Siverek Özgür-Der Temsilciliğinde alternatif eğitim seminerleri sürüyor. Bu hafta Ali Ünüs, Bilge Adamlar Dergisinin Kürt Dosyasında yer alan “Kürt Sorununu Müslümanca Düşünme Çabası” adlı Fırat Toprak'ın makalesini değerlendirdi.
Ali Ünüs'ün sunumunu sizlerle paylaşıyoruz.
Mutluluk kalesini inşa edenlere, hidayet bayrağını dalgalandıranlara, barış ve güvenliğe çağıranlara, adalet ve eşitlik ölçülerini koruyanlara, haksızlık ,zulüm ve sömürüye isyan edenlere ve Allah’ın elçisi olarak seçilenlere selam olsun.
Hayat olanca devinimiyle akarken birçok şeyin dünkü gibi olamayacağını da anlatmaktadır aslında. Bu devingenliğiyle hayatı ve üzerinde yaşadığımız toprakların sosyo-politiğini okuyanlar şimdiye ve yarına dair söz söyleyebileceklerdir ancak. Hayatın ve hadisatın aktif öznesi/belirleyeni olmak gibi bir iddia taşıyan biz Müslümanların teorik ve pratik olarak hep birkaç adım ileride olması, yüklendiğimiz hilafet misyonunu n zorunlu sonucudur. Bu misyon sadece yanı başımızdaki olay ve olgular için değil halka halka büyüyerek bütün bir insanlık ve bütün bir dünyayı ihata etmektedir. Gelin görün ki bugün birebir muhatap alınan sorunlarda dahi belirleyen olmamaklığımız hazin ve hayreti muciptir. İdealin reele yaklaştırılması bağlamında son dönemde artan çabalar umut bahşetmekte lakin ilkesel zeminde yükselecek dil ve yöntem hususlarında daha fazla gayretin gerekliliği kendini hissettirmektedir. Üzerinde yaşadığımız coğrafyanın, yol açtığı zulümler ve etkilediği toplum kesimleri ile boyutları açısından en önemli sorunu olan Kürt sorunu gündemi belirlemeye devam ederken duruş ve düşünce bağlamında belirginleşen temel yaklaşımları üst çerçeveden dahi olsa anlamaya çalışma zorunluluğu daha çok hissedilmektedir. Kürt sorunu özelinde biz Müslümanlar daha yeni yeni konuşmaya başladığı göz önüne alındığında önem atfedilen hususlarda hiç olmazsa genel çerçevede mutabık kalabilmek zorunludur.
Tanım
Doğru teşhisin tedavi açısından önemine binaen sorunu Kürt sorunu veya Kürt meselesi olarak kısaca tarif edebiliriz. Sorunun etnik temeli apaçıktır. Sistemin kurucu kadrolarının, ulusalcı resmi ideolojilerin, modern Türk ulusunu yaratma adına tüm etnik aidiyetleri dışlamaları /asimile etmeleri önemli bir kırılmayı ifade etmektedir. Türk ulusalcılığının diğer halkları ötekileştirmesi anlamındaki etnosentrik tasavvur Kürt sorunun şekillendiren başlıca amildir.
Sorun Güneydoğu sorunu değildir. Sorun terör sorunu değildir. Çünkü terör kavramının göreceliği, kullanımındaki çifte standart sağlıklı tahlillerin önüne set çekmektedir. Egemenlerin uyguladığı devasa şiddet, yol açtıkları ölümlerin yekûnu görmezden gelinirken; muhalif hareketlerin uyguladığı terör kavramıyla yaftalanmaktadır. Propagandif bir söylev olarak sıklıkla başvurulan terör kavramı burada bir anlam ifade etmemektedir.
Sorun salt geri kalmışlık sorunu değildir. Çünkü ,30 yılda açılan onca ekonomik pakete rağmen sorunun devam ediyor oluşu önemlidir. Lakin sorunun ekonomik ayağı, sorundan nemalanan çevreler olgusu, kan üzerinden rant devşiren derin güçlerin varlığı değinilmeden geçilemeyecek hususlardır. Hâsılı sorun eğitim, kültür, güvenlik, ekonomi vb. bütün boyutlarıyla, etnik hareketiyle Kürt sorunu olarak tanımlanmalıdır.
Tarihi Arka Plan
Ulusalcılığın doğuşu olarak kabul edilen 1789 Fransız İhtilali’nin tetiklediği sosyo-politik realitenin küresel ölçekte etkili olmasına rağmen en son etkilediği zeminin Kürt coğrafyası olduğunu iddia etsek abartmış olmayız. Gerçekten de yoğun bir şekilde ulus, ulus devlet, ulusal kültür, üç tarz-ı siyaset tartışmalarının yaşandığı diğer İslam coğrafyalarına nispetle ulusalcılığın Kürdistan’da gündemin sonlarında oluşu üzerinde kafa yormak gerekir. Öyle ki 20. Asrın başlarında bile ulusalcı dalga İstanbul Beyrut gibi büyük şehirlerde eğitim gören sınırlı bir elit çevre Bedirxanlar vb. birkaç ailenin dışında ciddi bir tesir icra etmemekteydi. Şüphesiz bunda başat faktör olarak dinin inşa ettiği hayat düzeni olarak –gelenek olgusu karşımızda durmaktadır. Gelenekten anlaşılması gereken, İslami değerler dizgesinden yola çıkılarak anlamlandırılan, üretilen ve ortaya koyan pratiktir ki bu pratik her insanı çaba gibi eksik ve yanlış olmakla malül bir etkinliktir. Dolayısıyla öncülük misyonunu sol, seküler ve milliyetçi kesimlere bırakmıştır. Elbette tartışılabilecek olumsuzluklarıyla beraber gelenek bölge sosyolojisinin yadsınamaz bir gerçeğidir. Milli Görüş partilerinin bölgede aldıkları oy oranları, kutlu doğum etkinliklerine katılımın kitleselliği vb. örnekler geleneksel dokunun her şeye rağmen üzerinde çalışılması gereken temel bir olgu olduğunu ortaya sermektedir.
(Yazar burada bir noktayı gözden kaçırmıştır. Çünkü Kürdistan halkı bir çok şeyden çok zamandır mahrum bırakılmış eğer devlet Kürdistan bölgesine gelmişse top, tüfek ve tankla gelmiştir bunu şu anda bile hisseden az mı insan var. Ben bir genç olarak askerlerden çocukken nefret ederdim bunun nedeni bana top tüfekle gelişlerinden değildi büyüklerimin ve halkın korkusuydu. Şimdi ise halk topsuz tüfeksiz bir etkinliğe katılması çok normal ve birde şu nokta var ki Müslümanlığından önce devletçi olan toplulukların etkinlikleri tartışmalıdır çünkü onlar Kürdistan halkının kendi dilinden değil yıllardır dayatılan Türkçe ile etkinlikler sunuyorlar eğer yazarın dediği kutlu doğum haftasına katılım buysa eksik bir değerlendirme yapmıştır. Amaç olarak değinilecek olursa şu noktaya dikkat etmeye çalışıyor Kürdistan halkı Dine bağlı kalabilmiş bir halk bunu Etnik üstünlüklerin sorun olduğu ve İslam çizgisinin daha çabuk yakalanabileceğini vurgulamak istemiş sanırım. Dolayısıyla yazarın amacı güzel ama verdiği örnek eksiktir. ))
Siyasi boyutlarıyla öne çıkan Kürt sorununa gelenek üzerinden sosyo-kültürel ve pedagojik bütünlükle yaklaşmak Müslümanların mecburi görevlerindendir. Sahibi olduğumuz ama farkındalığı konusunda ciddi şüpheler taşıdığımız İslami külliyatımızı öncelikle tanımak ve anlamak sonrasında ıslah perspektifiyle aşma görevine vurgu yapmak gereklidir. Salt bir gelenek övgüsü veya geleneğe dönüş çağrısı değil tarihi tecrübelerimizin zaaflarından alınacak ibretler ile doğrular üzerinden ıslah/ihya perspektifi ile geliştirilebilecek yeni bir medeniyet tecrübesidir asıl olan. Ki bu düşünceyi gerçekleştirebilecek düşünsel dinamiklere ve insan unsuruna sahip olduğumuz gözden ırak değildir.
Kürt sorununu tarihsel olarak Osmanlı döneminde yaşanan kalkışmalardan dolayı 1806 tarihine kadar götüren yaklaşımlar mevcuttur. Kimilerince 1832 Mîr Muhammed kalkışması, kimilerince de 1806-1808 yılları arası Süleymaniye’de Babanzade Abdurrahman Paşa tarafından gerçekleştirilen kalkışmanın Kürt sorununun başlangıcı olduğu telaffuz edilmektedir. Dönemin sosyal, siyasi ve iktisadi şartları göz önüne alındığında mevzu bahis kalkışmaların üzerinde yükseldiği toplumsal zemin ve talepler bağlamında çok da net olmamakla birlikte Kürt sorununun ilk evresi olduğu izlenimini edinmek mümkündür. Bununla beraber sorunun toplumsal, etnik, kültürel, siyasi ve iktisadi boyutlarıyla mütekâmil bir sorun olarak sahneye çıkışını Cumhuriyet ile başlatmanın daha isabetli olduğu kanısındayım.
(zaten şu anda tartışmalı olan şeyde Cumhuriyet Dönemi yaralarıdır ki bu yaraları sarmak gerek bu yaraların en çabuk ve en güzel şekilde saracak doktor ise İslam’dır.)
Üretilmiş bir etnik aidiyet üzerinde kurulmuş ve başka etnisitelere ve kendi dışındaki hiçbir düşünceye hayat hakkı tanımayan inkâr, imha ve asimilasyon hedefli Kemalist bir uygarlık sadece Kürt sorununun değil bütün sorunların kaynağıdır.
İttihat Terakki zihniyetinin devamı olarak hayatı ve hadisatı pozitivist düzlemde algılayan ve Makyavelist bir politika ile Kıta Avrupası aydınlanmasını coğrafyamıza taşımaya çalışan Kemalizmin tesis ettiği ulus devlete bir ulus yaratması gerekiyordu. Bunun için Osmanlı milletler sisteminden Türk ulusçuluğuna geçilerek seküler bir ulus inşası süreci işletilmiştir. Güneş dil teorisi, Türk Tarih kurumu, Türk Dil kurumu vb. çabalar. On yılda on beş milyon genç yaratma amacına yönelikti. Bir adım ötede Türkçe ibadet çalışması ile dinin içeriksizleştirilerek kontrol altına alınması ve ucube bir forma büründürülmesi hedeflenmiştir. Mezkûr çok boyutlu proje inkılâb adıyla uygulamaya konulduğunda ise Türk etnisitesi dışında kalan halklara, hassaten Kürtlere düşen ya Türkleşmek /dağ Türkü olduğuna ve karda yürürken çıkardığı kart kurt seslerinden tesmiyelendiğine ikna olmak ya da inkâr, imha ve asimilasyona maruz kalmaktı. Bu topraklar bir avuç Kemalist elitin dışında kalan tüm kesimlerin ve özellikle Kürtlerin yaşadığı derin acılara, zulümlere şahitlik etmiştir. Bilimsellik kılıflı aşağılanmanın katliamlardan daha acı verici olduğu da ayrı bir realitedir. Hâsılı Kemalizm esastan sorgulanarak aşılmadan ve bu topraklarda çok boyutlu sorunları konuşmaya devam edeceğiz. Yeni rejim söylem ve icraatları doku uyuşmazlığına sebep olmuş ve bütün toplum kesimleri gibi Kürtler de dışlanmıştı. Din Tarih ve coğrafya gibi ortaklıkların belirleyiciliği Kürtlerin etnik temelde ayrı bir kaderi düşünmelerini önlemiş, Cumhuriyetle beraber bu durum çok boyutlu olarak sorgulanmaya başlanmıştır. Gerçekleştirilen inkılâpların din karşıtı olması gerçekliğinin Kürt isyanlarının temel vurgusu olması manidardır. Bugün bile Türklük üst kimliği geniş kesimlerce kabul görmemekte, bir arada yaşamanın harcı olarak İslami değerler ifade edilmektedir.
Kürt sorununun şekillenmesi ve farklı boyutlar kazanmasında içerisinde yaşanılan devletlerin etkileri , “Kürt sorunu aslında bir sistem sorunudur ” toplumsal algısını oluşturmuştur. Keza Kürt milliyetçiliğinin bir tepki milliyetçiliği olduğu yönündeki yargılar anılmaya değerdir.
(Ferhat bey burada cevap vermek isterim. Kürtlerin milliyetçiliği yok değildir ama Kürtlerin milliyetçiliği daha üstün olan ümmet bilinciydi ve milliyetçiliğiydi bu nedenledir ki Kürtler ümmet fikrini savunmuşlardı; Şeyh Sait Başkaldırısı bu konuda bize pencere açar. Bu başkaldırı Kürt milliyetçiliği için mi yoksa İslam için miydi tartışılması gereken bir konudur diye düşünüyorum. Ama İslam ile yoğrulmuş bir insan olan Şeyh Sait tabiri caizse attan inip eşeğe binecek kadar saf değildir zanımca.
Şeyh Said'din hanımıyla son konuşması
“Sen bizi kime bırakıp gidiyorsun”.
Bu soru karşısında Şeyh Said cevabını şöyle verir:
- Eğer ben ve bu bastonum yalnız da kalsak ben yine bu kafirlere karşı çıkacağım. Ne ben Hz. Hüseyin’den daha değerliyim ne de benim ailem onun ailesinden daha kıymetlidir. Eğer ben bu kafirlere karşı çıkmazsam zebaniler sarığımdan tutup beni cehenneme atarlar, siz o zaman bana yardım edebilecek misiniz? Onlar bana demezler mi; “Ey Said Allah o kadar mal mülk verdi sana. Sen Allah için ne yaptın? Bunlar Allah’ın emirlerini ayaklar altına almışlar.
Evet ben cihada başladım ve korkanlar, cihat edemeyecekler, hastalar gelmesinler. Bu yol korkakların yolu değildir!
Asılacağı sırada bir kağıdın üzerine Arapça şöyle yazıyor: “Değersiz dallarda beni asmanıza pervam yoktur. Muhakkak ki ölümüm Allah ve İslâm içindir.")
Cumhuriyet ‘in kurucu kadrolarının yaptıkları bu sorundaki önemi inkar edilemez.
Ulus devlet modellerinin tipik özelliği bu sorunu çözmekten çok sorunun oluşmasına neden olması açıktır.
Türkiye özelinde söylenecek olursa İstiklal mahkemelerinin estirdiği zulüm fırtınası hala dilden dile aktarıla gelmektedir. Her şeyin Türklük üzerinde şekillendirildiği ülkede tek suçu Türkçe bilmemek olan gencin idamı, konuşulan her Kürtçe kelimeye ceza verilmesi vb. örnekler sorunun sistemle olan alakasını göz önüne sermektedir.
Dağa taşa “ ne mutlu Türküm diyene” yazılması ve okullarda şoven antların her gün tekrar ediliyor olması sistemin Kürt sorununun kaynağını teşkil ettiğini ispatlar niteliktedir. 12 Eylül sonrası Diyarbakır ceza evinde yaşananların PKK ve Kürt sorunu üzerindeki tesiri herkes tarafından kabul edilmektedir. Dağa çıkışların ekseriyetinin ideolojik nedenlerden kaynaklanmadığını, yapılan zulümlere yönelik bir tepki olduğu da ayrıca vurgulanmalıdır. Kürtler arasında sol seküler ve milliyetçi bir tabanın oluşmasında dindar çevrelerin ihmalini yok sayamamakla beraber bu durum temelde sistem ve zulümleriyle izah edilebilir.
70-80li yıllarda şekillenen Kürt ulusal hareketinin ittihatçı bir zihin Dünyası üzerinde gerçekleşen Türk Modernleşme pratiğini geç kalmış, amatör bir tekrarından ibaret olduğunun altı çizilmelidir. (Yazar bugünden tek bakıyor olaya ve PKK’nin bugünkü politikasından bahsediyor. Oysa Mazlum Doğan PKK’nin iç tüzüğünü Marksizm ve Leninizm olarak açıklıyor ve nihai amaçlarının sosyalizm ve Komünizm olduğunu söylüyor. Ama Kürdistan’ın da Türk sömürgecileri tarafından sömürüldüğünü sözlerine ekliyor. Tabi yazar tamamen haksız denilemez PKK şu anda gerçekten de Milliyet kavramını çok kullanıyor ve bu da Kürt halkının faşizmi gibi algılara sebep oluyor. Yani kısacası Kemalizm İslam’ı kullandı ve nihai Türk ulusal faşist devletini kurdu, şimdide PKK de Kürt ulusallığını Kullanarak sanki nihai amaçlara ulaşmaya çalışıyor. İşte bu konuda Müslümanlara düşen özellikle Müslüman Kürtlere düşen sorunu bir an önce çözüme kavuşturmak. Ve bu şu anda ki mevcut iktidarla sanki olamayacak; çünkü Diyarbakır da farklı Ankara’da farklı konuşuyor. Bir Müslüman bunu kabul edemez. İslam özüyle sözüyle bir olmayı söyler. Gerçekten çözüm isteyen de böyle yapmaz bunu da eklemek gerek. )
O kadar ki Türk Modernleşme projesindeki Türk kelimesinin yerine Kürt kelimesinin konulması dışında hiçbir değişiklik yapmaya gerek yoktur.
Kürt milliyetçiliğinin şekillenmesinde Emin Ali Bedirxan, Celadet Ali Bedirxan, Bazil Nikitin ve yakın zamanda, Faik Bucak, Musa Anter, İsmail Beşikçi gibi isimler ilk akla gelenlerdir. Sosyalist paradigmadan öte tipik bir kavmiyetçilik sorunu olarak arzı endam etmektedir. Türk milliyetçiliğinin İslam öncesine yaptığı vurgu gibi Kürt milliyetçiliği de İslam öncesi bir tarih yaratma gayreti ile Med, Hurri, Guti ve Mittani gibi ilk dönem pagan uygarlıklarına çok sık göndermeler yapmaktadır. Kürt uluslaşmasının önlenmesinin faturası İslam kardeşliği ve ümmet inancına kesilmektedir. Ulusal bilinç inşası sürecinde Newroz, Demirci Kawa efsanesi ve sanatsal içeriği tartışılan ideolojik müzik işlevsel olarak kullanılmaktadır. Kürt milliyetçiliği de kadını özgürleştirme iddiasıyla alabildiğine sömürmekte ve namus kavramına karşı savaş vermektedir. Ulusalcı örgütlerin “ Kimsenin namusu değiliz. Namusumuz özgürlüğümüzdür.” Kampanyası bahse konu körlüğü açıkça göstermektedir. Bu körlük “ Taciz ve tecavüz kültürünü aşalım” kampanyasında ise yaman bir çelişkiye dönüşmektedir. Sol gelenekten gelen ulusalcı yaklaşımların İslam ile araları hiçbir zaman iyi olmamıştır.
((yazar burada yine eksik ve sadece üzerinden geçen bir söz söylemiş. Çünkü sol gelenekten gelen değil hangi gelenekten gelirse gelsin ulusalcı zihniyetlerin hiçbirinin arası İslamiyet’le iyi olamaz. İslamiyet ırk üstünlüğünü kesinlikle yasaklamıştır.”Arap’ın Arap olmayana hiçbir üstünlüğü yoktur. ” Üstünlüğün sadece Allah’ın kurallarına uymada olacağını dile getirmektedir. Ama şu barizdir ki şimdi Müslümanlar solcudur Türkiye için bunu kimse inkar edemez.))
Din algıları çoğunlukla ağa ve devletle iş tutan şeyhin sembolize ettiği feodalite düzleminde afyon amaçlı bir enstrümandan öteye geçmemiştir.
Bugün itibariyle Kürtler ortak yaşam iradesi gösterdiği Müslüman halklara karşı güven sorunu yaşamakta, süre giden şiddet sarmalı halklar arasında zihni ayrışma ve farklılaşmayı derinleştirmektedir. İslami hassasiyetlerin zayıflaması kadar kardeşliğin eşitlik ve adalet zemininden yoksun içi boş bir söylem olarak sorunları ötelemeye dönük seslendiriyor olması da vardır. Biz Müslümanların düşünce teori ve eylem pratik düzleminde üzerine basacağımız zemin yine Tevhid, Adalet, kardeşlik ve ümmet kavramlarının belirleyiciliği bir zemin olmalıdır/olacaktır. Bu kavramlarımızın içini doldurmamız gerekir. Kimlik, dil, eğitim ve kültür bağlamındaki taleplerin “ama, fakat, ya sonrası ” şeklindeki kaygılara mahal vermeden karşılanması son derece olumu katkı sağlayacaktır.
İlkeler, dil ve yöntem İlkeler:
1- İslam değerler dizgesi dünya görüşümüzün temel belirleyenidir. İslami değerlerin temeli ise Kur’an ve Sünnetten oluşmuştur.
2- Adem (as) ilk peygamber ve ilk insandır ondan hareketle insanlar büyük bir ailenin fertleridir. İnsanlar ya dinde kardeşimiz ya da insanlıkta eşimizdir.
3- İlahi irade insanların tanışma ve yardımlaşmaları amacıyla çeşitli kavim ve kabilelerden yaratılmasını murat etmiştir
4- Dillerin, ırkların farklı farklı oluşu Allah’ın nişanelerindendir.
5- İnsanlar bir tarağın dişleri gibi eşittirler. Üstünlük yalnızca takva ve ilahi bilinçledir.
6- Müslümanların itikadî, sosyal, siyasal birliği, kardeşliği anlamında ümmetçilik vazgeçilmezlerimizdendir.
7- Kürt halkı Allah’ın yarattığı kadim kavimlerden biri ve ümmetin önemli parçasıdır. Kürtçe de nevi şahsına münhasır bir dil olarak kadim zamanlardan bugüne varlığını devam ettirmektedir.
8- Bir Müslüman tüm sorunlarda olduğu gibi Kürt sorununda da İslam’da çözümü aramalı zira başka yerde araması zaman ve enerji kaybıdır.
(“ne aradığını bilmeyen aradığını bulamaz aradığını bulsa dahi aradığının o olduğunu bilemez, her ne arıyorsan kendinde ara”)
9- İslami çözüm vahiy çerçevesinde hareket etmeleri hareketlerini ölümsüz değerlerden devşirmeleri gerekir.
DİL
Kürt sorununda batının korkularının izalesi ve iknası; doğunun ise taleplerinin tatmini noktasında önem taşımaktadır. Dengelerin gözetildiği ama hakikatin dengelere kurban edilmediği bir dilin inşası gerekir.
Kürt sorunu terör sorunu değildir, Kürt sorunu halkının ve dilinin yok sayıldığı ve imha edildiği bir sorundur. Bir güneydoğu sorunu da değildir. Dış güçlerin yarattığı bir sorun diye de ifade edilemez.
Kürt sorunu sistem kaynaklı etnik temelde bir zulüm olmasından dolayı doğru tanımlanmalıdır.
Büyük bir sosyo–politik çevreye hitap edebilecek İslami camianın duygusallıktan uzak makul ve açık bir dil kullanmalıdır. Devletçi dil sorunun çözümünde kullanılamaz.
Sağ siyasetin kirlettiği birlik, beraberlik, kardeşlik vb. kavramlarımızı terk edemeyeceğimize göre asıllarına icra etmeliyiz. Yine seküler sol söylemin değersizleştirdiği barış, adalet, özgürlük vb. kavramlarımızın durumu da aynıdır. Tüm bu kavramlarımızın vahiy temelli içerik kazandırılarak sahiplenmeleri önemli bir aşamayı ifade edecektir. Dilimiz net bir İslam vurgusu içermesi hayatidir.
Doğru anlaşılmak asıl esastır.
Somut Öneriler
Etnik temelli sorunlar duygusallıktan uzak değerlendirilmelidir. Soruna adalet- zulüm ekseninde yaklaşılmalıdır. Her türlü ulusçuluk bir ilkellik, hastalık olarak tasvir edilebilir. Ulusçu hastalıkların tedavisi ise karşıtını üreterek değil evrensel, kuşatıcı bir perspektifle mümkün olabilir. Kısa vadede çözüme giriş olarak sivil bir anayasa yapılarak özelde Kürt halkının genelde ise bütün unsurların var oluşlarının ve haklarının anayasal teminat altına alınması önem arz etmektedir.
Ana dilde eğitim
Düşünce özgürlüğü
Yerleşim yerlerinin Kürtçe isimlerinin iadesi, siyasi temsilin şekilde sağlanması vb. haklar ilk etapta akla gelenlerdir. Yine İslami kardeşlik söyleminin altının doldurularak yaygınlaştırılması çözümün psikolojik, sosyolojik zeminini oluşturacaktır.
Orta vadede ümmet temelinde Ortadoğu özelinde Kürt-Türk-Arap ve Fars halkları adalet temelinde bir birlikteliği, yapılanmayı tartışmalıdırlar. Ulus devlet modelinin aşındığı günümüz kaosu kimilerine ütopik gelecek rol-modellerin gerçekleşmesini mümkün kılabilir.
Kürt siyasetinde belirginleşen üç siyaset tarzı ise ;
1)İnkârcı sistem siyaset
2)Ulusalcı /Sol siyaset
3)İnsani/İslami siyaset
İnsani / İslami siyaset ;
Kürt sorununa yönelik insani var oluş ve ilahi değerler dizgesinden kalkış yaparak geliştirilen bir siyasi yaklaşım ise her türlü olumsuzluğa rağmen apaçık bir gerçeklik olarak ortadadır. İslam’ın nihai kurtuluş reçetesi ve fıtrat dini olması elbette ki beni âdemin bütün sorunlarına olduğu gibi Kürt sorununda da mutlak çözüm iddiasını (içinde barındırır) tazammun eder. “Çözüm İslam’dadır” perspektifi bir inanç umdesinin(ilke, prensip) slogan düzeyinde ifadesi olmakla beraber içeriğinin aşikar kılınması ve nasıllığı zaviyesinden farklılıkları ihtiva etmektedir. Bu bağlamda insani/İslami siyaseti kendi içerisinde üç tarz siyaset olarak sınıflandırabiliriz.
Sistem siyasetinin çekim alanındaki insani/İslami siyaset;
Bu siyasette Kürt sorunu içeriği boşaltılmış bir kardeşlik ve yabancılaştırıcı bir ümmet söyleminin genelliğinde buharlaşmakta, kangrene dönüşmüş bir sorun yine göz dolduran bir halının altına süpürülmektedir. Bu yaklaşım sorunla birebir. Hemhal olmayan çevrelerde belirgindir. Bu çevrelerde olanca iyi niyet ve samimiyete karşın alabildiğine özgüven eksikliği görülmekte, yüzleşme faturasındansa sorunu erteleme eğilimi öne çıkmaktadır. Dolayısıyla resmi ideoloji tornasının etkilerini açık bir şekilde hissettiğimiz bu çevrelerin, yapıcı bir müzakere ile zaaflarından arınarak adalet temelli bir şahitliğe ulaşacaklarını değerlendirmekteyiz.
Liberal, ulusalcı sol siyasetin çekim alanındaki insani İslami siyaset; bölgede yaşayan ve sorunla vahyi ilkeler netleştirilmeden, sağlıksız bir vasatta ilgilenene çevrelerde görülen tepkisellik yaşanan kompleks ve ulusalcı sol çevrelere cevap yetiştirme saiki(sebebi) belirgindir. Öyle ya İslami çevrelerde Kürt sorunundan bahsedildiğinde Milliyetçilikle suçlanmışlardır. “onlar ” bizi anlamamaktadır. O halde “Kürt Müslümanlar ”başlarının çaresine bakmak zorundadır. Kürt Müslümanlar ifadesinin yol açtığı kategorizasyon gittikçe kalbi ve zihni bir kopuşa işaret etmektedir. Yine Kürtlerin etnik temelde bir yapılanmaya gitmeleri, ulusalcı yapılara muhalefet etmeme, sorunu İslami değil insani düzlemde dillendirme vb. öneriler çekim alanının yol açtığı savrulmaların boyutunu gözler önüne sermektedir. İslami değerler kimi zaman yük adedilmekte insan hakları retoriği yardıma çağrılmaktadır. Böylesi etnik sorunlarda duygusallık bilerek veya bilmeyerek belirleyici olabilmektedir.
Bağımsız özgün insani, İslami siyaset; Bu yaklaşım ise etki tepki, ifrat –tefrit yanlışlarına düşmeden vasat mutedil bir insani/İslami siyasetin imkanlarını aramaktadır. Sorunu bütün boyutlarıyla tahlil ederek olanı olması gerekene yaklaştırma çabasındadır. İslami kimliği onurla taşıyan, şahitlik misyonunu hakkını gözeten bir dil ve üslup ile hatt-ı hareket oluşturmaya çabalamaktadır. Sistem siyaseti ile ulusalcı sol siyasetin çekim alanındaki çevrelerle doğrularımızın tespiti ve pratiği hususlarında istışareyi önemsemektedir. Hasılı- kelam, halklarımızın arasındaki gönüllü birlikteliğin, akıl ve kalp bağının adalet zemininde takviye edilmesi, zihni farklılaşmanın /uzaklaşmanın önlenmesi ve asli insani/İslami taleplerin gerçekleştirilmesi için daha programlı ve yoğun çaba gösterilmesi ertelenemez sorumluluklarımızdandır. Bu çerçevede şekillenen sorumlulukların ifa edilmesine dönük irade beyabı umut bahşetmektedir. Bu çabalarla emeği geçen herkesi tarih hayırla yâd edecektir.
Eğer müminlerden iki grup birbiriyle savaşırlarsa aralarını bulup barıştırınız. Şayet biri diğerine saldırırsa, Allah’ın emrine dönünceye kadar saldıran grupla savaşınız. Eğer dönerse aralarını adaletle bulup barıştırın ve adaletten ayrılmayın. Çünkü Allah adaletli olanları sever. (Hucurat 16/80)