Program, Seyfullah Çelik'in okuduğu Kur'an-ı Kerim ve mealinin ardından başlarken Sebahattin Günay, konuşmasında şu hususlara değindi:
Hayatı boyunca evi, ailesi, çocukları herhangi bir malı mülkü olmayan, ömrü boyunca İslam ümmetinin sorunları üzerine kafa yoran bu minvalde çabalayan bir öncü şahsiyetten bahsediyoruz.
Cemaleddin Afgani, hayatı mücadele ile geçmiş biri olarak, bir aksiyon adamı olarak doğru dürüst kitap yazmaya da fırsat bulamamış bir şahsiyettir. ''Dehriyyuna reddiye'' adlı eserinin ve makalelerinin haricinde yazılı eser ortaya koyamamış fakat mücadelesi ve örnekliğiyle İslam ümmeti adına yeni çığırlar açmıştır.
El Urvetul-Vuska cemiyeti ve yine bu cemiyetin adıyla müsemma bir dergi çıkaran Cemaleddin Afgani, Hintli ve Mısırlı müslümanların çoğunlukta olduğu bu hareketle faaliyetlerini sürdürmüştür.
Cemaleddin Afgani, 1838 yılında Afganistan'da doğmuş, 1897 yılında da İstanbul'da vefat etmiştir. 18 yaşına kadar babasının telkinleriyle Afganistan ve İran'da klasik medrese eğitimi gören Afgani, ayrıca mantık, teorik tıp, iktisat, matematik gibi dersler görmüştür. 18 yaşından sonra Hindistan'a giden Afgani, pozitif bilimlerle ilgili eğitim almıştır.
Hindistan'da İslam alimleri ile tanışan kimi alimleri etkileyen ve cemiyete hareketlilik kazandıran Cemaleddin Afgani, sömürgeci İngilizlerin dikkatini çekiyor ve Mısır'a sürgüne yollanıyor. Mısır'daki sürgün yıllarında da mücadelesine devam eden Cemaleddin Afgani, Mısırlı yöneticilerle, alimlerle irtibata geçiyor.
Mısır'da Muhammed Abduh ile tanışan Afgani, kendisinin hocalığını yapıyor ve fikri yönden etkilemeyi başarıyor.
Bu yıllarda ilk defa İstanbul'a gelen Cemaleddin Afgani, Darulfünun mektebinin o dönemki rektörü ile tanışıyor ve bir konferans vermesi hususunda teşvik ediliyor. konferans sırasında beyan ettiği fikirleri, dönemin şeyhülislamını rahatsız eden Afgani, çeşitli engellemelere ve iftiralara maruz kalıyor.
Tekrardan Mısır'a dönen Cemaleddin Afgani, ders halkaları kurarak ilmi faaliyetlerine devam ediyor aynı zamanda İngiliz hükümetiyle işbirliği yapan hükümete dönük eleştiriler, itirazlar ortaya koyuyor.
İngiliz sömürgecileri ve işbirlikçilerini rahatsız eden eylem ve söylemleri sebebiyle Cemaleddin Afgani, tekrar Hindistan'a sürgüne gönderiliyor. Faaliyetleriyle sömürgecileri rahatsız etmeye devam eden Cemaleddin Afgani, bu defa herhangi bir İslam ülkesine gitmemek üzere tekrar yurtdışına çıkartılıyor.
Bu defa Londra'ya, ardından Almanya Münih'e ve Paris'e gitmiş oluyor. Paris'te ikamet ettiği yıllarda El Urvetul-Vuska dergisini çıkarmaya başlıyor.
Cemaleddin Afgani, El Urvetul-Vuska dergisinde İngiliz sömürgecilerinin ve işbirlikçilerinin İslam dünyasında işlediği cürümleri, katliamları ve bunun yanısıra İslam dünyasının ayağa kalkması için gerekli çabaların nasıl olması gerektiği hususunda fikirleri, sahih İslam anlayışı çerçevesinde ortaya koyuyor.
On sekiz sayı olarak basılan El Urvetul-Vuska dergisi, sömürgecilerin dikkatini çekince kendileri açısından zararlı olarak görülerek engelleniyor ve kapatılmak zorunda kalıyor.
İran şahı'nın ısrarları üzerine İran'a geçen Cemaleddin Afgani, İran'da da yine aynı şekilde konferanslar, sohbetler düzenliyor ve bir süre sonra İran başbakanı tarafından zararlı addedilerek yurtdışına çıkması sağlanıyor.
İran'dan sonra Rusya'ya geçen ve burada dört yıl kalan Cemaleddin Afgani, Rusya'da yaşayan yaklaşık otuz milyon müslümanın daha rahat koşullarda yaşayabilmesi için Rus çarı ile görüşmelerde bulunuyor. Ve bazı iddialara göre İslam dünyasını işgal eden İngilizlere karşı bir denge unsuru olarak Rusların faal olması ve İngiliz-Rus kapışmasıyla İslam ümmetinin rahatlaması için faaliyetlerde bulunuyor. Her yerde olduğu gibi Rusya'da da barınamayan Cemaleddin Afgani, bir süre sonra Rusya'dan da uzaklaştırılmış oluyor.
Daha sonra ikinci defa olmak üzere tekrardan İstanbul'a gelen Cemaleddin Afgani, Sultan Abdulhamid'in daveti üzerine kendisiyle görüşüyor. Dağılmakta olan Osmanlı imparatorluğunun İslam birliği (İttihad-ı İslam) düşüncesi etrafında toparlanabileceğini düşünen Sultan Abdulhamid, Cemaleddin Afgani'nin de bu fikirlere sahip olduğunu görünce kendisinden istifade etmek hususunda harekete geçiyor.
Cemaleddin Afgani, İslam ümmetinin konfederasyonlar şeklinde içişlerinde serbest ancak dışişlerinde merkeze bağlı bir sistem olarak örgütlenebileceğini düşünürken Sultan Abdulhamid'in Ademi merkeziyetçi bir düşünceye sahip olması aralarında fikri çatışmaya sebebiyet vermiştir.
Cemaleddin Afgani, İstanbul'da bulunduğu sırada talebelerinin belirttiği üzere çene kanserinden dolayı vefat etti ve İstanbul'a defnedildi.
Cemaleddin Afgani'nin fikri dünyasına da değinecek olursak O'nun tamamen Kur'an merkezli düşünen bir inanç sistemine sahip olduğunu söyleyebiliriz. Cemaleddin Afgani, İslam ümmetinin uydurma rivayetlerle meşgul edildiğini ve enerjilerinin bu şekilde yanlış mecralara kanalize edildiğini belirtiyor ve bu yüzden Kur'an merkezli düşünmemiz gerektiğini ifade ediyordu.
Bid'atlerden ve tefsirlere sirayet etmiş olan İsrailiyyattan kurtulmamız gerektiğini ifade eden Cemaleddin Afgani, geleneği Kur'an terazisinde tarttıktan sonra istifade edebileceğimizi ifade etmiştir.
Kendisi de Hanefi olan Cemaleddin Afgani, mezhep taassubuna ve mezheplerin mutlaklaştırılmasına karşı çıkmış ve içtihad kapısının açık olduğunu belirterek fıkhi donukluğa, durgunluğa karşı çıkmıştır.
Cemaleddin Afgani, Kur'an'ın açık ve anlaşılır bir kitap olduğunu ve herkesin bu bakımdan azami derecede Kur'an bilgisine sahip olması gerektiğini de ifade etmiştir.
Belirtmek gerekirse Cemaleddin Afgani'nin o dönem ortaya koymuş olduğu reçeteler İslam ülkelerinin liderleri tarafından dikkate alınmış ve uygulanmış olsaydı bugün İslam ümmeti, içinde olduğu bu zor durumda olmayacak ve İslam ümmeti Dünya halkları için çok güzel bir örnek olarak önümüzde duruyor olacaktı.
Seminer soru cevap faslının ardından sona erdi.