Osman İzol’un sunum notlarınızı sunuyoruz.
Fitne” kelimesinin aslı “fetn”dir. “Fetn” sözlükte, altın ve gümüş gibi değerli madenlerin saflığını anlamak için onları ateşte eritmek demektir. “Fitne” sözlükte, deneme ve imtihana tâbi tutmak, sınamak, maddî ve mânevî sıkıntı, üzüntü, belâ ve felâketle imtihan etme gibi anlamlara da gelir.
İnsanın içine aşk ateşi düşürdüğü ve aklını çeldiği için kadına, kişinin aklını çelip ona azap kazandırdığı için şeytana, kişiye zarar verdiği için hırsıza, aynı kökten gelen “fettân” denmiştir. İnsanın gönlünü çelen, hırsını artırıp günaha sürükleyen altınve gümüşe de ‘iki fettân’ denmiştir. Aynı kökten gelen. Fitne, aynı zamanda inanç uğruna uğranılan ağır işkence anlamına da gelmektedir
Kur’ân-ı Kerim’de “fitne” kelimesi 30 yerde, “fitne”nin türevleri de 30 yerde geçer; dolayısıyla toplam 60 yerde zikredilir.
Kuranda Allah şöyle buyuruyor:
İnsanlar, (yalnızca) ‘İman ettik’ diyerek, fitneye uğratılmadan (denenmeden) bırakılacaklarını mı sandılar? Andolsun, onlardan öncekileri sınamadan geçirdik (fitneye uğrattık); Allah, gerçekten doğruları da bilmekte ve gerçekten yalancıları da bilmektedir.” (29Ankebût, 2-3)
Dünya bir imtihan (deneme) alanıdır. Bu kara parçasında olan her hadise ve bu hadiselerde yer alan her birey, yaptıklarından sorumludur. Ahirt de, bu kara parçasında bireylerin ortaya koyduğu pratiklerin karşılık bulduğu yerdir.
Fitne, öncelikli olarak bir sınav yolu olduğuna göre, hem nimet sebebiyle, hem de zahmet ve perişanlıktan dolayı olabilir. İnsan, karşılaştığı bütün değerlerle imtihana tâbi tutulabilir. Nitekim Kur’an şöyle diyor: “Biz sizi bir imtihan olarak hayır fitnesiyle de şer fitnesiyle de deniyoruz. Ve eninde sonunda Bize döneceksiniz.” (21/Enbiyâ, 35)
Fitne kelimesi her ne kadar zihinlerimizde olumsuz bir şekil almış olsada, aslında olumlu bir yönü de vardır. Çünkü eğri ile doğrunun ortaya çıkması için var olan bir araç olarakta ifade edilir.
Kuran, Peygamberlerin denenmesi yani fitneye tabi tutulmalarından haber verir.
Allah (c.c.) Hz. Süleyman’ı (a.s.) denemeden geçirmişti. Kur’an’ın ifadesine göre, tahtının üzerine bir ceset bırakılmıştı. Bu belki de yönetim gücünün zayıflamasıydı. Tekrar eski durumuna kavuşunca; “Rabbim, beni bağışla...” diye duâ etmişti (38/Sâd, 34-35). Hz. İbrâhim (a.s.) birtakım kelimelerle denenmişti ve o da onları bir bir başarıyla tamamlamıştı. Bunun üzerine Allah (c.c.) onu bütün insanlığa imam (önder) yapmıştı (2/Bakara, 124). Hz. Mûsâ (a.s.) da denemeye tâbi tutulan elçilerdendir. Allah (c.c.) onun için şöyle diyor: “... O zaman da seni tasadan kurtarmış ve seni (bazı sıkıntılarla) iyice denemiştik...” (20/Tâhâ, 40). Şeytanın peygamberlerin dâvetlerine ve hedeflerine gölge düşürme çabası da onlar için bir iman sınavıdır (22/Hacc, 52-53) aynı zamanda son peygamber içinde: Eğer Biz sana sebât vermiş olmasaydık az kalsın onlara biraz meyledecektin-İSRÂ -74
Bu tür denenmeler, peygamberlerin kendi vazifelerine olan bağlılıkları ve ortaya koyacakları amelin nasıl olacağını görmek içindir. Bu durum bütün Müslümanlar için geçerlidir. Müslümanlar da, sahip oldukları imkan, mevki, mal ve evlatlarıyla Denenmektedirler. İlahi buyruk Müslümanların dünya süsüne kanmamalarını çünkü dünyadan ancak çok kısa bir süre kalınacağını hatırlatıyor.
Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Onlardan bazı zümrelere, kendilerini denemek (fitneye uğratmak) için verdiğimiz dünya hayatının süsüne gözlerini dikme. Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha süreklidir.” (20/Tâhâ, 131)
Buraya kadar anlattıklarımız, fitnenin genel bir tarifiydi. Şimdi fitnenin nasıl ortaya çıktığı ve insanın fitneye nasıl düştüğü konusunda vahye müracaat ederek açıklamaya çalışalım.
Allaha kulluk etmekle mükellef olan insanlık alemi, nasıl yaşayacağı ile ilgili vahyin belirlemiş olduğu bir takım kriterleri vardır. Bu kriterler, Allah ile çelişmeme temeli üzerine kurulu bir yaşam biçimidir desek yeridir. Hayatın merkezine neyi koyarsak onu rab edinmiş oluruz. Hayatımızın gayesini oluşturan ilke kuranın ifadesiyle, Ben cinleri de, insanları da ancak bana kulluk etsinler diye yarattım. (Zariat /56) ilkesidir.
İnsanın nasıl bir yapıya sahip olduğu konusunda Allah şöyle buyuruyor:
Sonra da ona kötülük ve takva kabiliyetini verene yemin olsun ki, (şems/8)
Ve başka bir ayette: muhakkak ki insan rabbine karşı nankördür ve kendisi de buna şahittir.(adiyat/6)
İnsanda irade ile birlikte fucur ve takva ezellikleri olduğundan; kötü olana ya da iyi olana meyletme durumu söz konusudur.
İşte insanın bu durumu yeryüzünde olan biten herşeyle bir ilişkisinin olduğunu ortaya koyuyor. Sosyal bir yapıya sahip olması hasebiyle bir insanın pratiği diğer insanları da direk ya da dolaylı yollardan ilgilendirmektedir.
Günlük hayatta onlarca iş yaparız. Ve bunların tamamı hemcinslerimiz ile bizim aramızda doğal bir hukukun oluşmasına vesile olur. Muhatabımız ile aramızda hukukun nasıl olacağı ile ilgili genellikle sonucun beklentilerimiz doğrultusunda olmasını isteriz. Bu insanın yapısında varolan bir gerçektir.
Fitne dediğimiz şey de tam burada devreye girer. Yapılması gereken ve yapılmaması gerekenin, tamamen irade sahibi olan insanın insafına bırakılmıştır. İmtihana tabi tutulan bütün insanlık kendi gerçeğini ortaya koymak için bir yarış içindedir. Bu yarışta ilahi gerçeği hayatın merkezine koyanlar kurtulmuştur.
Eğer insan yaratılış gayesinin aksine hareket ederse, tabi tutulduğu fitne imtihanını kaybetmiş demektir. Ve zamanla öyle bir duruma gelinir ki, İman edenlere karşı her türlü entrikayı meşru sayan fitne unsurları, bunlar bir şahıs olabileceği gibi bir yapı ve organizasyon ve ya bir devlet olabilir, kendi varlıklarının devamı için her türlü hakikati çiğnemekten geri kalmazlar. Fucur kendilerini kuşattığı için de, bunlara hakikat tebliğ edildiğinde, kuranın ifadesiyle: onlara yeryüzünde fitne fesad çıkarmayın denildiğinde, onlar biz ancak ıslah edicileriz derler. ( bakara/11)
Ancak Allah fucurun kendilerini kuşattığı kişilerin ıslah iddialarına şu şekilde cevap veriyor: iyi bilin ki, onlar fesadçıların ta kendileridir fakat bunun farkında değiller (bakara/12)
İslam bu tür durumlarda müslümanların uyanık olmalarını ve fitnenin yayılmasına karşı tedbirler almasını söyler. Fitne unsurlarının özellikle günümüz dünyasında birçok araçları bulunmamaktadır. Bunların başında medya ömenli bir yer almaktadır. Özellikle batının işgal hareketleri ve kendileriyle birlikte getirmiş olduğu ahlak yapısı ve dünya görüşü tamamen seküler olduğundan, İslami hayat biçimi için oldukça tehlike arzetmektedir. Bunun içindir ki Müslümanlar Allah tarafından dikkatle uyarılıyorlar ve bir sorumluluğa tabi tutuluyorlar. Kuranda Allah şöyle buyuruyor:
Yeryüzünde fitne kalmayıncaya ve din yalnız Allah’ın oluncaya (Allah için tatbik edilinceye) kadar onlarla savaşın.” (2/Bakara, 193)
Allah’ın hâkimiyeti/egemenliği, “fitne”nin karşıtı anlamındadır. Din ise, Allah’ın egemenliği demektir. Kur’an, “din”i bu anlamda kullanmıştır. Allah’ın egemen olmadığı toplumda, hem pek çok insan düşüncesi ve ideolojisi, karşı karşıya gelecek ve hem de beşerî ihtiraslar hayatî önem taşıyan temel unsurlara egemen olacaktır.
Bu ise, topluma çelişkiyi yaşatmak demektir. Dikkat edilirse, “fitne, yeryüzünde kalmayıncaya kadar” ifadesi ağırlık kazanmıştır. Bu hedef, insanın görüş, düşünüş, duyuş, etkileyiş ve etkileniş alanının yer küresini kuşatıcı ve evrensel nitelikli olması gerektiğini belirliyor. Dar; kabile, ırk, ulus, ülke ve toplum gibi sınırlı bir hedef gözetilmemiştir. Herhangi bir toplum içerisindeki bunalımın yok edilmesi anlamından daha geniş ve daha engin bir yön çizilmiştir.
Allah’ın egemenliğini yeryüzünün tüm alanlarında gerçekleştirmek, yani tevhidin zıddı olan şirk ve küfrün egemenliğini ortadan kaldırmaktır asıl ve nihâî hedef. Yer küresi büyüklüğünde gösterilen bu hedefi oluşturan unsur, ilk ve en doğru anlamı ile küfür fitnesi ise de, bugün; küfür veya küfrün hizmetçileri durumunda bulunan siyasî hareketler ve yönetimler de, bu âyette kullanılan “yeryüzünden kaldırılması gereken fitne” kavramının içerisinde yer alır. Bu âyet, ayrıca, insanın sorumluluk alanını ilân etmiştir. Bu âyetteki evrenseli kuşatıcı savaş emri, ilâhî çağrıyı bütün unsurları ile ilke edinmiş bir devlet mantığını gündeme getiriyor.
Fitnecilere karşı fitneyi ortadan kaldırmak için fitneden arınmış, ilâhî hâkimiyete hizmete dayalı bir devlet mantığı... Kendi iç problemlerini halledememiş bir toplum, iç mantığını ve yapısını kaostan sisteme, bayağılıktan yüceliğe, bunalımdan huzur ve nizama, çelişki ve sürtüşmeden vahdete dönüştürememiş hiç bir toplum, bozgunculuğun ve fitnenin önüne asla geçemez. Bu sebepledir ki, İslâmî devlet anlayış ve gayreti, savaştan önce gelir.
Fitne unsurlarına karşı savaşım vermek yeryüzünde adaletin inşaası için kaçınılmaz bir gerekliliktir. Bu savaş çok yönlü bir savaştır. Ahlaki, sosyal, iktisadi, siyasi vb gibi geniş yelpazeli bir mücadele alanını kapsar.
İslam dünyası çok yönlü bir kuşatılmışlığa maruz durumdadır. İslam dışı ahlak biçimlerinin binbir türlü fitneyle müslümanları kuşatmaya çalıştığını unutmamak gerekir. Allah kuranda bizlere Fitnenin adam öldürmekten daha tehlikeli olduğunu haber veriyor.
“Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda siz de savaşın; ancak aşırı gitmeyin. Elbette Allah, aşırı gidenleri sevmez. Onları (size karşı savaşanları) yakaladığınız yerde öldürün ve sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne, adam öldürmekten daha beterdir...”(2/Bakara, 190-191)
Müslümanların bu mücadelede dikkat etmesi gerektiği önemli bir husus, fitnelere karşı mücadele verirken kendilerinin de aşırıya giderek yeni bir fitneyi çıkarmaması gerektiğini hatırlatıyor. Burada amaç baskı altında fitneye bulaştırılmak istenen toplumu fitne ve fesat unsurlarının baskısından kurtarmaktır.
Bu âyette kullanıldığı şekliyle, Arapça “fitne” kelimesinin tam karşılığı; “şiddete başvurarak bir fikri bastırmak ve ortadan kaldırmaktır.” Bu âyette, o gün yaygın olanlara ters düşen inanç ve teorileri savunan kişi veya grupları baskı ve şiddetle cezalandırmanın çok kötü bir hareket olduğu ve toplumdaki durumu düzeltmeye yarayan, fikir ve teorileri yayan ve savunan kimseleri işkence ve kaba kuvvetle bundan vazgeçirmeye çalışmanın zulüm olduğu anlatılmaktadır. Kan dökmek, çok kötü bir davranış olmasına rağmen, insanları, kendi inanç ve ilkelerine bağlayan değerler nedeniyle bastırıp ezmek ve onları baskı gruplarının inançlarını benimsemeye zorlamak bundan daha kötüdür. Bu nedenle, tartışıp anlaşmak ve insanların haklarına saygı göstermek yerine, vahşi gücü seçen bu insanlara karşı zor kullanmak helâldir ve haklı sebebe dayanmaktadır.
İnsan, hürriyetiyle, özgür düşüncesiyle vardır. Düşünme yeteneğini yitirmiş veya bu kabiliyetini kullanma fırsatı bulamamış insanlar, zaten insanî ve İslâmî sorumluluk altında değildirler. Bir nevi köle veya savaş esiri durumundadırlar. Kendi varlığının farkında olmak demek olan özgür inanç ve düşünce yeteneği, insanın zorunlu doğal mecrâsında yürümesini gerekli kılar. Bu tabiî akışını zorla engellemeye kalkışmak, teneffüs ettiğimiz havayı zehirlemek, hayat kaynağı olan suyu, toprağı elinden almak ve ona hayat hakkı tanımamaktır.
Bu şartlar altında hayat hakkını kullanabilmesi için savaşması da kendi varlığı gibi doğaldır. Bu âyet, modern asrın câhil ideolojilerine ve bu hayat görüşlerinin toplumsal bakış açılarına da sert bir eleştiri getirmiş oluyor.
Bütün ilericilik ve çağdaşlık yaftalarını tekellerine alıp bunları kullanmalarına rağmen çağın beşerî ilke ve düzenleri, kendi mantığına aykırı düşen hiçbir fikrî canlılığa hayat hakkı tanımıyor. İşte, bazen işkence, bazen öldürme, fâili meçhul, katliâm ve bazen de insanî haklarını elinden alma tehdidi ile insanları inançlarından çevirme girişimlerini, Kur’an “fitne” olarak değerlendiriyor. İnsanın en doğal hakkını gasbetmeye çalışanlara karşı savaş açmasını, gerekirse onları tasfiye etmeyi meşru kılıyor. Çünkü insandaki en saygı değer yetenek, özgür düşünme kabiliyetidir. Bu yeteneği imhâ etmek, insan fıtratını imhâ etmektir; insanın var oluş gâyesini ifsâd etmektir. bu açıdan fitne adam öldürmekten daha tehlikeli oluyor. (Ahmet kalkan kavram tefsiri)
Müslümalar arasındaki fitneye gelince.. Allah kuranda şöyle buyuruyor:
''Bu benim dosdoğru yolumdur. Bu yolu izleyin. Başka yolları izlemeyin. Yoksa Allah'ın yolundan uzaklaşıp parçalanıp fırkalara bölünürsünüz. Sakınıp korunasınız diye o size bunu önermiştir.'' Enam Süresi 153.ayet:
Sakın şirke sapanlardan olmayın. Onlar ki Dinlerini parçalayıp fırkalara ayırıp hiziplere böldüler. Her hizip kendi elindekiyle kendi yanındakiyle sevinip övünür. Rüm Süresi 31–32.ayet:''
Ayrılıp parçalanmanın temelinde kendini merkeze koymak yatar. Bu gün İslam dünyasının en büyük sorunlarından bir de budur. emperyalizmin ortadoğuda mezhep çatışmalarını kürüklemeye çalışması ve onlara bu fırsatın verilmesinin temelinde bu parçalanmışlık durumu yatar.
Bu topraklarda yüzlerce oluşum saymak mümkündür. Her oluşum yanındakiyle övündüğünden, diğerini tasfiye etme eğilimindedir. Bu durum İslam düşmanlarının işine gelmekte ve çok küçük bir meselede dahi Müslümanlar birbirlerini küfür ile itham edebilmektedir.
Bu yüzdendir ki birbirimizi anlamakta zorlanıyor hatta birbirimizin sesini bile duymak istemiyoruz. Bu parçalanmışlık durumu Müslümanları o kadar güçsüz duruma düşürdü ki gerçek İslami değerlerin yerine kişilerin ve ya cemaatlerin islamı piyasada dolaşır oldu. İslamda kardeş olanlar birbirlerini renginden, dilinden, ırkından ve fıkıhi görüşünden ötürü öldürmeyi dahi göze aldılar. Hatta öldürdüler…
Böyle bir İslam, toplumun güncelliğine hitap edemeyince insanlar bireyselleşti ve küresel rüzgârın etkisiyle eldeki kurana değil sunulana tabi olmak zorunda kaldı. Ama ellerinin altındaki kuran her an yol göstermeye hazırdı. Bu fitne vesilesiyle kişi gerçek kimliğinin ne olduğuna kendisi değil dayatılmış kişiliklere bürünmek zorunda kaldı.
Kanaat önderleri, Âlimler, dava adamları, aydınlar kısacası İslam toplumunun düşünen önde gelenleri,(istisnalar hariç) Müslümanları örgütlemeyi bir türlü beceremediler. İşin ilginç yanı en çokta böyle kişiler parçalanmışlıktan yakınırlar.
Kendini merkeze koyma durumu Müslümanlar için en etkili fitnelerden biridir. İslami değerleri Avrupai değerlere kurban eden nice karakterler vardır. Bu karakterler, eğer batı normlarına uymuyorsa kendi toplumlarına batıcı Avrupacı bir islam üretmeye çalıştılar. Toplumsal katliamlar yapan zalimlere karşı hoşgörüyü dayattılar. Halbuki zalimlere karşı sergilediğimiz bu hoşgörüyu Müslümanlar birbirlerine karşı sergileselerdi İslam ümmeti diye ayakları yere basan bir durumdan bahsedebilirdik. Bu yüzdendir ki bu fitne hepimizi yaktı. Belimizi doğrultamaz olduk. Çağımızın sorunlarına kurani bir çözüm ortaya koymada zaif düştük.
Çare yeniden ve samimi bir kararlılıkla vahye sarılmaktır. Malın, makamın, imkânın ve evladın ancak islama faydaları dokunduğu oranda bir değeri vardır. Aksi durumu ise insanı ateşe götürecek fitnedir.
Sekülerleşmeye, zalimlere, Batı emperyalizmine, yerel işbirlikçilerine, kendi fikrini islammış gibi dayatan kesim ve kişilere, küçük fıkıhi bir konuyu islamin nasıymış gibi sorun yapıp insanları küfürle itham edenlere ve bu şekilde toplumsal ifsadı yapanlara karşı bütün farklılıklarımıza rağmen birbirimize kenetlenmeliyiz. Hakkın adaletin aleyhte olması, doğru duruşumuzu etkilememeli.
İslam kimsenin babasının malı değildir. Bizim islama karşı yapabileceğimiz tek şey ona hakkıyla uymak ve sorumluluklarımızı yerine getirmektir. Fitnenin her türlüsüne karşı dünyamızı, kendimizi ve Müslüman kardeşlerimizi korumak zorundayız. Güzel bir ahret, bu dünyada fitneleri en güzel şekilde atlatan bir duruş ile mümkündür.