/yabancı insanlar cin kavramı kapsamına girdiği gibi, melek ve şeytan da cin kavramı kapsamına girmektedirler. Zaten bazı müfessirlere göre Kur'an'da cin kelimesi bu üç anlamda kullanmıştır: Şeytan, melek ve tanınmayan/yabancı insanlar…
İns ve Cin 18 yerde birlikte kullanılır. Birlikte kullanıldığı yerlerde genellikle "görünen-görünmeyen" "tanınan-tanınmayan" "yerli-yabancı" gibi iradeli varlık çiftini ifade eder. Dolayısıyla görünmeyen/bilinmeyen/tanınmayan anlamındaki tüm kullanımlar kelime/sözlük anlamındaki kullanımlardır.
Cin sözcüğü Kur'an'da kelime anlamına paralel olarak tüm görünmeyen/bilinmeyen, tanınmayan/tanıdık olmayan/yabancı anlamında kullanılmıştır. Kavramın evrendeki tüm görünmeyen varlıkları kapsamasına rağmen sadece farklı bir varlık kategorisi olan görülen ve cin denilen gaybi varlıklara isim olması sonradan oluşturulmuş bir kavramsallaşmadır. Yaygın anlayış ve kanaate göre cin; duyularla idrak edilemeyen, insanlar gibi şuur ve iradeye sahip olan, bizden farklı bir hayat tarzı sürdüren, akıl/irade sahibi olduğu için kullukla mükellef/ilahi emirlere uymakla yükümlü tutulan melek ve şeytandan farklı bir varlık türüdür. Kur'an ise daha çok kötülük odağı olan şeytan ve zürriyetini adlandırmada bu kelimeyi kullanmaktadır. Yani ille de bir kavramlaştırmadan bahsedilecekse cinler melek ve şeytandan farklı bir varlık kategorisi olmaktan çok, şeytanları adlandırmada kullanılan bir ifade olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü Cin ve Ahkaf surelerinde anlatılanlar hariç-ki orada bahsedilen cinlerin de yabancı bir topluluk olarak anlayanlar vardır-cin kavramı kullanıldığı her yerde olumsuz bir çağrışıma sahiptir.
Klasik tefsirlerde, cinlerin gözle görülemez ve ateşten yaratılmış varlıklar olduğu görüşü hâkimdir. Bu görüşün doğruluğu yahut yanlışlığı yani cinlerin ontolojik olarak mevcut olup olmadıkları insan bilgisini aşan metafizik bir meseledir. Kur'an'ın cin konusundaki yaklaşımı ise, daha çok nefyedici mahiyettedir. Yani Kur'an "cin" adı verilen varlıkların mevcudiyetine iman etmeyi değil, cahiliye Araplarının cin telakkilerini ve Hz. peygambere gelen vahye karşı bu telakkiye dayalı olarak yaptıkları itirazları cevaplamaktadır. Bilindiği üzere cahiliye Arapları cinlerin insanlar üzerinde güçlü tesirleri olduğuna ve kendilerinden sakınılması gerektiğine inanırlardı. Putların içinde cinler bulunduğuna inanır, onlarda insanı çarpacak bir tanrısal güç vehmeder (Hud/54) ve bu yüzden onlara tazim ederlerdi. Ayrıca cinlerin, yeryüzünün idaresinde söz sahibi olduklarına, bazı insanlarla irtibat kurduklarına ve semadan gayba dair bazı bilgileri sızdırıp bu insanlara ulaştırdıklarına ve kâhinlere ilham verdilerine inanırlardı. Yani cahiliye dönemi insanları şiir ve her tür söz sanatını kehanet ve sihirle, bunları da cinlerle/şeytanlarla ilişkilendiriyorlar, cinlerle bu şekilde irtibat kuran insanlara şair, kâhin vb. bazı özel isimler veriyorlar ve bunların üstün güçlere sahip olduklarını düşünüyorlardı. İşte bu vb. inançların neticesi olarak Araplar, Kur'an'ın da cinler tarafından gökten çalınıp Hz. Muhammed'e verildiğini düşünmüşler ve bu yüzden ona kâhin, şair, mecnun lakaplarını yakıştırmışlardı. Diğer bir ifadeyle müşrikler, Kur'an'ın Hz. peygambere vahiy yoluyla değil, semadan kulak hırsızlığı yapan cinler yoluyla geldiğini, dolayısıyla onun da diğerleri gibi bir kâhin, şair, mecnun olduğunu ileri sürmüşlerdir. Kur'an ise bu iddiaya reddiye olarak kâinatta bulunan her varlığın Allah'ın mutlak iradesi altında olduğunu, Allah'ın peygambere vahiy iletmesine var olduğu iddia edilen hayali cinlerin veya gerçek cinlerin (şeytanların) asla müdahale edemeyeceğini (Şuara/210-212), müşriklerin inandıkları hayali cinlerin veya gerçek cinlerin (şeytanların) böyle bir güce sahip olmadıklarını, dolayısıyla Hz. peygamberin şair, kâhin yahut mecnun değil, güvenilir bir elçi (Cebrail) aracılığı ile ilahi vahiy iletilen bir peygamber olduğu vurgulanmakta, böylece müşriklerin Hz. peygambere yönelik bu yakıştırmalarını eleştirip reddetmektedir.
Var olduğu iddia edilen ve melek ile şeytandan farklı bir varlık kategorisi olarak algılanan hayali cinlerle ilgili geçmişte ve günümüzde tevhide aykırı olan batıl inanışlar ve hurafelerden bazıları şunlardır:
-Cinleri kovmak için gürültü çıkarmak, silah atmak, teneke çalmak.
-Cinlerden korunmak için, helaların evin dışında yapılması gerektiğine inanmak.
-Cinlerin insanlara kötülük etmek için bazen gökyüzüne çıkıp, güneş ve ayın perde tutarak, güneş ve ay tutulmasına sebep olduklarına inanmak.
-Cinleri uzak tutmak için, sarımsak ve bıçak gibi şeyleri yastığın altına koymak gerektiğine inanmak.
-Cinlerin uykudaki insanları kandırarak, dağ başlarına götürüp, tepelerden aşağıya attıklarına inanmak, Bu muhtemelen uyurgezerlik hastalığının cin etkisi sanılmasından kaynaklanmaktadır.
-Cinlerin akşam namazından sonra dışarı çıktığına, çocukların onlardan korunmak için bu vakitten sonra dışarı çıkartılmamaları gerektiğine inanmak.
-Beyinde oluşan bir sinir hastalığı olan Sara'yı cin çarpması olduğuna inanmak ve cinci hocaların cinleri yardımıyla ya da Kur'an okunarak tedavi edilebileceğine inanmak.
-Cinler hakkında konuşma, okuyup yazma, araştırma yapmanın tehlikeli olduğuna ve insanın başına bela getireceğine inanmak.
-Cinlerin eski hamam ve harabelerde yaşadığına, kemik ve tezek gibi şeyler yediğine inanmak.
-Cinlerin kızdıkları zaman insanların yüzlerine çarpıp, ağızlarını yamulttuklarına inanmak.
-Cinlerin cinci hocalarla ilişkiye girdiklerine, yitiklerin yerlerini bildiklerine; yapılan büyüleri haber verdiklerine inanmak.
-Cinlerin insanlarla ilişkiye girdiklerine, onlarla evlendiklerine, çocukları olduklarına inanmak,
-Ruh ya da cin çağırmanın mümkün olduğuna, geldiklerinde bir takım işaretlerle gelişlerini bildirdiklerine, geçmiş ya da gelecekle ilgili bilgiler verebileceklerine inanmak vb.
Seminer, soru-cevap faslının ardından sona erdi.