Özgür-Der Siverek Temsilciliği'nde devam eden alternatif eğitim seminerleri Fatih Hanpolat'ın "Bilgisi İle Amel Etmemek" konulu sunumuyla devam etti. Hanpolat'ın sunum notlarını paylaşıyoruz:
Bilgisi İle Amel Etmemek
Bilgi: belli bir alanda veya toplamda bilinen; gerçekler ve malumat veya
bir gerçeğin veya durumun tecrübesiyle kazanılan farkındalık veya aşinalık olarak çeşitli biçimlerde tanımlanmaktadır.
İnsan aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütünü, bili, malumat.
Dini Bilgi: Alla'ın insanlara peygamberler aracılığıyla, vahiy yoluyla doğru olan yaşam tarzını bildirmesi şeklindeki bilgidir.
Amel: din) Niyet ve iradeye bağlı olarak yapılan dünya veya âhirette ceza veya mükâfat konusu olan iş, davranış ve bilinçli yapılan fiil, edim
Bir kimsenin dinin buyruklarını yerine getirmek için yaptıkları.
Bu manalarıyla düşünüldüğü zaman bilgi, günlük hayatta dünyevi şeyleri algılama, mukayese etme anlamları dışında daha uhrevi, mana dünyasında kıymet bulan şeylere tekabül etmelidir. Şöyleki; İslam'da amelleri anlamlı kılan iman dediğimiz mefhum, özü itibariyle belli kabuller üzerine inşa edilen bir yapıya sahiptir. Allah'ın varlığı, birliği, cennet, cehennem gibi vakıalar ancak iman edenler için anlamlı olan şeylerdir. Diğer türlü siz bu mefhumları pozitif bilimlerle ifade etmeye kalkarsanız sonucu hiç hoşunuza gitmeyen yerlere ulaşabilirsiniz. Bu anlamda pozitif bilgi ile mana iklimini ifade eden bilgi arasında içe içe girmiş bir ilişkiden bahsedilebilir. Biri diğerine hakim değildir, ancak biri diğerini tamamlayıcı bir unsur olabilir.
Bu konuda geçtiğimiz yıllarda Müslüman olan Avustralyalı gencin hikâyesi izlemeye değerdir. Üniversitenin ilk yılında anne-babasının ayrıldığını, köpeğinin öldüğünü ve bundan dolayı zor bir dönem geçirdiğini anlatan Rubin, daha sonra Hıristiyanlıktan başlayarak, Yahudilik, Hinduizm ve Budizm'i araştırdığını ifade ediyor… Ünlü standapçıları aratmayacak şekilde Müslüman olma hikayesini anlatan Rubin, İslam'a yönelik önyargısını ve camiye düşen yolunu dinleyenleri kahkahalara boğan bir üslupla anlatıyor. Müslüman olduktan sonra Ebu Bekir ismini alan Genç, İslam Dinini seçmek için evinde oluşturduğu atmosferden bahsediyor ve Allah'tan varlığını göstermesi için çok küçük de olsa bir işaret bekliyor… Ancak o beklediği işaret bir türlü gelmiyor ve bundan rahatsız olduğunu anlatıyor. Daha sonra tekrar Kur'an-ı Kerim okumaya başlayan Genç, aradığı işareti ilk okuduğu ayette buluyor…
Tüm bunlarla beraber dünyevi bilgilerin büyük bir çoğunluğu kişiye fazladan bir sorumluluk yüklemez. Mesela matematik ilmine vakıf olmak insana çok büyük bir sorumluluk yüklemez. Ancak uhrevi bilgi imana dönüştüğü andan itibaren tonlarca ağırlığa dönüşür. Önce inandığını yaşamak sonra insanlara yaymak. Zümer suresindeki insanı diğer insanlardan ayıran şey de tam olarak budur:
Zümer 9:
(Böyle bir kimse mi Allah katında makbuldür,) yoksa gece vakitlerinde, secde hâlinde ve ayakta, ahiretten korkarak ve Rabbinin rahmetini umarak itaat ve kulluk eden mi? De ki: "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" Ancak akıl sahipleri öğüt alırlar.
Bu ayette bilmekten kasıt tam imanla teslim olmak ve farkında olmak demektir. Yoksa ayetin öncesine bakılırsa aslında diğer mahluk da ihtiyaç duyduğu zaman kime sığınması gerektiğini çok iyi biliyor. Ancak rahata kavuştuğunda bu sığınma talebi unutkanlığa uğrayarak değersizleşmektedir.
Zümer 8:
İnsana bir zarar dokunduğu zaman Rabbine yönelerek O'na yalvarır. Sonra kendi tarafından ona bir nimet verdiği zaman daha önce O'na yalvardığını unutur ve Allah'ın yolundan saptırmak için O'na eşler koşar. De ki: "Küfrünle az bir süre yaşayıp geçin! Şüphesiz sen cehennemliklerdensin."
Allah nezdinde üstünlüğün takva ile olduğu gerçeği hepimizce malumdur. Takva Allah'ın emir ve yasaklarına uyma,Allah'tan korkma olarak tarif edilir. Bu anlamıyla bakıldığında imana dönüşmemiş bilgi takvayı arttırmayacağı gibi kibirlenmeye sebep olabilecektir. Takva ilmi derinlikle değil samimiyet ve Salih amellerle kazanılır. Bu konuyu her düşündüğümde şu aklıma gelir: insanın iman edip Salih amellerde bulunacağı bir ayete vakıf olması,hayata geçmeyen Kur'an hıfzından evladır. Zira Hz.Peygamberin bir hadisinde "Azapların en şiddetlisi,elbette,ilmin faydasını görmeyen alime olacaktır." denmektedir.
Kur'an'da yüce Allah'ın kendilerine gönderilen kitaba uymayarak,kendi heva ve hevesleri peşinde koşan Yahudiler için yaptığı benzetme adeta evrensel bir mesajdır.Allah onlardan bahsederken şöyle diyor:Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu (içindeki derin anlamları, hikmet ve hükümleriyle gereği gibi) yüklenmemiş olanların durumu, koskoca kitap yükü taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah'ın ayetlerini yalanlayan kavmin durumu ne kötüdür. Allah, zalim bir kavmi hidayete erdirmez. (Cuma 5. ayet)
Kendilerini uyarmak,kötülüklerden sakındırıp iyiliklere yönlendirmek için gönderilen kitabı,kendilerini üstün,seçilmiş gördüklerinden dolayı başkalarıyla paylaşmaktan imtina edecek kadar kibre ulaşan biçareler,ancak kitap taşıyan eşekler gibidirler.
Müslümanlar için aslolan öteki dünyadır. Bu dünyada öğrenilmiş bilgilerin öteki dünyada br geçerliliği olmasa gerektir. Bize, mana ikliminde Allah'ın rızasını kazandıracak olan şey amelimizdir. Yani bize cenneti hazırlayacak olan bilgimiz değil,amelimizdir. Ne yazık ki, dünyevi zevklere daldığımız için bilgiyi de sadece iktidar sahibi olabilmenin aracı olarak görüyoruz. Bu haliyle ilim azgınlıktan başka bir şey değildir. İlmi azgınlıktan kurtaran da ameldir. Salih amellerimiz arttıkça kibir uzaklaşacak, böylelikle bilgiye sahip olmanın gerçek gayesi ortaya çıkacaktır.
Kur'an'da imanın anlatıldığı ayetlerin önemli bir çoğunluğunda iman kalple bağdaştırılır. İmanın dil ile ikrar edilmesi tabiî ki önemlidir. Ancak kalp bunu tasdik etmemişse bilgi, dolayısıyla iman sakındırıcı özelliğe sahip olmaz. Sadece iman değil aslında insan hayatını şekillendiren duyguların büyük bir kısmı kalple ilintilidir. Korku,sevgi,aşk,heyecan…
Tek başına imanın kalbi olması da yetmez kuşkusuz. Pratiğe dönüşmemiş hiçbir bilginin kıymeti yoktur. Aynı şekilde, içinde iman bulunmayan iyi amel de tek başına insanı kurtuluşa götürmez. Aksi takdirde,Allah'a iman etmemiş ancak bununla beraber dürüst,çalışkan,yardımsever olan insanların tamamının cennete gitmesi gerekir. İyi amel imanla birleştiği zaman anlamlıdır.
Bu minvalde "İmansız amel makbul olmadığı gibi,amelsiz iman da kâmil değildir." Amel olmayınca iman her geçen gün zayıflamaya mahkumdur. Amel imanın hafızasıdır bir nevi. Sürekli hatırlatan,ayakta tutan,uyaran,farkındalığı sağlayan dinamizmdir. Pratiği bir türlü gelmeyen teorine kadar yaşayabilir veya nereye kadar mutlu eder. Konuyla ilgili şu ayetler dikkate değerdir:
En'am 158:
Onlar ancak kendilerine meleklerin gelmesini veya Rabbin gelmesini veya Rabbin bazı âyetleri (mu'cizeleri)nin gelmesini bekliyorlar. Rabbin bazı âyetlerinin geleceği gün, daha önce imân etmemiş veya imânında bir hayır (iyilik ve sâlih amel) kazanmamış hiçbir kişiye imânı yarar sağlamayacaktır. Onlara de ki: Bekleyin, biz de bekliyoruz.
Muhammed 1:
İnkâr edenler ve Allah yolundan alıkoyanlar var ya; işte, Allah onların bütün amellerini boşa çıkarmıştır.
Muhammed 8-9: Hakikati inkara şartlanmış olanlara gelince, onları kötü bir akibet beklemektedir; çünkü (Allah), onların bütün (iyi) işlerini değersiz kılacaktır. Bu, onların Allah'ın indirdiğine nefret duymaları (yüzü)nden olacaktır. Bu sebeple, Allah, onların bütün yapıp ettiklerini değersiz hale getirecektir.
Kur'an'da bir de iyiyi,doğruyu çok iyi bildiği,hatta başkalarına öğütler verdiği halde kendini unutanlardan bahsedilir. Bu tipolojide bilgisiyle amel etmemenin yanında,bilgiyi unutmadığı bilakis yaydığı,ancak sadece kendi yaşamına aktarmadığı kişiler tasvir edilir.
"Siz, insanlara iyiliği emrederken, kendinizi unutuyor musunuz? Oysa siz kitabı okuyorsunuz. Yine de akıllanmayacak mısınız?" (Bakara, 2/44)