Özgür-Der Siverek Temsilciliği'nde devam eden alternatif eğitim seminerleri Cengiz Orhan'ın "Kuran'da Tövbe ve Mahiyeti" konulu sunumuyla devam etti. Orhan'ın sunum notlarını paylaşıyoruz:
Tevbe Kur'ânî bir kavramdır. İşlenen günahı derhal terk etmek suretiyle ondan pişman olmak, bir daha o günaha dönmemeye kesin karar vermektir.
Tevbenin kabul edilmesi, günahlardan kaynaklanan azabı kaldırmaktır. Şartlarını taşıyan tevbenin kabul edilmesi, Allah için bir zorunluluk olmayıp, bir lütuftur. Allah, vaat ettiği için tevbeleri kabul eder.
Tevbe etmenin altında yatan felsefe, bireyin Allah'ın yüceliğini kabul ve itiraf etmesidir.
Anahtar Kelimeler: Tevbe, Günah, Pişmanlık, Gereklilik, Lütuf, Kelâm, Kur'an.
1. TEVBENİN TANIMI
1. 1. Dilde Tevbe:
Tevbe, Kur'anî bir kavramdır. Arapça bir kelime olan tevbe, tâbe, -yetûbû, tevben ve tevbeten- kökünden mastardır. Rücu' etmek, geri dönmek, pişman olmak, işlediği günahı terk ederek Allah'a dönüş ve yöneliş anlamlarına gelir. Tevbe kelimesi, hatadan, günahtan /masiyet Allah'a dönme anlamı ile yaygın bir kullanım alanına sahiptir.
Tâbe fiili, farklı harfi cerlerle kullanımıyla çeşitli anlamlara gelmektedir. "İlâ" harfi ceriyle kullanıldığında günahından Allah'a dönen kişi, "alâ" harfi ceriyle kullanıldığı zaman da Allah'ın günahkar kullarının tevbesini kabul etmesi anlamına gelmektedir.
Tevbe kelimesinin kökünden türeyen "tevvâb" kelimesi tevbeyi bolca, pek çok yapan anlamını taşımaktadır.
Kur'an-ı Kerim'de bolca geçen ve Yüce Allah'ın sıfatı olarak kullanılan "et-Tevvâb" kelimesi ise, itâat amacıyla Allah'a yönelen bireyin arzuladığı bağışlanmayı bolca kabul eden, onu bağışlayıp, affeden anlamına gelmektedir. Allah'ın tevbeleri kabul etmesinin nedeni O'nun rikkatı/ yufka yürekliliği, zararı defetmek ya da fayda sağlaması arzusu değildir. Aksine Yüce Allah yalnızca ihsan ve lütfünden dolayı tevbeleri kabul eder.
1. 2. Tevbenin Terim Manası
Tevbe yüklenmiş olduğu fonksiyonunun çeşitli yönleri ileri çıkarılarak birçok şekilde tanımlanmıştır:
Kelâmcıların terminolojisinde tevbe, kula izafe edildiği zaman yaptığı günahlardan pişman olarak Allah'a dönmesi anlamında kullanılırken, Allah'ın fiillerine izafe edildiği zaman da nimetini ve yardımını kullarına döndürmesi anlamına gelmektedir.
Dinde tevbe, kötülenen davranış ve eylemlerden övülen ve beğenilen işlere dönüş olarak tanımlanmaktadır.
Genel olarak kelâmcılar tevbeyi, isyan olduğu için günahtan pişman olmakla birlikte gücü yettiği halde o günaha dönmemeye karar vermek olarak tanımlamışlardır.
Tevbe, yaptığı günahtan pişman olmak, hayıflanmaktır.
Tevbe, geçmiş hatalardan dolayı insanın içinin yanmasıdır.
Tevbe, itaatsızlıklardan pişman olmaktır.
Tevbe, geçmişte yapılanlara pişman olup, gelecekte onu bir daha yapmamaya kesinkes karar vermekten ibarettir.
Tevbe, kötülüklerden kötülük olduğu için pişmanlık duyarak vazgeçmektir.
Tevbe, Allah'ın yapılmasını gerekli gördüğü fiillere sarılmak, kötü gördüklerinden de uzaklaşmaktır.
Resûlullah Hz. Muhammed de tevbeyi "Pişmanlık tevbedir" diyerek tanımlamıştır.
Pişman olmak, yaptığı bir eylemin ya da inandığı bir düşüncenin yanlış olduğunu anlamak ve karar vermektir. Tevbe ise bu kararı pratiğe dökmek, yürürlüğe koymak, bu karara göre hatalı davranış ya da düşüncesini terk ederek, onun alternatifi olan doğru davranış ya da düşünceyi benimsemektir.
Gazzali'nin iktibas ettiğine göre, Sehl b. Abdullah el-Tusteri de tevbeyi, kötü hareketleri iyi-övülmüş hareketlere dönüştürmektir diye tanımlamıştır.
Kötülükleri terk etme anlamı göz önünde bulundurularak başka bir tevbe tanımı daha yapılmıştır: Zahmet ve acı veren elbiseyi çıkarıp faydalı elbiseyi giymektir.
Bu tanımlardan hareketle günahkar bir birey günahından tevbe ederse, onun tevbesi gerçekleşmiş olur. Çünkü tevbe yapmakla birey, işlediği günahından pişman olduğunu, içinde bulunduğu şimdiki zamanda ve gelecekte o günahı bir daha işlemeyeceğine karar verdiğini ve kararında da sebat ettiğini ifade etmiş olmaktadır. Allah da bu şekilde tevbe eden bireyin tevbesini kabul edeceğini vaat etmiştir.
Anılan tevbe tanımlarından ortaya çıkan bir başka gerçekte, günahı itiraf şuuru, pişmanlık ve günahtan uzaklaşmanın tevbenin asli unsurlarını oluşturduğudur.
1.3. Tasavvuf Felsefesinde Tevbe
Tasavvufçuların terminolojisinde de tevbe, yapılan günahı terk edip Allah'a dönmek, pişman olmak manasına gelmektedir. Fakat tasavvufî düşüncede tevbenin fonksiyonu daha geneldir. Tevbe, Allah'ı unutmamayı ifade eder. "Allah'ı unutanlar gibi olmayın..."Haşr-19
Tevbe, tasavvufî olgunluk yoluna girenlerin vuslata ulaşıncaya karar uğradıkları menzillerin ve makamların ilki olarak kabul edilmiştir. Yalnızca Allah rızası için yapılan tevbeye evbe ismi verilmektedir. Tevbe, şeriatın beğenmeyip yerdiği şeylerden onun övdüğü şeylere dönmektir. Gerçek tevbe, pişmanlık duygularının ortaya çıkmasıdır. Mutasavvıfların büyüklerinden olan Cüneyd-i Bağdâdî "günahı unutmaya" tevbe derken, Sevri de "Allah'tan başka her şeyden yüz çevirmeye" tevbe ismini vermiştir. Bir başka mutasavvıf Ruveym'in tevbe tanımı oldukça ilginçtir. Ona göre tevbe, tevbe etmekten tevbedir.Tasavvufî düşünce de tevbe, suyun cam üzerindeki tozları giderdiği gibi, fertlerin zihnindeki kötü düşünceleri ve günahları giderir. Tevbe, gerçekte Allah'a yönelmektir. Tasavvuf felsefesinde tevbe, yaşamın yönünü değiştirmeyi sağlayan bir unsur olarak anlaşılmaktadır.
İslâm tasavvufçuları tevbenin üç derecesinden söz etmişlerdir. Bunların ilki tevbe, ikincisi, inabe ve sonuncusu da evbedir. Bu sıralamaya göre;
1- Tevbe, Allah'ın azabından korkularak yapılan tevbedir.
2- İnabe, sevap arzu ve tamahı ile yapılan tevbedir.
3- Evbe, sevap ümidi ve azap korkusundan değil, yalnızca Allah'ın emirlerini gözetmek için yapılan tevbedir. Bu tevbedeki amaç yalnızca Allah'ın rızasını kazanma arzusudur. Kur'an'da Hz. Davud, Hz. Süleyman ve Hz. Eyyub peygamberlerin tevbedeki durumları "evvab" kelimesiyle anlatılmaktadır.
Tasavvufi düşüncede tevbe, mü'minlerin, inabe, evliya ve Allah'a yakın olanların sıfatı olurken, evbe, nebi ve resullerin sıfatı olmaktadır. Kur'an-ı Kerim bu gerçeğe şöyle temas etmektedir: "Gerçekten biz Eyyub'u sabırlı bulmuştuk. O ne iyi bir kuldu; daima Allah'a yönelirdi."
Tasavvuf felsefesinde tevbenin mahiyeti de, bireylerin bulunduğu konuma göre değişiklik arz etmektedir. Buna en güzel örnek de Zunnûn el-Mısrî'nin şu sözüdür: "Halkın tevbesi günahtan, bilgili insanların tevbesi gafletten, peygamberlerin tevbesi ise, diğer peygamberlerin ulaştığı dereceye erişememe konusundaki acz ve noksanlıklarını görmektendir."
Tasavvufî düşüncede tevbenin oluşumuna da dikkat çekilmiştir. Tevbe eden birey yaptığı şeyin kötü olduğunu kalbiyle düşünür, kötü fiiller içerisinde olduğunu hissederse, tevbe arzusu kalbine doğar, bu kötü davranışlardan uzaklaşma ve vazgeçme isteğidir. O zaman yüce Allah kararı ve azmi düzeltmeyi, iyi davranışlara doğru güzel bir dönüş yapmayı ve tevbe sebepleri için hazırlıklı olmayı o bireye nasip eder.
Allah'tan başka her şeyden uzaklaşarak, yalnızca Allah'a dönmek, tasavvufî düşüncedeki tevbenin özünü oluşturmaktadır. Fakat bu tarzda yorumlanan bir tevbe telakkisi çok anlamlı gözükmemektedir. Zira önemli olan, dünya hayatının içinde sosyal ve beşerî aktivitelerle uğraşmakla birlikte Allah'ı unutmamak, onu zihinde canlı tutmaktır. Yoksa hayattan soyutlanarak Allah'a dönmek İslamî verilerle uyuşan bir yöntem olmasa gerektir.
2. TEVBENİN OLUŞUMU
Eş'arî kelâmının önde gelen isimlerinden olan Gazzâlî, tevbeyi konu ettiği eserinde tevbenin üç şeyin sırasıyla meydana gelmesiyle gerçekleşeceğini söylemiştir: Bunlar ilim, hal ve ameldir. Gazzâli'ye göre, ilim ilk, hal ikinci, amel ise üçüncü sıradadır. Bunların her biri sırasıyla birbirini gerektirir. Allah'ın adaleti bütün her yerde bunu gerektirir. Tevbenin oluşumunun ilk unsuru olan ilim, günahta bulunan zararı ve günahın birey ile Allah'ın rahmeti arasında perde olduğunu bilmektir. Bunun böyle olduğu gerçek anlamda bilinince, bu bilgiden, istenilen şeyin elden kaçması sebebiyle kalpte bir üzüntü meydana gelir. Çünkü kalp, her ne zaman sevdiği bir şeyi kaybettiğini hissederse elem ve acı duyar. Eğer o şeyin elden kaçması, kendisi tarafından yapılan bir eylemden dolayı olursa, bu istediği şeyin elden kaçması nedeniyle, o şeyin elden kaçmasına neden olan şeye üzülür; ona göre işte bu tür üzüntüye pişmanlık denir. Sonra bu söz konusu üzüntü kuvvetlenince, bundan kararlı bir irade meydana gelir. Bu irade geçmişe taalluk ettiği gibi geleceğe de taalluk eder. Onun içinde bulunduğumuz şimdiki zamana taalluku, içine girdiği günahı terk etmek ile olur. Gelecekle olan ilgisi, arzu ettiği şeyi kaybetmesine neden olan bu fiili, hayatının sonuna kadar yapmamaya azmetmesidir. İradenin geçmiş ile olan ilgisi ise, elden kaçırdığı şeyleri, şayet tamiri imkan dahilinde ise, bu yolla ve onararak telafi etmesiyledir. Bu sebeple ilim ilk sırada gelir ve o bu hayırların kaynağıdır. Gazzalî, ilim ile yakînî olan ilmi kastetmiştir. Bu yakînî ilim ise, ona göre bir nurdur. Bu nur, pişmanlık ateşini doğurur. Bununla kalp, tıpkı üzerine, karanlık içinde iken üzerine güneş doğan, bulutların kaybolmasıyla üzerine ışıklar doğarak sevdiği şeyin neredeyse yok olmak üzere olduğunu görüp de, kalbinde aşk ateşi tutuşarak bu ateşlerden onu kurtarmak için ileri atılma isteği oluşan birey gibi, iman nurunun onu aydınlatmasıyla sevdiği ile kendi arasında bir perdenin bulunduğunu görerek üzülür. O halde ilim, pişmanlık ve şimdiki ve gelecek zamandaki günah eylemini terk etmekle ilgili kararlılık/ azim; geçmişte elden kaçanları telafi, tevbenin meydana gelmesinde birbirini izleyen üç safhadır. Tevbe ismi, bunların hepsine birden verilirse de, daha çok, tek başına pişmanlık anlamında kullanılır ve o zaman, tevbeden önceki ilim bir başlangıç; o fiili terk tevbenin bir meyvesi ve onun ardından gelen bir sonuç olarak kabul edilir. Bu sebeple Hz. Peygamber: "Pişmanlık tevbedir" buyurmuştur. Çünkü pişmanlık, bu pişmanlığı gerektiren ilimden ve onun ardı sıra gelen azimden ayrı düşünülemez. O zaman pişmanlık tevbenin en önemli unsurunu oluşturmaktadır.
Tevbenin oluşumu insanın zihninde başlamaktadır. Kelâmcımız Râzî de buna değinmektedir. İnsandan herhangi bir şeyi yapmak ya da terk etmek biçiminde ortaya çıkan durum, öncelikle kalpte o şeyin faydalı veya zararlı olduğu şeklinde bir tasdik meydana getirir. Akabinden faydalı oluşunu tasdik etmekten onu meydana getirme arzusu ve meyli, zararlı olanı tasdik etmekten de onu terk etme arzusu doğar. Son merhalede bu arzu ve eğilimle birlikte oluşan güç, fiilin ya yapılmasını ya da terk edilmesini gerektirir.
Bu olgu bu tarzda belirlenince, tevbenin de böyle olduğu anlaşılır. Birey, oldukça zor bir işin büyük zararlara sebebiyet verdiğine inanınca, söz konusu bu inancın oluşumu üzerine o yasağa karşı bir nefret oluşur. Netice de söz konusu bu nefret, şu üç şeyi gerekli kılar:
1- Geçmişte kendisinden meydana gelen kötü şeyler için pişman olmak,
2- Meydana gelen kötü eylemleri terk etmek,
3- Söz konusu bu kötülükleri gelecekte de terk etme isteği ve kararlılığı.
Görülüyor ki, yapılan tevbenin geçmiş, şimdiki ve gelecek zamanla ilgisi vardır. Öncelikle geçmişte işlenmiş günahlardan pişman olunarak Allah'a iltica edilir. Arkasından yaşadığımız şimdiki zamanda, söz konusu bu günahlar hemen terk edilir, peşinden de gelecek zamanda da bu gibi günah ve kabahatlere ve benzerlerine bir kez daha dönmemeye ve bu tür günahları bir kez daha işlememeye karar verilir. Bu şekilde üçlü zaman diliminde tevbe eden birey, tevbesini hiçbir zaman hatırından çıkarmayarak kendisini bir daha günah işlemekten alıkoymuş olacaktır. Tevbeden beklenen de budur.
3. TEVBENİN GEREKLİLİĞİ VE KABULÜ
3. 1.Tevbe Etmenin Gerekliliği:
Tevbenin gerekliliği konusunda İslâm âlimleri fikir birliğine varamamışlardır. Onlardan bazıları günahlardan tevbe etmeyi gerekli/farz görürken, diğerleri ise gerekli olmadığını düşünmüşlerdir.
Ehl-i sünnet kelâmcıları, tevbe ve istiğfar etmenin mü'min bireyler için gerekli/vacip olduğu kanaatini taşımaktadırlar.Hataları terk etmenin ve işlemiş olduğu hatalardan pişman olmanın gerekliliği hususunda Sünnî âlimler fikir birliği etmişlerdir. Şiî âlimler de tevbenin gerekliliğini (vucubiyetini) sem'i/ naklî delillere bağlarlar.
Sünnî kelâmcılar hiçbir bireyin tevbe etmeden müstağni olamayacağını da sözlerine eklemişlerdir. İslâm düşünce tarihine büyük ölçüde tesir etmiş olan Gazzalî, tevbenin gerekliliği konusunda Hz. Adem'i örnek vererek, şu tarzda istidlalde bulunmuştur: İnsanlığın babası olan Adem bile tevbeden müstağni kalamamıştır. Asıl olarak babanın yaratılışına uymayan ve babanın güç yetiremediği şeye evladı hiç güç yetiremez.
Ehl-i sünnet'e göre, tevbe itaat ve ibadettir, yapılması emredildiği için, sevap verilmektedir.
İnananlar için tevbe etmenin gerekliliği konusundaki bu uzlaşma esasında Kur'an ifadelerine dayanmaktadır.
"Ey iman edenler! Samimi(nasuh) bir tevbe ile Allah'a dönün"Tahrim-8
"Ey mü'minler! Hep birden Allah'a tevbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz" Nur-31
Tevbenin istisnasız bütün inananlara tavsiye (emir manasındadır) edilmesinin sebebi, şu şekilde yorumlanmaktadır. Zayıf karaktere sahip bireylerin, nefislerine hakim olup, gayret etseler dahi, Allah'ın her alandaki emir ve yasaklarını tam manasıyla yerine getirememelerinden dolayı, kendilerinin sebep oldukları kusur ve eksikliklerden soyutlanamazlar. Yüce Allah işte bu sebeplerle inananların tamamına tevbe ve istiğfarda bulunmalarını emir ve tavsiye etmekle kalmıyor, tevbe edip, günahlarının bağışlanmasını istedikleri zaman, kurtuluşa erip, mutluluğa ulaşacaklarını ümit etmelerini de tavsiye ediyor.
O halde bu tavsiye veya emir karşısında insanların ölmeden önce yapmaları gereken şey, Allah'ın kabul edeceğini umarak günahlarından tevbe etmeleridir.
Sahabeden İbn Abbas söz konusu ayeti; 'Cahiliye devrinde yaptığınız günahlarınızdan tevbe ediniz, umulur ki, bu sebeple dünya ve ahirette mutlu olursunuz' şeklinde yorumlamıştır.
İslâm dini kabul edilmekle tevbe edilmiş olmaz mı?, İslâm'ın kabul edilmesiyle bireyin daha önceki günahları yok olur mu?, buradaki tevbenin anlamı nedir? şeklindeki soruları Mu'tezilî âlim Zemahşerî (ö.538/1143), söz konusu âyeti yorumlarken âlimlerin görüşlerinden istifade ederek cevaplandırıyor: Günah işleyen birey, sonra günahından tevbe ederse, günahını her hatırladığında tevbesini yenilemesi gerekir. Çünkü birey Allah'a kavuşuncaya (ölünceye) kadar söz konusu bu pişmanlığında ve kararlılığında devamlı olması gerekir.
İslâm hiç şüphesiz ki fıtrat dinidir. Günah ve sevap işleme özelliklerine sahip olarak yaratılan insanın, günah işleyeceği kabul edilmiş olmakla birlikte, ondan kurtulma ve etkisini azaltma yollarına da dikkat çekilmiştir. Buna göre tevbe, insan için arınma mekanizmasıdır. İnsan beşer fıtratında yaratılmış olması hasebiyle her an günah işlemekle karşı karşıyadır. Günah işlemek, belki de insanı meleklerden ayıran en önemli özelliktir. İnsan, bütünüyle günah ve benzerleri diğer fiillerden uzak kalamayacağına göre, tevbeden de uzak kalamayacaktır. Dünya ve ahiret saadetine ulaşmak isteyenler için yüce Allah'a iltica etmesi, günahlarından pişman olması ve onlardan devamlı surette vazgeçmesi onun için çıkar yol olacaktır. İnsanın yaratılışı hatırlandığı zaman, her fert için tevbenin gerekli olduğu kendiliğinden ortaya çıkacaktır. İnsan günahtan soyutlanamayacağı için, tevbeye olan gereksinimi de daima var olacaktır. Bu şekilde tevbenin inanan için gerekliliği ortaya çıkmış olmaktadır.
3. 2. Tevbenin Kabulünün Aklen Allah'a Vacip Olup- Olmadığı Meselesi
İslâm düşüncesinde tevbe ile ilgili tartışılan konulardan biri de yapılan tevbenin Allah tarafından kabulünün gerekip-gerekmeyeceğidir. Mu'tezile kelâm okuluna göre, Allah'ın tevbeyi kabul etmesi aklen gerekli/vaciptir. Bu düşünce de olmaları, onların kabul ettiği Allah'ın kulları için en iyiyi yapması gerektiği/ aslah meselesinin zorunlu bir sonucu olsa gerekir. Mu'tezile kelâm ekolü, tevbeyi kabul etmenin aklen Allah'a vacip olduğunu söylerken bu görüşlerini Kur'an âyetlerine dayandırmaktadırlar.
" O, kullarının tevbesini kabul eden, kötülükleri bağışlayan ve yaptıklarınızı bilendir." Şura-25
"Allah'ın kabul edeceği tevbe, ancak bilmeden kötülük edip de sonra tez elden tevbe edenlerin tevbesidir; işte Allah bunların tevbesini kabul eder; Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir." Nisa-17
Ehl-i sünnet kelâmcılarına göre ise kullarının yaptığı tevbeyi Allah'ın kabul etmesi gerekli değildir. Onların düşüncesinde tevbenin kabulü Allah'ın iradesine bağlıdır; dilerse kabul eder, dilerse kabul etmez. Çünkü onların anlayışına göre, Allah'a hiçbir şey vacip, zorunlu değildir. Yüce Allah istediği şeyleri kendi iradesi, kudreti ve hikmetiyle yapar. Ancak bununla birlikte Ehl-i sünnet kelâmcıları, Yüce Allah'ın tevbe edenin tevbesini kendi vaadinden dolayı kabul edeceği inancındadırlar. Zira onlara göre, Allah'ın vadinden yani söz vermesinden dönmesi muhaldir.
Bu problemle ilgili olarak Eş'arî kelâmcılarından Cüveynî (ö.478/1085), tevbeyi kabul etmenin aklen Allah'a vacip olmadığını belirttikten sonra tevbenin kabulüyle ilgili şer'î nassların bulunduğunu dolayısıyla Allah'ın tevbeleri kabul edeceğini bildirir. Söz konusu nasslardan ilk ikisi,
"O, kullarının tevbesini kabul eden, kötülükleri bağışlayan ve yaptıklarınızı bilendir." Şura-25
"Kim tevbe edip düzelirse, Allah onları bağışlar ve onlara acır"Ali İmran-89 şeklindeki Allah sözüdür.
Diğeri ise, Hz. Peygamberin "Günahından tevbe eden, günahı olmayan kimse gibi olur" anlamındaki hadisidir.
Mu'tezile kelâm âlimlerinden Kâdî Abdülcabbar, tevbe'nin cezaları düşüreceğini söylemiştir. Ona göre, tevbe etmek özür dilemeye benzemektedir. Suç işleyen birey, suç işlenen kimseye hitaben gerçekten ve samimi bir tarzda özür dilediği zaman, artık o cezalandırılmaz ve affedilir. Bu durum, yani özür dileme, işlenen suçtan dolayı hak ettiği cezanın düşürülmesine neden olur. Özür dileme de durum böyle olunca, tevbede de aynı durum söz konusu olur.
Neticede Allah, içten gelen, pişman olarak yapılan tevbenin kendi katında kabul olacağını bildirmiştir.Allah'ın tevbe edenleri övmesi, tevbe eden ve temizlenen kullarını sevdiğini ifade etmesi de tevbelerin kabul edileceğinin kanıtı sayılmalıdır. İnsan için önemli olan yaptığı hatanın hemen arkasından pişman olup tevbe etmesidir. Onun bu samimi ve kalpten olan tevbesinin kabulü Allah'a bağlıdır. Allah'ın vaadi ise haktır. Onun vaadi ise tevbe edenlerin tevbesini kabul edeceği doğrultusundadır. Bu tarzda anlaşılan bir tevbe telakkisi, inanan bireylerin içine düştükleri sıkıntılardan uzaklaşmalarına yardımcı olabilir.
3. 3. Tevbenin Kabul Olmasının Şartları
Tevbe Kur'an-ı Kerim'de birçok ayette konu edildiği gibi tevbelerin Allah tarafından kabul edileceği de pek çok ayette ifade edilmiştir.
Tevbenin kabul edilmesi iki anlama gelmektedir:
1- Herhangi bir itaatin kabul edilmesinde olduğu gibi, tevbeleri kabul eden Allah'ın tevbelere karşılık sevap vermesidir.
2- Allah'ın tevbe ettiğinden dolayı bireyin günahlarını affetmesi ve bağışlamasıdır.
İkinci anlamda tevbeyi kabul etmek, günahlardan dolayı gelecek azabı kaldırmaktır ki, bu aklen Allah üzerine gerekli değil bir fütuftur.
Tevbenin kabulü başka bir deyişle geçerliliği meselesi de kelâm ekolleri arasında tartışma konusu olmuştur.
Mu'tezile'ye özellikle de Ebû Hâşim el-Cübbâi (ö.321/933) ve ona uyanlara göre, bireyin yaptığı tevbenin geçerli olması için istisnasız bütün günahlarından tevbe etmesi gerekir. Aksi halde kişinin tevbesi geçerli değildir. Şîa da Mu'tezile gibi aynı görüşü paylaşmaktadır. Mu'tezile'nin ileri sürdüğü bu görüşe göre, tevbe, bölünme ve parçalanma kabul etmemektedir. Tevbe isyan ve muhalefetten itaate dönüştür. Allah'ın emirlerinden bir kısmını yapıp, diğerlerini yapmayana itaatkar denemez. Günahlarının tamamını terk etmeyen, muhalefetten dönmüş sayılamaz. Bu nedenle bazı günahları işlemeye devam eden bireyin, bazılarından tevbe etmesi makbul değildir. Kötü olması yönünden günahlar arasında bir ayrım söz konusu değildir. Mu'tezile bu görüşlerine dayanak olarak Bakara Sûresi'nin 160. âyetinde geçen (hallerini düzelten) ifadesini kullanmışlar ve bu ifadenin bütün günahlar hakkında umumî bir lafız olduğunu söylemişlerdir.
Ehl-i sünnet kelâmcıları tevbenin kabulü hususunda üç şart ileri sürmüştür ki bunlar, yapılan haksızlıkları reddetmek, bu günaha bir daha dönmemeye karar vermek ve pişmanlıkta daim olmaktır.
Mu'tezile'nin son büyük kelâmcısı olan Kâdî Abdülcabbar'a göre ise tevbenin sahih ve geçerli olması şu iki şartın birlikte bulunmasına bağlıdır. Bunlar pişman olmak ve kararlılık içinde bulunmaktır. Eğer pişman olup kararlı/azimli olmazsa veyahut ta kararlı olup, pişmanlık duymazsa, tevbe eden birey tevbe-i nasuh ile tevbe etmiş olmaz. Tevbenin kabul olması için bu iki şartın birlikte bulunması gerektiği gibi, yapılan kötülükten pişman olmanın muteber olması için de, bizzat o işin kötü olduğundan pişmanlık duymak gerekir. Yine Abdülcabbar'a göre, o kötülüğün bir benzerine dönmemek kararlılığı da onun bizzat kötü bir şey olduğu içindir. Eğer bir birey, bir şeyin kendi kötülüğünden değil de başka bir şey yüzünden pişman olup, azim ve karar sahibi olmuşsa, yine şahıs, tevbe-i nasuh ile tevbe yapmış sayılamaz.
Mu'tezile kelâm ekolü tevbe de esas olan şeyin ne olduğuna da temas ederek, tevbe de pişmanlık duymanın esas olduğunu, azimli olmanın ise, tevbenin şartı olduğunu kabul etmiştir. Buna gerekçe olarak da şunları söylemişlerdir: Tevbe geçmişteki bir şeyle ilgilidir. Öyleyse geçmişle ilgili olan bir işin esas olması gerekir. Bu iki işten geçmişle ilgili olanı yalnızca pişman olmaktır. İşlenilen kötülüğün bir benzerini yapmamaya azimli olmak ise, elbette geçmişle ilgili olmayıp gelecekle ilgilidir.
Yüce Allah Nisâ sûresinin 17. âyetinde tevbenin kabul edilmesini iki şarta bağlamıştır. İlki kötülüğü bilgisizlik/ cehalet sebebiyle yapanların tevbesinin kabul edileceği, diğeri ise, günahından hemen (çarçabuk) dönüş yapıp, tevbe edenlerin tevbesinin kabul edileceği vurgulanmıştır.
İslâm âlimleri âyette geçen hemen veya yakından kastın, ölüm vaktinin gelmesi ile, ölüm korkularının bizzat müşahede ve ayne'l-yakîn görülmesi olduğunda fikir birliğine varmışlardır. Bilerek günah işleyen ve çok vakit geçmeden tevbe etmeyip, kötülük ve günahları alışkanlık haline getiren ve bununla birlikte can çekişme durumuna gelip hayattan ümidini kesmeden önce tevbe edenlerin tevbelerinin kabulü, kesin olmayıp, Allah'ın isteği ve iradesine kalmıştır.
Bununla birlikte can çekişme durumuna gelmeden ve henüz hayattan ümidini kesmeden önce, küfürden tevbe ederek iman etmek makbuldür. Bu haldeki bir birey küfürden çıkarak imana girmiş olur. Ancak, can çekişme esnasında, hayattan ümidini kesmiş olarak, küfürden tevbe ederek iman etmek makbul değildir. Çünkü iman ettikten sonra hayır işler yapabilecek bir zaman bulunmalıdır.
Fâsık /günahkar bir mü'minin son nefesindeki tevbesinin kabul olunabileceği de gözden uzak tutulmamıştır. Zira Kur'an-ı Kerim'de "Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin..."Zümer-53 buyurulmaktadır. Ancak bu tür tevbenin kesin olarak kabul edileceği de vaat olunmuş değildir.
O halde nefsi arzulara uyularak tevbe yapmayı geciktirmek hiç de güvenilecek bir metot değildir. İslâm âlimleri, tevbenin geciktirilmesinin, tevbenin terk edilmesi anlamına geleceğini ifade etmişlerdir. Günahın hemen akabinden tevbe edilmesinin gereği kaçınılmaz olarak belirginlik kazanmıştır.
Kur'an-ı Kerim tevbenin geçerli ve kabul olması için başka şartlar da öne sürer: Bunlardan birisi de tevbede samimiyettir.
"Ancak tevbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıkça ortaya koyanlar başkadır. Zira ben onların tevbelerini kabul ederim. Ben tevbeyi çokça kabul eden ve çokça esirgeyenim."Bakara-160
Tevbenin kabulü için ihlas ve samimiyet vazgeçilmez bir değere sahiptir.
Tevbenin kabul edilebilmesi için, tevbe etmeye sebep olan şeyin bozup tahrip ettiği şeylerinde ıslâh edilip, düzeltilmesi gerekir. Buna örnek verecek olursak, tevbenin, uygun olmayan her türlü davranışı terk ederek, uygun olan her şeyi yapmakla kabul olacağı ortaya çıkmış olmaktadır.
Tevbenin şartlarıyla ilgili bir başka Allah buyruğu da Furkân Sûresinde geçmek tedir.
"Onlar, Allah'ın yanında başka tanrı tutup ona yalvarmazlar, Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar, zina etmezler. Bunları yapan günaha girmiş olur. Kıyamet günü azabı kat kat olur, orada, alçaltılarak temelli kalır. Ancak, tevbe eden, iman eden ve yararlı iş işleyenlerin kötülüklerini Allah iyiliklere çevirir. Allah bağışlar ve merhamet eder. Kim tevbe edip, iyi davranış gösterirse, şüphesiz o, tevbesi kabul edilmiş olarak Allah'a döner"Furkan-68,71
Kur'an-ı Kerim günahın telafi edilmesi için iki şart ileri sürüyor görünmektedir. Bunlardan birincisi yapılan hatalardan dolayı tevbe etmek-pişman olmak, diğeri de iyi davranış gösterip, yararlı işler yapmaktır. İyi davranış ya da yararlı iş hiç şüphesiz ki, insanlığı ilgilendiren faydalı fiil ve eylemlerdir. Günahından tevbe yapan birey bu yararlı işiyle topluma olumlu yönden bir katkıda bulunmuş olacaktır. Böylelikle yüce Allah onun günahlarını bağışlayıp, sevaba döndürecektir. Zemahşerî, âyeti yorumlarken şunları söylüyor: Her kim isyanı ve günahı terk eder, yaptıklarına pişman olur ve iyi ve güzel işleri yapmaya koyulursa, o bu şekilde Allah'a dönmüş ve ona gereği gibi tevbe etmiş olur. Allah da ondan razı ve hoşnut olarak hatalarını örter ve onların yerine sevapları geçirir.
Tevbenin en önemli şartlarından birisi de tevbenin yalnızca Allah'a yapılmasıdır. "Yaratıcınıza tevbe edin..."Bakara-54 anlamındaki Allah kelamı tevbenin sadece Allah'a yapılacağını ifade ederken, aynı zamanda tevbe ederken riyakarlık yapmaktan insanları nehyetmektedir. Tevbe kalpten samimi olarak değil de lisanen dil ile yapılacak olursa, bu tevbe kalpleri bilen Allah'a değil de, insanlara karşı yapılmış olur. Bu şekildeki bir tevbenin hiç kimseye yararı olmayacağı açıktır. O halde bir günah işlenildiğinde yalnızca Allah'a tevbe edilmelidir.
Bireyin işlediği yanlış ve hatalardan dolayı yapması gereken tevbe de iki kısma ayrılır:
1- Allah'ın hukukuyla ilgili O'nun şahsına karşı işlenmiş günahlardan tevbe.
2- İnsanların hukukuyla ilgili günahlardan yapılan tevbe Allah'ın hukukuyla ilgili tevbeye konu olan şeyler itikat veya fiillerle ilgilidir. Bunlar genellikle şahsın kendisini ilgilendiren, Allah'a karşı işlenen günahları kapsar. Namaz kılmamak, oruç tutmamak, zengin olduğu halde hacc yapmamak vb. gibi. Bu görevlerini yapmayan birey Allah'a karşı kusurlu sayılır ve bunlardan sorumludur. Bu gibi durumlarda, ya o fiilin kötü olmasından dolayı pişman olması veyahut da vacibi ihlal etmesinden dolayı tevbe etmesi gerekir. Bununla birlikte o kötülüğün bir benzerine dönmemeye ve vacibi bir daha ihlal etmemeye azimli ve kararlı olmalısı da gereklidir.
Bireyin kendisinin dışındaki insanların hukukuyla ilgili şeylerden tevbe ise öncelikle toplumu ilgilendiren yaptığı bu kötülük ve yanlışlardan dolayı Allah'a karşı pişman olduğunu belirtmek ve gücü nispetinde verdiği zararı telafi etmeye çalışmak ve buna karar vermekle gerçekleşir. Eğer tevbeye konu olan şey gasp ise, gasp edilen şey de aynısıyla bulunuyorsa, sahibine, sahibi bulunmuyorsa, varislerine teslim edilmelidir. Varisleri de bulunmuyorsa, ilgili devlet kurumuna/ devlet başkanına veya fakirlere verilmelidir. Haksız olarak elde edilen şeyin aynısı bulunmuyorsa, onun değeri zarara uğrayan bireye verilmelidir. Tevbeye konu olan şey başkasını inciten ve yaralayan kötü bir söz ise, tevbenin kabulü, pişman olmak ve ona bir daha dönmemeye karar vermekle birlikte o kişiden özür dilenmesine bağlıdır.
Ehl-i sünnet ve Şiî kelâm âlimlerine göre, kul hakkının dışında kalan hususlarda Allah'a karşı işlenmiş günahın tevbesi üç şarta bağlıdır, bunlar:
1- Geçmişte yapılan bütün günahlardan pişman olmak,
2- Günahtan tamamen vazgeçmek ve onları derhal terk etmek,
3- Bir daha o kötülüğü yapmamaya azmetmek, o ve benzeri günaha dönmemeye karar vermektir. Yapılan bir tevbenin sahih ve geçerli olması için anılan bu şartların eksiksiz yerine getirilmesi gerekmektedir.
Bu üç şarta bunların hepsini bir daha yapmaktan korkup çekinmek de ilave edilmiştir. Bir şey üzerinde ısrar eden pişman olmuş değildir. Dolayısıyla tevbe için yapılan günahın terk edilmesi gerekir. Günahı işleyen birey, ondan vazgeçmiyorsa, onu yapıyor anlamına gelir ki, o zaman tevbe etmiş olmaz. Tevbe de pişmanlık da gereklidir, pişmanlık yaptığından dolayı içinin sızlaması ve hüzünlenmedir. Birey günahından pişman olmuyorsa, ona rızasının olduğu anlaşılır, bir şeye razı olan da onu yapıyor demektir ki, onu yapanda tevbe etmiş olmaz. İşlediği günahın benzerine dönmemeye kararlı olmak da tevbe için gereklidir. Çünkü yaptığı iş günahtır, günahı yapmaya tekrar azmetmek de günahtır. Tevbenin son şartı olan korku ise, bireye tevbe etmeyi, tevbe yapmaktan başka bir çıkış yolunun bulunmadığını emreder. O halde anılan şartlar yerine getirilmezse, tevbe gerçekleşmemiş olmaktadır.
"Allah'ın kullarının tevbesini kabul edeceğini, sadakaları geri çevirmeyeceğini ve Allah'ın tevbeyi çok kabul eden ve pek esirgeyen olduğunu hâla bilmezler mi?"Tevbe-104Allah bu ayette doğru ve şartlarına uygun tevbeleri kabul edeceğini belirtmektedir. Aynı zamanda O "Huve yakbelu" demek suretiyle de tevbeleri Resûlullah'ın değil, yalnızca kendisinin kabul veya reddedeceğini özellikle vurgulamaktadır. Bununla birlikte tevbe edenlerin tevbesini kabul etmesi de O'nun şanından olmaktadır.
Eğer birey, Allah hakkının dışında insanların hakkıyla ilgili bir kötülük yapmışsa, hak sahibinin hakkını ödemek, onun rızasını almak tevbenin kabul şartlarındandır.
O halde insanlara ve insanların içinde yaşadığı topluma karşı yapılan hata ve haksızlıklar iki yönlüdür.
1- İşlenilen hatalı ve yanlış eylemle Allah'ın emir ve direktiflerine karşı gelinmiştir. Bu ise büyük bir günahtır.
2- Yapılan hatalı ve yanlış eylemle bireye ve topluma zarar verilmiştir. Zarar verilen bireye ve topluma bu zarar telafi edilip, karşılığı verilmeden, onun etkisini ortadan kaldıracak başka iyi bir davranışta bulunmadan, yalnızca sözle yapılacak bir tevbenin Allah katında geçerli olması beklenemez.
3. 4. Kabul Edilmeyen Tevbe
Kur'an-ı Kerim'de kabul olunan tevbenin şartları zikredildikten sonra makbul olmayanin açıklaması da yapılmıştır.
"Kötülükleri işleyip dururken, ölüm kendisine geldiği zaman: "Şimdi tevbe ettim" diyenler ile kafir olarak ölenlerin tevbesi makbul değildir. İşte onlara elem verici azap hazırlamışızdır."Nisa-18
Anılan Kur'an buyruğu, kendisine ölüm gelip çatan ve ölümün soğuk yüzünü ve korkusunu gözlemleyen bireylerin tevbelerinin kabul olmayacağını kanıtlamaktadır.
Yine Kur'an'ın çeşitli yerlerinde, ölüm anında tevbe etmeye kalkışanların tevbelerinin kendilerine bir fayda sağlamayacağı açıkça ortaya konulmuştur. Firavun'un suda boğulmaya başlayınca "inandım" demesi, ölüm kendilerine gelip çatanların"Rabbim beni dünyaya geri gönder. Ta ki ben zayi ettiğim ömrüm karşılığında, iyi eylemlerde bulunayım" demeleri ve benzer anlatımlar örnek olarak verilebilir.
Bu konuda Ebû Eyyûb Hz. Muhammed'en şöyle bir rivayette bulunmaktadır: "Muhakkak ki, Cenab-ı Hak, canı boğazına dayanmadıkça, kulunun tevbesini kabul eder."
Kur'an ölüm anında yapılan tevbenin kabul edilmeyeceğini, bunun dışında yapılan tevbelerin kabul edileceğini bildirmektedir. O halde tevbe yapmada titiz davranılması, son anlara kadar ertelenmemesi gereği ortaya çıkmaktadır.
3. 5. Tevbeden Sonra Tekrar Günaha Dönmek
Eş'arî anlayışa göre, tevbeden sonra günaha yeniden dönmek, önceki tevbeyi anlamsız ve geçersiz kılmaz. Önceki tevbe geçerlidir. Tevbe diğer ibadetler gibi bir ibadettir.Ancak önceki tevbe bitmiş bir ibadet hükmündedir. Eğer ibadet bitmişse üzerine geçersizlik atfedilemez.Bununla birlikte tevbeden sonra günaha tekrar dönen için, yeni bir tevbe gerekir. Bu tevbe öncekinden bağımsız başka bir ibadet hükmündedir.
Mutasavvıflar da tevbenin bozulması hususunda kelâmcılar gibi düşünmektedirler. Birey tevbeden sonra tekrar aynı günaha dönerse yani tevbesini bozarsa tevbesini yenileyebilir. Bu durum birçok defa da tekrar edebilir. Birey yine de tevbe etmeden ümidini kesmemelidir.
O zaman zihinlere şöyle bir soru gelmektedir. Tevbenin şartlarından birisi, kendisinden tevbe edilen günaha tekrar dönmemek üzere kesin karar vermektir. O halde aynı günaha tekrar dönmek önceki tevbenin geçersizliği sonucunu doğurmaz mı?
İslâm âlimlerin çoğunluğuna göre, tevbenin kabul şartlarından olan şey, aynı günahı işlememe kararı olup, kendisinden tevbe edilen günahın tekrar edilmemesi değildir. Zira onlara göre, tevbe etmek iyiliktir, günaha dönmek ise kötülüktür. Küfür haricindeki kötülüklerin iyilikleri yok edemeyeceği gibi günaha dönüş de tevbeyi anlamsız ve geçersiz kılamayacaktır.
O halde birey, herhangi bir günahı birçok kere işlemiş olsa bile her defasında ondan tevbe etmesi onun yararına olacaktır. Unutulmamalıdır ki, tevbe bireyin Allah'a bağlılığının göstergesidir. Her bir tevbe bu bağlılığın pekişmesi ve tazelenmesi olarak kabul edilmelidir.
3. 6. Tevbenin Nasıllığı
Tevbenin nasıl yapılacağı konusunda da mü'minlere ışık tutan Kur'an-ı Kerim'dir.
"Ey iman edenler! Samimi(nasuh) bir tevbe ile Allah'a dönün. Umulur ki Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter."Tahrim-8
Tevbenin nasıl yapılacağı bildirilen bu âyette geçen ve "samimi bir tevbe" diye tercümesi verilen "tevbe-i nasûh" ifadesi için birçok yorum yapılmıştır. Ancak bu yorumların ortak noktasını şu şekilde açıklayabiliriz: "nasûh" "nush" kökünden türemiştir. Buna göre "tevbe-i nasûh", tevbe eden bireyin kendi nefsine öğüt dinletebilmesi, günahlarından dolayı son derece üzgün olması ve bir daha onlara dönmemeye karar vermesi demektir.
İşlenen bir günahın benzerine dönmemeye kesin karar vermek olarak tanımlanması meşhur olan tevbe-i nasuhu İbn Abbas da şu şekilde açıklamıştır: Kalp ile pişman olmak, dil ile istiğfar etmek, beden ile onu terk etmek suretiyle ondan uzak kalmak ve ona bir daha dönmeme kararını vicdanında saklamaktır.
Zemahşerî de, tevbe-i nasuh'u bu tarzda yorumlamaktadır: Tevbeyi kendilerine nasihat edenler, günahları yok edecek ve taşkınlıkları dizginleyecek bir tarzda tevbe ederler. Kötülüklerden tevbe etmeleri, onların kötü olduğundan dolayıdır. Yaptığına pişman olmak ise, çok şiddetli bir tarzda üzülmektir. Kötülüklerden birine bir daha dönmemeye azm ederek karar vermek de, çıkan bir şeyin bir daha yerine dönmesi nasıl mümkün değilse, bu şekilde bir daha günaha dönmemek anlamına gelmektedir.
Gazzali de tevbe-i nasûhun tanımında şunlara yer verir: Nasuh tevbesi yapanlar, geçmişte günahlarına tevbe edip ölünceye kadar tevbesinde duranlardır. Bu bireyler, geçmişteki kusurlarını tamamlar ve bir daha günaha dönmeyi akıllarının ucundan bile geçirmezler. Bu tür tevbe sahipleri, günahlarını sevaplarla değiştirip, hayırda yarışanlardır.
O halde bu tevbe nasıl olmalıdır? Tevbe, bir daha dönmemeye azmetmekle beraber kötülük olması bakımından, kötülükten pişman olmakla olur. Yine, suç ve kabahatlerden bir başka sebeple değil de, yalnızca onların çirkinlikleri, yani Allah'ın rızasına aykırı oldukları için gönülden pişmanlık duyarak ve tekrar kötülük yapmamaya azmederek bunlardan vazgeçip hiçbir neden ve engel karşısında dönmemeye kesin karar vermekle olur.
Yine tevbenin nasıl yapılacağı ile ilgili olarak Hz. Ali'den bir rivayette bulunulmuştur: Bedevilerden birini "Allah'ım, senden bağışlanma diler ve tevbe ederim." derken işitmiş, "ey falan, tevbede dil çabukluğu yalancılar tevbesidir" demişti. O da "o halde tevbe nedir?" deyince, Hz. Ali de, tevbe şu altı unsurdan meydana gelir" demiştir:
a- Geçmiş günahlardan pişman olmak,
b- Yerine getirilmemiş farzları iade etmek,
c- Zulmü reddetmek,
d- Hasımlarla helalleşmek,
e- Günahlara bir daha dönmemeye azmetmek,
f- Nefsi günahta büyüttüğün gibi Allah'a itaâtta eritmek ve ona günahların tadını tattırdığın gibi itaâtin de acısını tattırmaktır.
Evet andığımız bu şartlar çerçevesinde yapılan tevbe, aynı zamanda Allah için yapılan bir ibadet hükmündedir. O halde gönülden, samimi olarak, gereğine göre yapılan her ibadet gibi bu şekilde yapılan tevbeler de Allah tarafından kabul edilecektir. Bunun böyle olduğunda herhangi bir şüphe yoktur. Çünkü Allah, insanlık gereği olarak ortaya çıkacak kusurlardan dolayı çok tevbe edenleri sevdiğini bildirmektedir.Bakara-222 O halde mü'min bir birey günah işlediği zaman, derhal Allah'a dönmeli, yaptığından pişman olduğunu devamlı hatırında tutarak, rahmet ve merhamet sahibine iltica etmelidir. Zaten bundan başka da kurtuluş çaresi de yoktur. Bu çıkış yolunu da biz insanlara gösteren ilahî rahmet sahibi olan Allah'tan başkası değildir. O halde tevbe etmek, mü'minlerin Allah'a olan inançlarının gereğidir.
3. 7. İnanmayanın İmanının Tevbe Yerine Geçip-Geçmeyeceği
İnanmayan birey Allah'a iman ettiği zaman, onun imanı yalnızca küfründen tevbe anlamına gelmemekte aynı zamanda küfründen pişman olmak anlamını da içermektedir. İman edip küfründen pişman olmamak mümkün değildir. Bilakis küfürden pişman olmakla imanı birleştirmek gerekir. Küfrün günahı, ancak iman ve küfürden pişman olmakla ortadan kalkabilir. Kelâmcılar kâfirin küfründen dolayı yaptığı tevbesinin kabul edileceğini söylemişlerdir ki, bu görüş doğrudur. Zira tevbenin günahların bağışlanmasına ve bunlardan dolayı cezalandırılmamasına sebep olması konusunda İslâm âlimleri arasında herhangi bir görüş ayrılığı söz konusu değildir.
Tevbenin dışında bütün günahların bağışlanmasına neden olabilecek başka bir şey de söz konusu değildir. Buna Kur'an işaret etmektedir:
"De ki: Ey kendi nefislerine aleyhine haddi aşan kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir."Zümer-53
İslâm Peygamberi Hz. Muhammed de "Ademoğlunun hepsi hata edecidir, hata edenlerin en hayırlıları tevbe edenlerdir." "Allah, çok tevbe eden günahkar mü'min kulunu sever" buyurmaktadır.
Bu ayet ve hadislerde dikkati çeken husus, Allah'ın rahmet ve muhabbetinin sonsuzluğunun vurgulanmış olmasıdır. O'nun rahmeti her şeyi kuşatmıştır, her insan bu ilâhî rahmetten istifade edebilir. Fakat şurası da bilinmelidir ki "Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin" ifadesi, günah işlemeye devam edin, anlamına gelmemektedir. Tabi ki kastedilen şey, her türlü günaha batmış bireylerin bile tevbe etmeleri halinde tevbelerinin kabul edileceğini bildirmek, bu şekilde bir an önce kötülüklerden vazgeçirip Allah'a dönmelerini sağlamaktır. Küfürlerinden tevbe edenlerde bu ayetin kapsam alanına girmektedir. Yoksa Allah'a şirk koşanların affedilmesi beklenilmemelidir.
Allah'a şirk/ortak koşmak ve küfür dışında, büyük veya küçük günah işleyen, fakat bu günahlarından tevbe etmeden ölen bir mü'minin durumu Ehl-i sünnet âlimlerinden Ebû Hanîfe'ye göre Allah'ın dilemesine bağlıdır. Dilerse cehennem de onu cezalandırır, dilerse onun bu cezasını affederek herhangi bir azaba uğratmaz.
Can çekişme esnasında tevbenin kabul edilmediği gibi, bu esnada yapılan iman da makbul değildir. Kabul edilebileceğini söyleyenler de bulunmaktadır. Ancak bu ikinci görüşün akla aykırı olduğu gibi, makbul olmayan tevbeyi açıklarken zikrettiğimiz Kur'an ayetlerine de aykırı olduğunu söyleyebiliriz.
4. TEVBENİN FAYDALARI
Tevbe hiç şüphe yok ki, büyük bir arınma, temize çıkma, bilinci tazeleme ve yenileme eylemidir. Yaşamının her anında kötülüklerle iç içe olan insan, bu nedenle büyük bir stres altında bulunmaktadır. Bu stres ise, hayatı yaşanmaz hale sokmaktadır. İşte bu düşüncedeki bireyin imdadına Allah'ın bir lütfü olan tevbe mekanizması yetişmektedir. Bu tevbe sayesinde insan, bütün günahlarından ve onun meydana getirdiği stresten uzaklaşmakta, adeta temizlenip, arınmaktadır.
Kur'an tevbenin bu fonksiyonunu şu şekilde vurgulamaktadır:
"…Eğer üstünüzde Allah'ın lütuf ve merhameti olmasaydı, içinizden hiçbir kimse asla temize çıkamazdı. Fakat Allah dilediğini arındırır…"Nur-21
İtikatda Mu'tezile amelde ise Hanefî mezhebine bağlı olan ünlü bilgin Zemahşerî (ö.538/1143), bu Kur'an ifadesinin yorumunu yaparken tevbenin Allah tarafından verilmiş temizleyici bir lütuf olduğu konusunda hassasiyetle durur ve sözlerine şöyle devam eder: Eğer Allah arındırıcı tevbe ile sizlere lütufta bulunmasaydı, sizden hiçbir fert kendisini yalan konuşmak (ifk) günahından ve pis olan diğer kötülüklerden temizleyemezdi. Ancak yüce Allah tevbe edenlerin samimiyetle ve dosdoğru olarak yaptıkları tevbelerini kabul etmek suretiyle onları arındırıyor,
"Yine onlar ki, bir kötülük yaptıklarında, ya da kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen tevbe- istiğfar ederler. Zaten günahları Allah'tan başka kim affedebilir ki! Bir de onlar, işledikleri kötülüklerde, bile bile ısrar etmezler."Ali imran-135
"Kim haksız davranışından sonra tevbe eder ve durumunu düzeltirse şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir."Maide-39
Günahlara dalarak, kendisini, çevresini ve Rabbi'ni unutan birey, tevbe etmek suretiyle yaratanını yeniden hatırlamış, O'na karşı olan görevlerini yerine getirerek, Rabbi'ne ve kendisine olan güvenini tazelemiş, bu sayede üzerine düşen sorumluluklarını müdrik bir birey haline gelmiştir.
"...Şunu iyi bilin ki, Allah tevbe edenleri ve temizlenenleri sever."130
Günahlara dalarak yaratanının sevgisini kaybeden birey, tevbe ederek tekrar Allah'ın sevgisini kazanmaktadır. Birey için bundan daha büyük bir saadet düşünülemez.
Tevbe etmenin bireye sunduğu faydaları iki ana kategori de değerlendirebiliriz.
İlki, birey tevbe sayesinde geçmiş günahlarından kurtularak, hiç günah işlememiş gibi olmaktadır.
Diğeri de, birey tevbe aracılığıyla insanlık görevlerini yerine getirmede yüksek dereceler elde ederek, Allah'ın sevdiği insanlar arasına katılmaktadır.131 Bireyin nihai gayesi de bu değil midir?
5. SONUÇ
İnsanın var oluş gayesi, kendini ve âlemi bilmesi, yaratanını tanıması, eşyanın hikmetini ve hakikatini kavramasıdır. İnsan ancak bu gayesini gerçekleştirebildiği ölçüde mükemmel olabilir.
Dünyaya denenmek ve kendini gerçekleştirmek üzere gönderilen birey, niçin dünyaya geldiğinin hikmetini çözmeden uzaklaşarak geleceğini karartmaya başlamıştır. İşte bu noktada Yüce Allah, insanlara tevbe ile bir kurtuluş imkanı daha vermiş olmaktadır. Bu, Allah'ın yarattığı insanları sevmekte ve onları korumakta olduğunun açık bir göstergesi olarak kabul edilmelidir. İnsanlara düşen ise ikinci bir defa kendisine verilen bu imkanı iyi bir şekilde kullanmasıdır. Bu imkanı gereği gibi değerlendirenlerin içerisine düştükleri karanlık ve günah girdabından temizlenerek çıkacaklarında herhangi bir şüphe yoktur.
Birey açısından tevbe, Allah'la birlikte olma isteğinin dışa açılımıdır. Tevbe, türlü seçenekler içerisinden bireyin Allah'ı tercih etmesidir. Tevbe, bireyin Allah'la diyaloga geçmesi, aracısız olarak dilek ve isteklerini iletmesi ve hatalarını itiraf etmesidir. Bireyin tevbe etmesinin altında yatan felsefe, Allah'ın her şeyden yüce ve üstün olduğunu içine sindirmesi ve bunu ilan etmesidir.
Bireyin tevbe etmesi, Allah'ı sevdiğinin bir göstergesi olarak kabul edilmelidir. Neticede tevbe bireyin Allah'a olan bağlılığını pekiştirmesi ve tazelemesi olarak karşımıza çıkmaktadır. O halde tevbede ısrarlı ve devamlı olmak inanan bireylerin yararına olacaktır.
O halde tevbe büyük bir arınma, temize çıkma ve şuuru/ bilinci tazeleme eylemidir.
Kur'an'ın tevbeden beklediği ise, bireyi çelişki ve kaostan kurtarıp, tutarlılığa, dürüstlüğe sevk ederek onun şeref ve haysiyetini korumasına yardımcı olmaktır.
Son sözü yine Kur'an'a bırakalım. Tevbe, Allah'ı unutmama ve O'nu her an hatırda tutarak yaşamaktır. "Allah'ı unutanlar gibi olmayın..." Haşr-19